Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Hassan Diyab, Mustafa el-Kazimi değil

Mustafa el-Kazimi’nin Irak Başbakanı seçilmesi ve sonrasında güvenoyu alması, Irak’ın egemenlik kararları üzerindeki gereğinden fazla İran hegemonyası ile göze çarpan önceki Irak politik sürecinde zayıf da olsa bir düzelmenin tohumlarını taşımaktadır.
Bu süreç, Haydar İbadi hükümeti gibi daha önceki İran hegemonyasından kaçış çabaları ile 2009 seçimleri sonrası Nuri Maliki deneyimi gibi siyasi karar üzerindeki muazzam İran kuşatmasına tanık oldu.
Bazıları Lübnan Başbakanı Hassan Diyab ile Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi’yi karşılaştırmayı seviyorlar çünkü ikisi de Lübnan ve Irak’ta İran’ın etkisini azaltmak ya da düzeltmekle ilişkili tek bağlamda iki önemli anı temsil ediyorlar.
Ama bu karşılaştırma yanlış.
Kazimi, İyad Allavi dışında tüm Irak başbakanlarının mensup oldukları İslami Davet Partisi ve diğer klasik siyasal İslamcı Şii partilerinin dinamikleri dışında bir yerden geliyor.
Kazimi, İran’a düşman olmayan ama aynı zamanda siyasi otoritesine boyun eğmeyen bağımsız bir Irak inşa etme gayretindeki Irak ulusal çizgisinde yer alan şahsiyetlerden hatta önde gelenlerinden biri olarak biliniyor.
Politik olarak Ahmet Çelebi ile Iraklılar için tartışmalı bir figür ve hakkında çok sayıda soru işaretleri bulunan Irak Bellek Vakfı’nın kurucusu Kenan Makiya’nın kanatları altında faaliyet gösterdi. Irak İstihbarat Kurumu başkanı olarak Washington, ABD’li ve genel olarak Batılı istihbarat çevreleri ile güçlü bağlar ördü. Bu nedenle her zaman İran’a bağlı milis güçlerinin özellikle de Hizbullah Tugaylarının eleştirilerinin ve kampanyalarının hedefinde oldu.
Hizbullah Tugayları güvenlik güçleri içinde sahip olduğu pozisyon nedeniyle kendisini Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta öldürülmesi olayına karışmakla suçladı. Hükümeti kurmasından sonra bile bu suçlamalarını yineledi.
El-Kazimi’nin açıklanan dahili programına gelince, kendisi Irak devriminin taleplerine odaklanıyor. Bunların başında da şunlar geliyor:

  1. 700 Iraklı göstericinin ölümü ve binlercesinin yaralanmasının soruşturulması ve sorumluların cezalandırılması.
  2. Erken parlamento seçimleri üzerinde çalışma
  3. Yolsuzlukla mücadele

