Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

General De Gaulle’ü deviren öğrenci devrimi

1968 yılı ve özellikle de mayıs ayı, Avrupa, ABD veya komünist kamptakiler olsun Batılı ülkeler için sıradan bir yıl değildi.
Avrupa ve ABD’de Vietnam Savaşına karşı patlak veren geniş halk muhalefeti siyasi ve sosyal yaşama egemen oldu. Protestolar aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa kampı üzerindeki demir yumruğunu da sarstı. Entelektüel seçkinlerin ve öğrencilerin, özellikle de üniversite öğrencilerinin, bu halk hareketlerindeki rolleri, olayları harekete geçiren bir dinamo görevi gördü.
Fransa düzeyinde bazılarının isyan diğerlerinin de öğrenci devrimi adını verdikleri olayların başlangıcı Mart 1968’de oldu. Bu tarihte, Nanterre Üniversitesi öğrencileri, Paris’te Vietnam Savaşına karşı düzenlenen bir protesto gösterisinin bastırılmasını ve birçok öğrencinin tutuklanmasını protesto etmek için bir gösteri düzenlediler. Paris’te düzenlenen gösteride tutuklanan öğrenciler arasında öne çıkan isimlerden biri de 68 mayısı liderlerinden biri olan Alman asıllı Daniel Cohn-Bendit’ti. İsrail basını da Bendit’i övmüş ve benzerlerinin Almanya’da değil İsrail’de yaşamalarını talep etmişti. Bilindiği gibi, kendisi yıllardır Avrupa Parlamentosu üyesi ve Alman Yeşiller Partisi’nin temsilciliğini yapıyor.
2 Mayıs’ta Nanterre Üniversitesi’nin kapatılması ile bu kez ünlü Sorbonne Üniversitesi öğrencileri söz konusu üniversitenin kapatılması kararını ve öğrenci arkadaşları hakkında soruşturma açılmasını protesto etmek için 3 Mayıs’ta bir gösteri düzenlediler. Güvenlik güçleri Sorbonne gösterisine de müdahale ettiler. Bunun sonucunda, Öğrenci Birliği 6 Mayıs’ta 200 binden fazla öğrenci, öğretim görevlisi ve seçkin entelektüelin katıldığı dev bir gösteri düzenledi. Sorbonne Üniversitesi’ne yönelen protestocular tutuklanan öğrencilerin serbest bırakılmasını, güvenlik güçleri tarafından kuşatılan üniversitenin boşaltılmasını talep ettiler. Ancak polisin göstericilere saldırması ile çevre sokaklar savaş alanına döndü. Öğrenciler, kurdukları barikatların arkasına sığınarak ellerine geçen her şeyle kendilerini savundular. Bunun üzerine polis, öğrencilerle giriştiği doğrudan çatışmadan geçici olarak geri çekildi.
Bu olaylar, o dönemde Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan ve Latin mahallesine yakın Montparnasse mahallesinde oturan, olaylara baştan sona tanık olan bu satırların sahibinin  hafızasında canlılığını koruyor.
Öğrenciler, tek başlarına düzenledikleri gösterilerin devrimlerini desteklemeye yetmeyeceğini anladıkları için işçilere bir sonraki gün genel grev düzenlemeleri çağrısında bulundular. Tüm siyasi eğilimlerden işçi sendikaları öğrencilerin bu çağrısına karşılık verip 13 Mayıs’ta bir günlüğüne grev gittiler. İşçiler fabrikaları işgal etmeye başladılar. Bu çember daha sonra genişleyerek hizmet ve endüstri sektörlerinin çoğunu kapsadı. Bilhassa Paris’te hayatı felce uğrattı.
Fransız resmi makamlarının verdiği tepkiye ilişkin o dönemde yayınlananlar arasında, çalkantılı gösterilerin haberi cumhurbaşkanlığı sarayına ulaştığında Cumhurbaşkanı de Gaulle ve danışmanlarının mevcut durumu, güvenlik ve rejime yönelik tehlikelerini görüşmek için düzenledikleri acil toplantı ile ilgili olanlar da var. Bu toplantıda içişleri bakanı, cumhurbaşkanına  bu devrimci gençlerin öfkesini hafifletmek için bazı tutuklamalarda bulunmalarını önerdi. Bu gösteriler ile ortaya çıkardığı ve tüm rejimi tehdit eden tehlikeler hakkında uzun uzun konuştu ve şöyle dedi: “Artık onları kontrol edemiyoruz sayın Başkanım.” Beşinci Cumhuriyetin kurucusu de Gaulle’ün bakanının bu önerisine verdiği karşılık şu oldu: “Fransa’yı özgürlüğün bir modeli olarak yönettikten sonra vatandaşlarıma karşı bir tiran rolü oynamamı mı istiyorsunuz?” Bu karşılık bakanın hoşuna gitmedi ve bir kez daha bazı güvenlik müdahaleleri ve Jean-Paul Sartre gibi entelektüelleri tutuklayarak bu durumu sona erdirebileceğine işaret etti. Bunun üzerine de Gaulle öfkeyle içişleri bakanının sözünü kesti ve tarihin sayfalarının ölümsüzleştirdiği ünlü sözünü söyledi: “Fransa, Voltaire’yi tutuklamayacak.” Bilindiği gibi Voltaire, Fransa’da ifade özgürlüğü ve mevcut duruma isyanın sembolüydü.
