Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

​Komplo teorisi ve aşı yarışı

Dünyanın yeni tip koronavirüsüne karşı hummalı bir savaş yürüttüğü ve aşıya ulaşma çabalarının yoğunlaştığı bir zamanda, sosyal medyada destekçi bulan bazı komplo teorileri karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede izlediğim en garip şey, pandeminin dünyaya hakim olmak ve insanlığı kontrol altına almak isteyen uluslararası elitlerin bir planı olduğunu ileri süren bir videoydu. Ayrıca dünya genelinde 3.7 milyon insanın yakalandığı ve yaklaşık 258 bin kişinin hayatını kaybettiği koronavirüs pandemisinin, onları ve yaşamlarının tüm yönlerini tamamen kontrol etmek için kullanılacak bir mikroçipi bedenlerine enjekte etmeye insanları ikna etmekten ibaret olduğunu söylüyordu.
Videoya göre kendisine “AD-2020” adı verilen bu sözde mikroçipe kişinin sağlık ve banka dahil tüm bilgileri kaydedilecek. Cep telefonlarının sim kartlarına benzer bir alıcı ile vericiye sahip olacak. İnsanların bütün hareketlerini takip eden, herhangi bir hastalık ya da kusur hakkında bilgi toplayan, analiz eden ve tedavi merkezlerine bilgi gönderen bir banka kartı gibi faaliyet gösterecek. Videonun öne sürdüğü komplo teorisi özetle, mikroçip aracılığıyla beyne sinyaller gönderilip sinirlerin kontrol altına alınabileceği ve bu projenin arkasındaki elitlerin, insanlığı kontrol etmek, dünyaya hükmetmek, insanları bir tür robota dönüştürmek istediklerini söylüyor.
İlginç olan bu teorinin tüm kusurlarına rağmen, pandeminin gizlice dünyaya hükmetmeyi ve çıkarlarını genişletmeyi planlayan seçkinlerin işi olduğuna ikna olan bazı insanlar arasında da yankı bulmasıdır. Bu kişiler ayrıca pandeminin, Kovid-19 sonrası dünyadaki yeni sistem bağlamında, bütün hareketlerini takip etmek, onları kontrol altında tutmayı sağlayacak bilgiler toplamak için insanları derilerinin altına mikroçip enjekte etmeye ya da cep telefonlarına belirli uygulamalar indirmeye ikna etmek için hükümetlerin bir planı olduğuna da inanıyorlar. Hükümetlerin pandemiyi bunun için kullanmak istediklerini düşünüyorlar.
Tabi ki başka teorilerde var. Bunlardan biri de virüsün Çin’in Vuhan şehrindeki bir laboratuvarda geliştirildiğini ileri süren teori. Bu teori, özellikle şu anda yoğunlaşan ABD-Çin çatışması bağlamında kullanılıyor. Başkan Donald Trump, virüsün Çin’deki bir laboratuardan çıktığına işaret ederek bu teoriyi destekledi. Buna karşılık Pekin, ABD’yi virüsün kaynağı olmakla suçlayarak ABD’li ajanların virüsü pandeminin dünyaya açıldığı merkez üssü haline gelen Vuhan şehrine taşımış olabileceklerini belirtti.
Bu atmosfer ve özellikle de ABD ile Çin arasındaki gerilim ve çekişme, bilim adamlarını endişelendiriyor. Bilim adamları bunun, yeni tip koronavirüsünün tılsımlarını çözmeyi hızlandıracak uluslararası koordinasyonun sağlanması, bir tedavi ve aşının geliştirilmesi için hakkında mümkün olan çok sayıda bilgi toplamayı hedefleyen çabalara yardımcı olmayacağına inanıyorlar. Trump idaresinin, sadece zengin ve sanayi ülkelerine değil tüm dünyaya fayda sağlayacak bir antivirüs aşısı geliştirme çabalarını birleştirmek gayesiyle pazartesi günü video konferans tekniğiyle düzenlenen ve birçok ülke liderinin, organizasyon ve şahsiyetin katıldığı zirveye katılmayı reddetmesi hayal kırıklığı yarattı. Zirve, hükümetlerden, özel sektörden ve bu tür çabaları destekleyen zenginlerden 8.2 milyar dolar toplamayı taahhüt etti. Amacını da bilimsel çabaları finanse etmek, Kovid-19 virüsüne karşı bir tedavi ve aşı geliştirmek, tüm dünya ülkelerinin faydalanacağı şekilde büyük miktarlarda ilaç ve aşı üretmek olarak belirledi.
Bu tür bir çabada ABD’nin de yer alması gerekiyordu ama Trump idaresi benimsediği “Önce ABD” sloganı ışığında artık aşina olduğumuz gibi içe kapanık bir şekilde hareket etti. Trump idaresinin benimsediği bu slogan, korona krizi sırasında daha da güçlendi. Bu kriz, ABD’yi şaşkın ve güçten düşmüş gösterdi. Dünya Sağlık Örgütü bütçesine yaptığı mali katkıyı dondurmak ya da pandemi ile mücadele, tedavi ya da aşı geliştirmeye yönelik uluslararası işbirliğine katılmayı reddetmek anlamına gelse de uluslararası sorumluluklarını umursamayan bir devlet haline getirdi. Bu ABD idaresi, aşıyı geliştirme çabalarında herkesi geçip yarışta birinci olmak istiyormuş izlenimi verecek şekilde hareket ediyor. Belki de bunun kendisi için bir politik, ekonomik ve seçim “ödülü” olduğunu düşünüyor. Bu duruma, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un, “Aşı geliştirme yarışı ülkeler arasında bir rekabet değil çağdaş yaşamımızda en önemli acil ve ortak çalışmadır” sözü ile ifade ettiği şekilde bakmıyor.
