Abdulaziz Tantik
TT

Hakikate dair

Hakikat hakkında konuşmak ve yorum yapmanın ciddi zorlukları olduğu kanaatini taşıyorum. Çünkü üzerinde ittifak edecek bir anlamını ortaya koymak gerçekten çok zordur. Her düşünce kendi hakikat algısının tanımını ortaya koymakta ve yol yürümektedir. Bu yüzden tam bir uzlaşı sağlamak zordur. Ayrıca modern düşüncede hakikat reel/ gerçek olana yani verili olana indirgenerek meseleyi daha girift hale getirmektedir.
Hakikat, var olanın, oluş sürecinde ve oluş sürecini belirleyen etkenleri dikkate alarak anlama çabasına tekabül eden bir bakışı içermelidir. Hakikat, varlığın metafizik ilkelerinin kabulü ile birlikte zihinde belirginlik kazanacak bir özellik taşımaktadır. Bu da zaten tanımı üzerine bir uzlaşıyı zora koymaktadır. Çünkü bütün hakikat algılarını teke irca ederek hepsini kuşatacak bir bakışı ortaya çıkarmak zor ötesi bir durumu işaret eder. Hakikat bir boyutu ile ulaşılamaz ve kuşatılamaz olana tekabül ederken, diğer tarafı ile gözlem altında olunan şeye ıtlak olunuyor. Bu meseleyi ortaya koymakta zorunlu bir zorluğu beraberinde taşıyor.
Hakikat üzerine konuşacaksak mutlaka üzerine bina edeceğimiz bazı metafizik ilkelerimiz olmalıdır. Bu ilkeler üzerinden hakikatin neye tekabül ettiğini ortaya koymak tutarlılık açısından önemlidir. Çünkü ortaya konan görüşün hem iç tutarlılığı hem de dayanacağı bir apriori ilkelere ihtiyaç hâsıl olur. Böylece söylenenleri hem doğru anlama hem de eğer bir eleştiriye tabi tutulacaksa neye yöneltilmesi gerektiğinin açıklığa kavuşması bağlamında bu önemlidir.
Bu noktada ‘Fark’ kavramının temel bir metafizik ilke ve hakikatin anlaşılabilmesinin temel zemini olarak düşünülmesi gerektiğini öneriyorum. Çünkü fark kavramı üzerinden varlığın ikili tabiatını anlamada yol alabiliriz. Yaratıcı, Yaratma, Yaratılış ve yaratılmış varlık arasındaki farkı kavramadan hakikatin neye tekabül edebileceğini kavramak zor görünüyor. Varlığı tek bir bütünlük içinde anlama çabasının eşitlik üzerinden aslında farkı ortadan kaldırdığını ve anlamı üzerine bina edeceğimiz bir zemini yok ettiğini gözlemleyebiliyoruz.
Ayrıca her hakikat tanımının bir kurgu ile malul olduğunu hesaba katarak yola çıkmalıyız. Yani insanın hakikat algısının ve tanımının hakikatin tamlığı açısından malul olduğunu bilerek tanım yapmalı ve algılara bu veçhesi üzerinden eleştiri yapılabildiğini de işaret etmeliyiz. Bu noktada ufkun genişliği ve derinliği hakikat algısının ve tanımının kuşatıcılığını belirleyeceğini söylemeliyim…
Hakikat, en genel anlamı ile Tanrı, Yaratılış, yaratılmış varlık ve aralarındaki ilişkinin mahiyetine dair genel bir anlamdır. Ama varlığa ve ilişkiler ağına ışığı tuttuğumuz an, bu tanımda elastikiyet ve dinamizm bulmaya başlayabiliriz. Çünkü meseleye insan zihni girdiği andan itibaren bu zihnin tikel özelliği ile hakikat arasındaki bağın öznelliği doğal olarak devreye girmektedir. Hâlbuki öznellik hakikati sınırlar. Bu yüzden öznelliği aşabilecek bir yöntemin icbar ediciliği karşısında insan aciz kalakalmaktadır.
