Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

​Mollaların füzeleri İranlıları öldürüyor

Pazartesi Umman Körfezi'nde meydana gelen trajik bir olayda, açılan ‘dost ateşi’ sonrasında 19 İran donanma subayı hayatını kaybetti ve 15 kişi de yaralandı. Yaşanan bu olayın ardından gözler, İslam Cumhuriyeti'nin İran'ın bir ulus olarak çıkarlarını yansıtan gerçekçi bir savunma doktrini geliştirmekte başarısız olduğuna çevrildi. Bu trajik olay gerçekleştirilen tatbikatta, İslam Cumhuriyeti'nin kimliği belirsiz olan herhangi bir ‘düşmanla’ deniz savaşlarına girme ve çatışmadan zaferle çıkma kabiliyetini test etmek için tasarlanan bir dizi tatbikattan sadece biriydi.
İran'ın füzelere olan düşkünlüğü 1980'lerde Irak ile savaş yapıldığı sırada başladı. Bu savaşta Saddam, füze gücünü ordusunun tekeline almıştı. Şah döneminde füzelere pek ilgi gösterilmedi, çünkü gelişmiş savaş uçakları elde edilebilirdi. Mollalar 1979'da ülkenin kontrolünü ele geçirdiğinde İran bu kabiliyetini kaybetti. Bununla birlikte ülkenin hava üstünlüğü de sona erdi. Diğer taraftan Iraklılar, askerî açıdan az etkisi olan Fransız yapımı Exocet füzelerinin yanı sıra Sovyetler Birliği tarafından yapılan Scud füzesini kullandılar.
Bu füzelerin İran'ın yeni yöneticileri üzerindeki psikolojik etkisi oldukça büyük oldu. Mollaların bakış açısına göre füzeler, fahiş fiyatlardaki savaş uçaklarının maliyetini karşılayabilecek zengin bir düşmana karşı yoksulların silahıydı. Onlardan önce Mısırlı lider Abdunnasır da böyle düşünüyordu. Her ne kadar Abdunnasır, ‘muzaffer’ ve ‘kahır’ füzeleri sayesinde hiçbir askeri kazanım elde edememiş olsa da diğer taraftan propaganda için işine yaradı.
İslam Cumhuriyeti'nin ilk 30 yılında önde gelen isimlerden olan Haşimi Rafsancani’nin hatıratına göre Tahran'da bir füze gücü üssü kurma fikri ilk olarak 1980'lerin ortalarında Kuzey Korelilerin etkisi altında ortaya çıktı. Koreliler mollalara, Rodong balistik füzelerini vermeyi teklif ettiler. İran'ın yeni yöneticileri 1980'lerin ortalarında füzelerin yeni rejimin askeri düzenlemelerinde çok önemli bir unsur olarak ortaya çıktığı bir savunma doktrini geliştirdiler. Bu yeni doktrin, Kuzey Kore askeri kültürünün ve Ayetullah Humeyni'nin ilk İslam savaşlarına dair ‘yanlış anlayışının’ bir karışımıydı.
Humeyni 20 milyon kişiden oluşan bir ordu olarak nitelendirdiği bir öğretiyi formüle etmek istedi. Belki de Humeyni, ABD’ye karşı uzun vadeli bir savaş hayal etti. İran şehitlik için gönüllü olan milyonlarca kişiyle kendini koruyabilir ve Amerikalılar başarısız olurken İran da büyük kayıplara dayanabilirdi.