Gerçekten de (Albert Camus’un aksine 1964’te Nobel edebiyat ödülünü almayı reddeden) Jean-Paul Sartre ile arkadaşları Simone de Beauvoir ve Michel Foucault, öğrenci devriminin en öne çıkan destekçilerindendiler. Öte yandan, öğrencilik yıllarından arkadaşı, liberal düşünür ve Fransa’nın en önemli sosyologlarından Raymond Aron ise, 1968 Mayıs olaylarına ilişkin “The Elusive Revolution” (Kayıp Devrim) adında bir kitap yayınlamıştı. Çünkü kendi kanısına göre üniversitenin ölümüne ve devletin çözülmesine neden olan bu olaylara kızgındı. Bir başka yazar Allen Turin ise öğrenci devrimini, “Devlete kriz yaratma gücüne sahip bir toplumsal hareket adına devletin zorla ele geçirilmesi” şeklinde tanımlamıştı. Oysa Mayıs Hareketi kendisini aynı zamanda sosyal, kültürel ve siyasi bir hareket olarak görüyordu. Devletin dizginlerini ele geçirmekle ilgilenmediğini açıkça deklare etmişti. Yine bu bağlamda, öğrenci devriminin destekçilerinden ve Le Monde diplomatique gazetesinin müdürü Ignacio Ramonet kendisini, “Siyasi anlamda kültürel bir devrim” şeklinde tanımlamıştı.
Politik şahsiyetler ve partiler dünyasında, François Mitterrand krizin zirveye ulaştığı bir anda yaptığı ani bir açıklama ile ön plana çıktı. Mitterrand, cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde aday olmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Kimilerine göre bu açıklama, “anayasal meşruiyet ve Beşinci Cumhuriyete karşı bir darbe” gibiydi çünkü Cumhurbaşkanı de Gaulle görevlerini yerine getiriyordu ve başkanlık süresi daha sona ermemişti. 29 Mayıs 1968’de General de Gaulle birkaç saatliğine ortadan kayboldu. Hiç kimse hatta dönemin başbakanı Georges Pompidou (daha sonra onun yerine geçti) bile bu uzun saatler boyunca nereye gittiğini bilmiyordu. Başbakan, cumhurbaşkanının kendisini arayıp dinlenmek için Paris dışındaki evine gideceğini haber verdiğini söyleyerek cumhurbaşkanın yokluğunda bakanlar kurulu toplantısının askıya alınmasını önerdi. Oysa gerçekte de Gaulle, kendisine ve anayasal meşruiyetine karşı bir darbe girişimi söz konusu olduğunda komutanların nasıl bir tutum benimseyeceklerini araştırmak için Almanya’nın Baden şehrinde bulunan Fransız kuvvetlerinin komutanı Jacques Massu ile gizlice görüşmeye gitmişti.
General Massu, General de Gaulle’ün kendisine, “Her şey bitti. Komünistler ülkeyi felç etmeyi başardılar. Artık hiçbir şeyi kontrol edemiyorum. İstifa etmeyi düşünüyorum. Fransa’da tehdit altında olduğumu hissettiğimden ne yapmam gerektiğini sormak için buraya sizin yanınıza geldim” dediğini öne sürdü.
Massu ayrıca onun gibi bir adamın sorumluluklarından vazgeçemeyeceği, aksi takdirde tarihini lekeleyeceği için General de Gaulle’ü istifa etmemesi gerektiğine ikna ettiğini de iddia etti. Bazılarına göre bu ziyaret, de Gaulle’ün manevra ve kandırma yöntemlerinden biriydi. Öğrenci hareketinin onu içine soktuğu siyasi çıkmazdan kurtulmak için bir inisiyatif almayı düşünmesine olanak sağlayacak bir yöntem.
Paris’e dönüp yeni parlamento seçimleri düzenlemek için Ulusal Meclisi feshetme kararı alması ile olaylar hızlandı. Bu seçimler, de Gaulle’ün partisinin parlamentoda çoğunluğu elde etmesi ile sonuçlandı. Öğrenci devrimi ve sosyalist- komünist ittifakın iktidara ulaşmasının yansımalarının tehlikesini hisseden kamuoyu da bu ikisinin aleyhine döndü. Zira o dönemde kamuoyu daha bunu kabullenmeye hazır değildi. Ancak Fransız senatosunun yetkilerinin sınırlandırılıp yerel meclislere daha fazla yetki vermek isteyen değişiklik için düzenlenen referandumun başarısız olması üzerine De Gaulle istifa etti. Daha sonra da gönüllü sürgün yeri İrlanda’ya gitti. Eşi ile birlikte ülkeden ayrılırken ki görüntüsü, Fransızların çoğunda bu önemli tarihi sayfanın kapanmasından kaynaklanan derin bir üzüntü uyandırdı. Çünkü de Gaulle Fransa ve Fransa de Gaulle demekti. Ama o gitse de inşa ettiği ve düzenlediği Fransa ve kurumları kalmıştı.