Tanrısal bakış açısından hakikat ile yaratılmış özne olan insan açısından hakikat aynı düzlemi işaret etmemektedir. Bu farkı doğru anlamadan hakikat üzerine serdedeceğimiz görüşlerin illetli olmasını engelleyemeyiz. Varlığın hakikat açısından birkaç farklı yüzü olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu noktada Tanrı açısından hakikat ile yaratılış açısından hakikat ile yaratılmış varlık açısından hakikat hep farkını koruyacaktır. Daha alt düzeye indirgediğimizde her insan tekinin inançları ve algıları, varlığa yüklediği anlam ile birlikte hakikat algısı ve tanımı farklılaşacaktır. Bu temel gerçekliği dikkate alarak hakikati konuşabilecek bir zemini inşa etmenin imkânlarını oluşturmaya başlamalıyız. Ama bu hakikatin farklılığını değer alanına taşımanın zorluğu ve eşitleyici bakışın hiçliği çağıran sesini de dikkate almadan yol alınmaz.
Hakikat, bu noktada artık; Tanrı’nın varlığının anlamı ve hakikatinin neliği… İnsanın yaratılışı, anlamı ve üzerine yüklenmiş bir sorumluluğunun varlığı… İnsanın bir imtihan oluş sürecine mebni oluşu veya olmayışı… Varlığın insan ile ilişkisi ve sorumluluğunun çözümü, idraki ve anlamı… Varlığın insan açısından değeri ve anlamı üzerinden metafizik ilkeleri kurarak tanımladığımızda sonuca ulaşabiliriz. İlkelerin varlığı hakikat algısının farklılığını doğuracaktır.
Artık hakikat açısından özgürlüğün ve iradenin kaçınılmaz bir değeri olduğunu ve düşünüm üzerinden anlama kapı aralayarak hakikati idrak etmenin mümkün zeminini işaret edebiliriz. Elbette ki bu zeminin dışında kalan bir hakikatin varlığını da dikkate alarak… Gaybe iman ve bu iman üzerinden oluşturulan anlam ile hakikat arasındaki bağın özne olarak insan ile bağını da açığa çıkarmış oluyoruz. Böylece hakikat dediğimizde aslında insanın zihin dünyasının Tanrı, Yaratıcı Kudret, yaratma ve yaratılış ile yaratılmış varlıklara yüklediği anlamla ilişkili olduğu açıklık kazandı. Sorun hakikatin bu anlamını hangi biliş süreci ve bilgi düzeyi üzerinden yapacağı meselesidir.
İster akli zemini ilke olarak kabul et ve ona göre bir anlam dünyası kur ve hakikat tanımını yap. Ki tarih boyunca felsefi bakışlar bu çerçeveyi kullanmışlardır. Metafizik ilkelerini de akli ilkelere dayandırarak bu anlamı ortaya koymuşlardır. Ya da duyularını sürecin temeli kıl, korkuların, isteklerin, beklentilerin, sevinçlerin tarafından oluşturulacak ilkeler üzerinden bir hakikat düzeyi kurarsın. O zaman mevcut gözlemi, algıyı önceleyerek bir hakikat arayışını temellendirebilirsin. Doğa felsefecileri daha çok bu düzeyden hareketle hareket etmişlerdir. Çağdaş zeminde pozitivizm buna tekabül edebilir. Veya sezgisel zemin üzerinden bilgiye ulaşarak metafizik ilkeleri ortaya koyarak hakikati betimlemeye çalışabilirsin… Sezgisel olanda dinlerin kaynağı olan vahiy buraya dâhil edilir. Aslında vahiy, diğer bütün bilişsel zeminleri kuşatacak bir bakışı müminine vermektedir. Ama süreçle dinden uzaklaşmalar, siyasal, toplumsal güç arayışları, zamanla yorum ve din farkını ortadan kaldırdığı için hakikat açısından da zorunlu bir sorunlu alan başlamaktadır. O yüzden her dönem peygamber gönderilmiş veya uyarıcı ‘Bilge Adamlar’ ihya faaliyetlerini ortaya koymuşlardır.
Bir Müslüman olarak benim hakikatimi tabii ki vahiy belirler. Ama vahyi metafizik ilkeler düzeyinde anlamlandırmayı ve sunduğu bilgiyi aklımın kılavuzu kılmayı öğrendiğimde hakikat ile ilişkim ve dolayısıyla tanımım daha güçlü ve daha kuşatıcı bir özellik kazanacaktır. Bu çerçeve içinde gönderilmiş bütün vahiylerde ortak ilkeler nelerdir diye bakıldığında bazı parametreler göreceğiz: İnsanın yaratılmış bir varlık olduğu ilkesi… İnsanın bir teklife muhatap olduğu ve imtihan için bu dünyanın kendisi için yaratıldığı… Bunun tabii sonucu olarak bir başka hayat, ahiret hayatının varlığı ve mükâfat ile cezanın kaçınılmazlığı… Varlık ile ilişkisinin niteliği; ‘varlığın insana musahhar kılındığı’ gerçeği…
Yukarıda saydığım ilkeler, dinler tarihi açısından ‘Gönderilmiş Vahye’ dayalı dinlerde olduğu gibi kültürlerde de benzer ilkelerin varlığı değişiklik arz etse de ortak noktaların varlığını okuyoruz. Modern dönemde bu temel ilkeleri değiştiren bir bakış ve düşünce ağırlığını korumakta ve kültürü de biçimlendirmektedir. Bu yüzden modern düşüncede hakikat Heidegger’in kendine mahsus anlatımı ile reel olana/var olana indirgenmiş durumdadır. Bu yüzden hakikat artık ‘tanımlanmış aklın sınırları içindedir ve tanımı da fizik veya matematik ile ispatı mümkündür.
