Zuheyr el-Harisi
TT

Yaşlanan BM ve reform ihtiyacı

Mevcut küresel durum, artan ABD-Çin çatışmasından ekonomik, sosyal ve sağlık felaketleri ve etkileriyle koronavirüsün etkilerine kadar olup bitenlerin arka planında doğal olarak en iyi durumunda değil. Bu, başta BM olmak üzere uluslararası kurumların rolünü gözden geçirmeye ve reform neşteri altına alınması için kapıyı sonuna kadar aralıyor. Yaşlı uluslararası örgüt (BM) çöktü, krizlerle baş edemiyor ve misyonunu yerine getiremiyor. Bazı büyük devletlerin dar çıkarları ve uluslararası ittifakları nedeniyle çalışmalarda yetersiz kaldı. İlkeleri daha ziyade sloganlar haline geldi.
BM -ne yazık ki- artık standartları olmayan ve boş bir çember içinde dönen izole adalardan (kendisine bağlı organlar) ibaret. Kendisi ile çalışanların ona duyulan güvenin sarsıldığına atıfta bulunmaları da bunun kanıtıdır. Bunun sebepleri yeni değil. Kaldı ki korona nedeniyle şekillenmekte olan yeni bir küresel gerçeklik ile başa çıkmakta olduğumuz bugünde, bilhassa yaşı 70’i geçmiş bir organizasyondan bahsettiğimiz göz önüne alınırsa. BM’nin başarısızlığı arttıkça kendisine karşı sesler de o kadar yükseliyor. Güvenlik Konseyi’nde sorunları ele almaya dönük her başarısız girişimle değişimin kaçınılmazlığına dair çağrılar yenilenecektir.
Koşullar, hadiseler ve dünyanın yaşadığı evrenin hassasiyeti, öze ve mahiyete dokunan radikal reform talep eden çağrılara ivme ve önem kazandırıyor. Çözüm ve çıkışların yokluğu, sorunların çözümünde ardı ardına yaşanan başarısızlıklar ve ertelemeler BM’nin zayıf rolüne damga vuruyor. Belleğimiz askıya alınan dosyalar ve birikmiş krizlerde kayboluyor. Sözgelimi; kronik Filistin meselesi, Kuzey Kore krizi, İran’ın nükleer programı, balistik füzeleri, müdahaleleri ve terörü desteklemesi, Hindistan-Pakistan çatışması gibi. Keza Çin-Tayvan çatışması, Batı Sahra sorunu, Sudan meselesi, Güney Amerika krizleri, doksanlı yıllarda Somali, Ruanda ve Bosna’da barışı koruma misyonu skandalları ve günümüzde Suriye ve Libya sorunları gibi. Mesela Yemen olayları BM’nin yaşadığı dengesizlik, karışıklık ve bocalamayı tartışmasız bir biçimde yansıtıyor. Uluslararası kararlar ve uluslararası hukukun ilkeleri açık ve net olmasına karşın bu konudaki çelişkili ve kararsız tutumu soru işareti olmaya devam ediyor.
BM’nin ardı ardına gelen hataları, birçoklarını yapısını ve Güvenlik Konseyi’nin rolünü, karar alma mekanizmasını yeniden gözden geçirmenin önemini talep etmeye sevk etti. Şikâyet, organlarının idari ve organizasyonel bileşimi ile ilgilidir. Bunun en öne çıkan örneği, BM Anlaşmasının “üyeler arasında eşitlik” ilkesiyle açıkça çelişen veto sistemidir. Buna ayrıca IMF’deki oylama sistemini, krizleri ve uluslararası sorunları yönetecek özel elçilerini seçmekte başarısız olmasını ve bu elçilerin iltimas ve bağlılıklardan etkilenmesini, son olarak da güç dengeleri ve faktörlerinin etkisiyle Güvenlik Konseyi kararlarının askıya alınmasını ekleyebiliriz.
Filozof Immanuel Kant, iki yüzyıl önce, başka bir ülkeye saldıran herhangi bir ülkenin cezalandırılmasına dayanan uluslararası sistemin kurulmasını öneren ilk kişidir. Kolektif bir güvenlik sistemi fikri, uluslararası sistemdeki statükonun yasa dışı bir şekilde ihlal edilmesine izin vermeme ile somutlaşan bir odak noktası üzerine kuruldu. Gerçekten de Avrupa’da yaşanan savaşlardan sonra uluslararası toplumu örgütleme gayesiyle çeşitli formüller aracılığıyla kristalize edildi. Bu süreç, kolektif bir biçimde üye devletlerin güvenliğini sağlamanın kurallarını ve temellerini atan 1648 Vestfalya Anlaşması ile başladı. Bunu 1713 Utrecht Antlaşması ve kolektif güvenlik kavramını uluslararası ilişkiler sisteminin kritik bir bileşeni haline getirerek pekiştiren 1815 Viyana Antlaşması takip etti. 1919’dan 1945’e Milletler Cemiyeti vardı ama misyonunu yerine getirmekte başarısız oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın galibi Müttefik ülkelerin liderleri ABD öncülüğünde 1945 yılında altı temel organdan oluşan Birleşmiş Milletleri kurdular. Bu organlar: Genel Kurul- Güvenlik Konseyi- Ekonomik ve Sosyal Konsey, Vesayet Konseyi, Adalet Divanı ve Genel Sekreterliktir.
Bu tür bilgiler bize örgütün tarihi boyunca gelişimsel formüllere ve kısmi reformlara tabi olduğunu, varlık biçiminin sabit kalmayıp değiştiğini gösterir ki, mevcut reform düşüncesini destekleyen de budur. Birçok kişi, BM’nin mevcut halinde yapısal bir kusur olduğunu, ağrı kesicilere değil radikal bir operasyona ihtiyacı olduğunu kabul ediyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres coşkusuna rağmen göreve gelmesinden bu yana bir fark yaratamadı çünkü sihirli bir değneği yok. Ancak bugün yaşadığımız iklim Guterres’i uzlaşı ve düzenlemelere göre BM’ye işlev kazandırmaya motive edebilir. Özellikle de Rusya’nın geri dönüşü ve Çin’in tartışmalı yükselişi ile kutupların çeşitlenmesinden sonra yeni küresel gerçeklerle uyumlu, tarafsızlık, profesyonellik ve güvenirlilik temelinde BM’ye prestijini geri kazandırmak, yıkım ve yozlaşmanın tahrip ettiği bedenindeki zayıflamayı durdurmaya teşvik edebilir.
Uluslararası sistemi yeniden tanımlamaya, uluslararası politika ve ilişkileri dayatmak için bir denge pusulası oluşturmaya ihtiyaç vardır. Zira bugün dünyanın yaşadığı hızlı değişimler bu sistemin şekline değil yapısına yönelik gerçek reform çağrılarını güçlendiriyor.