Bilim adamları uluslararası çabaları koordine etmenin, virüsü anlamak dolayısıyla ilaç ve aşı arayışı sürecini hızlandırmak için bilgi toplama ve analiz etmenin önemli olduğunu kesinlikle biliyorlar. Zira çok ve dağınık çabalar, önemli olsalar da, diğer virüslerde olduğu bir aşıya ulaşmayı garanti edemezler. Bu çabalar başarılı olsa bile aşı, etkinliğini ve tehlikeli yan etkilere neden olmamasını sağlamak için deneylere ihtiyaç duyacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, şu anda insanlar üzerinde denenen 8 aşı bulunurken 94 aşı da henüz geliştirilme aşamasında. Antiviraller geliştirmeye ya da ebola virüsünün tedavisinde kullanılan ve korona hastalarında kullanıldığında da iyileşme sürecini kısalttığı belirtilen Remdesivir gibi mevcut ilaçları kullanmaya yönelik başka çabalar da var. Fakat bilim adamları, hızlı bir aşıya ulaşma beklentisinde dikkatli olunması konusunda ısrar ediyorlar. Doğru yolun, sonuç almak için aşı çalışmalarına 12-18 aylık bir süre tanınması olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre bu süreci hızlandırmaya yardımcı olabilecek tek yol, virüsü iyi anlamak ve başlangıcından itibaren hakkında çok fazla bilgi toplamakla başlamaktadır. Bu da, salgının başladığı yer olarak Çin’in işbirliğini ve demografik, genetik, yaş ve iklim açısından nasıl geliştiğini ve etkilediğini bilmek için de daha geniş bir uluslararası koordinasyonu gerektirmektedir.
Bilim adamlarını aklını daha da karıştıran şey, pandeminin bazı bölgeleri diğerinden daha şiddetli bir şekilde vurması, hiçbirini dışlamadan tüm yaş gruplarını farklı şekillerde etkilemesi. Sözgelimi gençler doğal olarak virüse karşı daha dirençliydiler ama çalışmalar bazı ülkelerde semptomların daha az olmasına rağmen çok sayıda gencin enfekte olduğunu gösterdi. Doğal olarak bağışıklıkları daha zayıf olan yaşlıları etkilediği doğru ama etkisi yaşlı kabul edilen ülkelerde değişik düzeylerde oldu. En yüksek yaşlı nüfusa sahip olan Japonya’da sadece 566 ölüm vakası görülürken Avrupa’da en yüksek yaşlı nüfusa sahip İtalya’da ölüm vakaları toplamda 29 bini aştı.
Benzer şekilde ilk göstergelere göre Kovid-19 virüsünden çok etkilenmeyen çocuklar açısından da ülkeden ülkeye farklılıklar görüldü. Son olarak, İngiltere ve ABD’de sınırlı olmasına rağmen gençleri ve çocukları etkileyen mutasyona uğramış bir koronanın varlığına dair endişe uyandıran enfeksiyon vakaları görüldü.
Bilim adamlarının hastalığı anlama çabalarında kendilerine fayda sağlayacak bilgileri toplamaları için ihtiyaç duydukları başka faktörler de var. Örneğin, Hindistan, Japonya ve Tayland gibi Asya ülkelerinde temasın olmadığı selamlama şekline karşılık Güney Akdeniz ülkelerindeki selamlama alışkanlıkları gibi enfeksiyonu yayan sosyal alışkanlıkların etkisi bunlardan biri. İncelenmesi gereken hususlardan biri de, şu ana kadar Afrika’daki sınırlı yaygınlığına karşılık hastalığın Avrupa ülkelerinde ve örneğin ABD’de neden bu kadar yayıldığıdır.
Bilgi akışı bu virüsü anlamanın anahtarıdır. Dolayısıyla bilim adamlarının dünyanın sabırsızlıkla beklediği aşıyı bulma çabalarına da yardımcı olacaktır. Aşı ve ilacın yokluğunda bilim adamlarını en korkutan şey, 1918 yazında geriler gibi görünen ama aynı yılın sonbaharından 1919 yılının ilkbaharına kadar süren daha şiddetli ikinci bir dalga ile geri dönen İspanyol gribi pandemisi gibi yeni tip koronavirüs salgınının da ikinci bir dalganın yaşanmasıdır. Bu senaryo, insanlığa yönelik en büyük tehlikeyi oluşturan yeni tip koronavirüsüne karşı (komplo teorisyenlerinin öne sürdükleri planlar değil) savaşta çabalarını ve kaynaklarını birleştirmeleri için devletlere de baskı yapmalıdır.