Bu üç talep yerine getirilirse, Irak’ta baskı, anayasal kurumlar içinde siyasi karar üzerindeki kontrol ve yolsuzluğa dayanan İran hegemonyasının merkezi yapısı çökertilecektir. Bu üç talebin yanı sıra el-Kazimi’nin ilk günlerinden itibaren kendisi ile temasta bulunduğu dördüncü bir savaş daha var. O da devletin etkisinin Haşdi Şabi’nin etkisine nasıl hakim kılınacağı, bu milis gücünün  Irak devletinin bedeninden ayrılan bağımsız bir kol olmak yerine ona boyun eğmesinin nasıl sağlanacağıdır.
Kazimi’nin Haşdi Şabi yapısı içindeki bölünme hatlarına göre sağına ve soluna dağılmış Haşdi Şabi grupları ile ilk toplantısının görüntüsü oldukça ilginçti. Şii mercii Seyyid Ali Sistani’ye bağlı olan gruplar solunda yer alırken, İran Dini Lideri Ali Hamaney’i taklit eden Irak Hizbullah’ı başta olmak üzere diğer gruplar sağında yer aldılar. El-Kazimi sanki iki taraf arasındaki zorlu buluşma noktasıydı.
Tüm bu politik ve sembolik referanslar doğru ama el-Kazimi’nin yapabilecekleri konusunu son derece dikkatli bir şekilde ele almak yararlı olacaktır. Zira İran, hükümetini kurmadan önce yaşanan her şeyin idrakinde. Kendisini başbakan seçen ve güven oyu veren müzakerelerin ayrıntılarını çok iyi biliyor. Politik düzenleyici General Süleymani’nin yokluğundan sonra Şii evi içinde müttefikleri arasındaki çatışmaları sona erdirmekte başarısız olmasının mevcut hükümeti doğurduğunu biliyor. Fakat İran’ın, siyasi hayatına siyasi partilerin değil İran’a bağlı milis güçlerin başkanlık ettiği Irak’ta en etkili siyasi güçlere sözü hala geçiyor. Ancak Mukteda es-Sadr’ın temsil ettiği karmaşık ve aşırı çelişkili durum bunun dışında.
Lübnan’da ise Başbakan Hassan Diyab, İran’a karşı olan partilerin hiçbir katılımı olmadan tamamen Hizbullah’ın müttefiki güçlerin kurduğu ve kendisine güven oyu verdiği bir hükümete başkanlık ediyor. Hükümet, Hizbullah ve müttefiklerinin Lübnan’ın yaşadığı ekonomik, finansal ve parasal çöküşün sorumluluğunu Hariri’nin siyasi krizine yükleyen anlatısını benimsiyor. Ancak bu anlatı, Hizbullah ve müttefiklerinin gelişebilir bir ekonomiyi kucaklayacak ortama indirilen darbedeki rollerine hiç atıfta bulunmuyor. Ayrıca, Hizbullah’ın müttefiklerinin özellikle de Cumhurbaşkanına bağlı akımın, Lübnan kamu borcunun yaklaşık yarısından sorumlu elektrik sektörünü yönetme ve geliştirme konusundaki artan başarısızlığı nedeniyle kamu borcunun kötüleşmesindeki sorumluluğuna da işaret etmiyor.
Bunun yanında, Irak ve Lübnan arasındaki nesnel farklılıklar da bu tür bir karşılaştırmaya izin vermiyor. Lübnan’da Irak’taki ABD gibi İran’ın varlığını dengeleyen gerçek bir güç bulunmuyor. ABD’nin ülkenin tamamen yutulmasını engelleyecek bir tür denge kurabilen – ki bu aslında İran’ın istemediği bir şey- kararsız gücü ile birlikte Lübnan politik açıdan İran, sahada ise Hizbullah tarafından kuşatılmış bir durumda.
Aynı şekilde Lübnan’daki Şii toplumu, İran hegemonyasına karşı olan ama boyutu bilinmeyen, yakın vadede siyasi bir güce dönüşme kapasitesine sahip olmayan Şii bir elit sınıfın varlığına rağmen İran’ın rolü konusunda birbirine kenetli bir unsurdur. Buna karşılık Irak Şii sahası, temel partiler sistemi içinde veya Irak sivil toplumunun merkezinde olsun çok akıcı, çok yönlü ve çeşitlidir. Irak sivil toplumunun özellikleri, Barolar ve Doktorlar sendikaları, insan hakları komisyonlarının yanı sıra kültür ve sanat çevresinden figürler aracılığıyla protestolar döneminde meydana çıkmıştır.
İran kuşkusuz Irak’ta el-Kazimi hükümetine onay vererek bir geri adım attı ama bu daha çok taktiksel bir adımdı. Irak temel konularda ciddi bir zorlukla karşılaştığını hissettiğinde İran’a baskı yapmak için birçok araca, politik etki kaynaklarına ve sokak gücüne sahiptir. Buna karşılık, Hassan Diyab’ı benzer bir kareye yerleştirmek mümkün değil çünkü Lübnan’da İran hegemonyası neredeyse tamamlanmıştır. Bu nedenle onu kırmak için Hassan Diyab’tan daha büyük bir adım atılması gerekmektedir.
Eğer mutlaka bir karşılaştırma yapılacaksa, İran hegemonyasının seyrini gerçekten düzeltme potansiyeline sahip olma anlamında Lübnan’ın el-Kazimisi, Lübnan’ın eski BM büyükelçisi ve halihazırda BM Uluslararası Ceza Mahkemesi Hakimi olan Dr. Nevvaf Selam’dır.   
İran şu veya bu ülkede taktiksel ve nesnel tavizler verebilir ama onun doğasında geri adım atmak yoktur.
Zira dokunulmazlığının, Irak, Lübnan ve Suriye’de karşı karşıya kaldığı tüm ciddi zorluklara rağmen bu alanlarda hegemonyasını sürdürmesine bağlı olduğunu biliyor. İran sorunun çözümü İran’ın dışında değil içindedir.
İşte Arap “İran’ı disiplin etme hükümetlerinin” doğru pozisyonları tam burada, İran’ı daha fazla kuşatmak, dışarıdan önce içeride yıpratmak için genel olarak uluslararası ve özelde ABD politikalarını destekleme ekseninde dönüyor.
Irak yahut Lübnan’da İran’a daha az eğilimli bir hükümet gibi herhangi bir kazanım, kendisine gereğinden fazla güvenmeden memnuniyetle karşılanmayı ve desteklenmeyi hak eden bir kazanımdır.