Bülent Şahin Erdeğer
TT

​Zehirli hamaset atmosferi kazandırmaz

Türkiye’de yerel seçimlere kadar tutan bir strateji vardı. Laik ve anti laik çatışmasında militarist baskılarla laikliği savunan dönemin iktidar elitlerine karşı halkın dini değerlerini savunduğu için taban bulmuş ve uzun yıllar boyunca taban desteğini bu motivasyonla sağlamış bir iktidar partisi var. Ancak İktidar partisi bu savunuyu haklar ve özgürlükleri savunma bağlamında yaptığı için toplumda büyük bir teveccüh görmüştü. Bugünkünden ayıran fark burada.
Bugün ise özellikle eski Türkiye’nin en az CHP kadar ana aktörlerinden olan MHP ile girilen ittifak AK Parti’nin gittikçe statükoya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır.
17-25 Aralık ile başlayan 15 Temmuz sürecinde zirve yapan çatışma ne anlama geliyordu? İktidarın, eski ortağı tarafından saldırıya uğramasının faturasını tüm Türkiye ödedi.
İktidar kesimi sadece kendi çizgisini “yerli ve milli” ilan ederek muhalifleri vatan haini, dış güçlerin ajanı, darbeci, Yunanlı gibi suçlayıcı, ötekileştirici, illegalize edici bir dil kullandı. Bu dilin çok daha önceleri kendisine meşruiyet ve taban desteği sağlayan saflaşmanın devamı olduğunu zannediyor. Oysa belirttiğim üzere tam da bu agresif ve ötekileştirici söyleme karşı insan haklarını, özgürlükleri, çoğulculuğu, ortak aklı öne çıkartmıştı. Roller değişmişe benziyor. 
Bu söylemin kendi tabanını bir arada tutmaya yönelik bir strateji olduğu açık. Ama meşruiyetini gün geçtikçe yitiren bir taktik olduğunu ve artık başarısız da olduğunu görmek gerek. Bunun en güzel örneği yerel seçimlerde alınan sonuçlardı.
Ekrem İmamoğlu’na yönelik “Pontus”, “dış güçler” söyleminin halk nezdinde geri teptiği ortadayken bu yanlış dilde ısrar edilmesi ise üzücüdür.
Ülkede oluşturulan milliyetçi otoriterleşmenin ürettiği atmosfer, hukukun ayak bağı görüldüğü, mafyatik yöntemlerin taltif edildiği, mafya babalarının itibar gördüğü bir atmosferdir. Yukarıdan aşağıya doğru yayılan bu gerilim ve ötekileştirme söylemi sosyal medyada daha da zincirlerinden boşalmakta. Şımarıklığın, boşboğazlığın, sorumsuzluğun hamaset ve güç sarhoşluğu ile fark edilememesi içlerinde iyi niyetli insanların da yer aldığı kitlelerin pervasızlaşmasına, kolektif bir kötülüğün parçasına dönüşmesine yol açıyor.
Şiddetin sıradanlaşması, kendinden olmayana insaf ve merhametin yitirilmesi de bu atmosferin sonucu.
O yüzden “acırsan acınacak hale gelirsin” mottosunun bir ayetmiş gibi kılavuz edinilmesi dindar olduğunu söyleyenleri acımasızlaştırıyor, adaletten haksızlığa savuruyor.
Kutuplaştırma ve ötekileştirme atmosferini üreten iktidar elitlerinin bunun sadece kendi altlarını oyduğunu görmeleri gerek.
İmamoğlu’nun Pontus olmadığını bilmelerine rağmen “Böyle dersek oyu azalır” diye düşünmenin sonuçlarını gördük. Ama gelin görün ki hatada ısrar felaket getirir. Şimdilerde de önce ortada olmayan bir darbe söylentisi üretip gereksiz, suni bir gündem üzerinden muhalefet üzerinden baskı kuruluyor.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun erken seçimle ya da başka şekilde ifadesinden kanırta kanırta darbe çıkartmak buna örnek. Oysa konuşmanın bütünlüğünden “erken seçim ya da seçimlerin normal vaktinde olması fark etmez er ya da geç” anlamı olduğu konuşmacının daha sonra yaptığı açıklamalarda da teyit ediliyor. Aynı durum Özgür Özel’in konuşması için de geçerli.
Aslında şunu sormak lazım: Ülkücü, zaman zaman ırkçılığa kayan Türk milliyetçiliği söylem ile İslamcılıktan gelen ama daha sonra muhafazakarlığa dönüşen söylem nasıl birbirine karıştı. Mesela şunu sormak gerekir; Erdoğan’a ilk kez ne zaman “Reis” lakabı takıldı?
“Reis” İslamcı ya da muhafazakar bir jargon değil ülkücü bir jargondur.   
Mafya babalarının hanım ağaların kendilerine yer bulabildikleri bir atmosferde üreyerek gündemi zehirleyen “racon kesme”, “tehdit etme”, “linç etme”nin yüceltilmesi ülkedeki demokratik zemini gittikçe daraltıyor.
Kendi kitlesini motive etmek için böylesi ucuz bir yola başvurmanın doğurduğu sonuçlar maalesef uzun vadede bu ülkeye zarar veriyor.
Tıpkı siyasi rakibini Pontusçuluk üzerinden vurmaya çalışmak gibi, beyhude ve zararlı bir dil de kendinden olmayan herkesi darbeci olmakla itham etmektir.
“Yerli ve milli” sloganını “ahlak”ı bayrak edinenlerin sosyal medyada kadın gazetecilere tecavüz tehdidinde bulunması da, suçu ve kimliği ne olursa olsun bir cenazeyi kabrinden çıkartıp yakmakla tehdit edenler de MHP üst yönetimi bu kişileri görevden alınca yüzleri maskeli askeri üniformalarla açıklama yapabilenler de aynı zehirli iklimin çocukları.
Tam da FETÖ’nün ekmeğine yağ süren bu darbe tartışması öylesine bir hamaset atmosferi üretiyor ki bu yapay tehdide kendini kaptıran kendini bilmezler de canlı yayında yapay kahramanlık naraları atmayı kendilerine hak görebiliyorlar.
Komşularının listesini tuttuğunu söyleyen kişi, tek başına bir densiz değil. Bir densizlik ortamının sonuçlarından sadece biri. Öyle ki kraldan çok kralcı RTÜK Başkanı’nın iktidar cehanının da tepki gösterdiği bu yayını örtbas edici, olağan karşılayan ve himaye eden çıkışı bu zehirleyici atmosferin ağırlığını gösteriyor.