Bu bağlamda çeşitli tanıklıklara göre hem Rafsancani hem de o zamanki Devrim Muhafızları Komutanı Muhsin Rızayi, İslam Cumhuriyeti'ni füzeler hususunda ‘büyük bir bölgesel güç’ haline getirme fikrini desteklediler. Ardından Humeyni, 1956 yılında Şah döneminde bilimsel ve endüstriyel bir proje olarak başlayan nükleer programa uyguladığı yasağı kaldırarak buna üçüncü bir unsur ekledi. Aradan yaklaşık 30 yıl geçti. Belki de bu doktrinin radikal bir revizyona ihtiyacı vardı. Bugün Humeyni'nin teşvik ettiği ’20 milyonluk ordu’ fikri, İran'daki demografik eğri ve ülkenin büyük ekonomik sorunları göz önünde bulundurulduğunda bir yanılsamadan ibarettir. Muhtemelen Humeyi’nin hayal ettiği gibi bu kadar çok İranlının şehadet için gönüllü olacağına dair bir kanıt yoktur. Belki de son dönemde kötüleşen ekonomik durum, yaptırımlar, anlaşmazlıklar ve petrol gelirlerindeki düşüş ile birlikte nükleer enerji unsuru fuzuli bir hale geldi. Bütün bunlarla birlikte İslam Cumhuriyeti, taktik amaçlı bile olsa nükleer silah edinemez.
Son 30 yılda Tahran, İran'ın gerçek savunma ihtiyaçları ile çok az ilgili olan 3 nesil füze geliştirdi. Çin ve Kuzey Kore her seferinde zamanı geçtiği için stoklarındaki füzelerden kurtulmak için buraya geldi. İran'da çok fazla petrol parası olan ve bunu harcamak isteyen hevesli bir alıcı buldu. İranlı alıcılar, bu füzelerin özellikle Kuzey Kore veya Çin'in ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirildiğini, dolayısıyla İran için işe yaramayabileceğini umursamadılar. Bugün İran, değeri savaş tarihi öğrencilerinin çalışmalarıyla sınırlı olabilecek çok fazla değersiz füzeye sahiptir. Mesela 120 kilometre menzilli, sabit platformlardan ateşlenen ve Çin yapımı C-802 füzesi model alınarak yapılan İran yapımı Nur füzesinin, modern savaşlar söz konusu olduğunda hiçbir değeri yoktur. Kevser 1, Kadir, Nasır gibi diğer füzeler ise geri kalmış bir ülke ile olan savaşta faydalı olabilir. Ayrıca Çin’in anti gemi füzeleri esas alınarak yapılan Rad füzeleri var. Fakat bunların Çinlilerde olduğu gibi sofistike donanmalar tarafından kullanılması mantıklı olurdu. Aynı zamanda burada bir dizi seyir füzesi de bulunuyor. Bunlar arasından en önemli olanı, bin 350 km menzile sahip olan ‘Hafida’ füzesi, en tartışmalı versiyonu ise ‘Ya Ali’dir.
Diğer bir sorun, İran'ın tüm füzelerin kullanımı, bakımı, teknolojisi, eğitimi ve yedek parçalarıyla ilgili olarak Kuzey Kore ve Çin'e olan bağımlılığının devam etmesidir. Ne Pekin ne de Pyongyang'ın İslam Cumhuriyeti'nin provoke edeceği bir savaşa karışmak isteyeceklerine dair hiçbir garanti yok. Kuşkusuz açık bir şekilde varsayımsal bir düşman belirlenmedikçe güvenilir bir savunma doktrini ortaya koymak mümkün değildir. Eğer propaganda tarafı bir kenara bırakılırsa, Tahran'ın savunma doktrininin İsrail ve ABD'ye düşmanlık ile ilgili olması bir tesadüf olabilir. Nitekim Irak'a karşı sekiz yıl süren savaşta her iki ülkenin de İran'a yardım ettiğini belirtmek gerekir.
İsrail ve ABD, her ne kadar Humeyni’nin ortaya koymuş olduğu öğretiyi oldukça kötü ve kabul edilemez buluyor olsalar da İran'ı bir ülke olarak düşmana dönüştürmekle ilgilenmiyorlar. Bugün İran'ın ihtiyacı olan şey, bir devlet olarak güvenliğini sağlamak amacıyla tasarlayacağı ulusal bir savunma doktrinidir.
Velhasıl, mollaların füzeleri İranlıları ve yabancı sivil uçakları vuruyor, fakat İran'ın ulusal güvenliğini garanti edemiyor.