Hakikat bağlamında yaşadığımız temel gerçeklik; modernliğin bu hakikatinin bir karşılığının olmadığını ve insanı tek boyutlu (Herbert Marcuse) hale taşıyarak hem varlığa hem kendisine yabancılaşmasını sağlayarak hiçliğin girdabında yokluğa tevdi etmiştir. Batının kendi içinden batılı aklın sınırını zorladığını ve çözümsüz kaldığını dillendirmeler başladı. Modernliğin kabullerine hala bağlılığını sürdüren Habermas bile ahir ömründe batılı aklın duvara çarptığını ve kendisinin aşamadığı alanlarda batı tarafından belirlenmemiş dinin değerleri kullanma çağrısı yaptığını eserlerinden okuyoruz.
Dini düşünceler bu konuda ne durumda; İslam hariç Batı düşüncesi bütün dinleri esir almış ve yapı bozumuna uğratmıştır. Kendi içinden çıkan ve kendisini eleştiren düşünsel akımları da değişime zorlamıştır. Rusya ve Çin örneğinde olduğu gibi… Asya ve Latin Amerika yerli kültürlerinin de bir karşılığı yoktur. İslam ise Müslümanların bugünkü halleri dikkate alındığında potansiyel olarak varlığını sürdürmesine rağmen reel zeminde yukarıda saydığım temel ilkeleri insanlığın ve varlığın anlamını yeniden bulması için kullanıma açacak bir vasatı yoktur. Buna cüret edecek bir zemin kurması da şu an için mümkün görünmemektedir. Batı, İslam düşüncesini de zorlamaktadır. Gelenek ve modernist bakış, meseleyi çözümsüzleştirmektedir. İslami düşüncenin kendi içindeki çoğul yapısı da bugün tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu yüzden bir çözüm arayışının sağlam bir temel üzerinden yapılabilmesinin imkânları da azalmaktadır. Ama bugün dünya ciddi bir krize girmiş bulunmaktadır. Müslüman’ca akıl, bir çıkış yolunu bulmak için kendi zihinsel hapishanesinin dışına çıkma yolunu ve cesaretini bulması gerekir.
Hakikatin yeniden düşünülmesi ve hakikatin doğasının temel ilkelerini doğru kodlayarak onların anlamının derinliğini kavramlaştıracak bir düşünce zeminine olan ihtiyaç izaha muhtaç değildir. Müslüman zihin bu temel gerçeği kavradığı andan itibaren kendisini tarihle veya bugünle sınırlandırmadan, kelam, felsefe veya tasavvuf ile kayıtlamadan fıkhı kendi asli zemininde kurarak yeni bir çıkış yolu bulabilir. Buna özgür bir irade, güçlü bir istek ve cesur bir atılganlık zemin kazandırır.
Bir başlangıç açısından Hakikatin iki yüzü vardır: Birincisi, Allah'ın varlığı ve yaratılışın hakikati, ikincisi ise yaratılmış dünya ve insanın hakikati... Bu iki hakikat birbiriyle ilintili olduğu kadar birbirinden farklı düzeyleri işaret ederler. Dolayısıyla verili dünyadan hareketle verili olmayan bir hakikat hakkında konuşmak gaybe taş atmak olarak betimlenir...  Bilinmeyen bir alan ile ilgili bir görüş ancak o bilinmeyen alana dair bilginin de yine Gaybi,  yani vahiy ile gelmesi ile sağlanabilir. Meseleyi bugün ile sınırlandırarak bizim hakikatimizin temelini oluşturan temel prensibin neliğini tam olarak kavradığımızda bu hakikatin kurgusunun neye tekabül edeceğini anlamamız kolaylaşacaktır...