Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Hz. Musa ve ‘salih kul’: Bir imtihan arkadaşlığı

Bir peygamber; Hz. Musa…
Bir yardımcı; rivayetlere göre Yuşa…
Bir azık; balık…
Bir yolculuk…
Bir mekân; iki denizin birleştiği yer…
Kendisin Allah katından ilim verilen bir ‘salih kul’; rivayetlere göre Hızır…
İç yüzü kavranılmayan olaylar silsilesi…
Ve Sabır…
Ve Hikmet…
Rivayetlerde bildirildiğine göre Musa Peygamber İsrâiloğulları’na hitap etmekteydi. O sırada kendisine; ‘En bilgili kimdir?’ diye bir soru soruldu. O da ‘En bilgili benim’ diye karşılık verdi ve bu söz üzerine Allah onu kınadı. Çünkü o, ilmi Allah’a izafe etmemişti.
Ardından Allah ona; ‘Benim iki denizin birleştiği yerde senden daha bilgili bir kulum var’ diye vahyetti. (Buhari, “İlim”, 45.)
Yani ilk düşülecek not şu ki; ilim Allah’a izafe edilmelidir. Zira “inşallah” demediği için vahyin bir ara kesilmesiyle karşı karşıya kalan bir Hz. Peygambere şahit olmuştuk.(Kehf 18:23-24)
Kıssadaki olayların seyri surede özet olarak şu şekilde anlatılır:
Yanında yol arkadaşıyla beraber bu kişiyi aramaya koyulan Hz. Musa, uzun bir yolculuktan sonra Yüce Allah’ın tarif ettiği yerde bilge kişiyi bulup kendisiyle arkadaş olmak ve ilminden istifade etmek istemiş, fakat o bilge kişiden “Sen benimle arkadaş olmaya sabredemezsin” karşılığını alınca, Hz. Musa her ne olursa olsun sabredeceğine dair ona söz vermiş ve ilim yolculuğu böylece başlamıştır.
İlk yolculuklarında ‘salih kul’, Hz. Musa ile birlikte bindikleri gemiye sebepsiz yere delmesi, Hz. Musa’nın istemsiz bir şekilde tepki vermesine neden olmuştur. Bu tepki sebebiyle daha yolun başında ‘salih kul’, Hz. Musa’yı uyarmıştır.
Hz. Musa’nın verdiği sözü hatırlamasıyla ilim yolculuğu kaldığı yerden devam etmiştir. Daha sonra ‘salih kul’un suçsuz yere bir çocuğu öldürdüğünü gören Hz. Musa, birincisinden daha şiddetli bir şekilde ‘salih kul’a karşı gelmiş ve yine ‘salih kul’un uyarısıyla verdiği sözü hatırlayıp susarak yolculuklarına devam etmişlerdir.
Son olarak aç ve susuz olarak uğradıkları köy halkının kendilerine yiyecek vermemelerine rağmen ‘salih kul’un, köyde yıkık bir duvarı onarması üzerine  Hz. Musa’nın bu duruma da karşı gelmesi ‘salih kul’ açısından bardağı taşıran son damla olmuş, birilikte çıktıkları ilim yolculuğu son bulmuştur.
Fakat bu yolculukta açıklanmaya ihtiyaç duyulan üç farklı olay cereyan etmiştir. ‘salih kul’ bu olayları tek tek neden yaptığını ve bunları yaparken kendi kafasına göre harket etmediğini açıklayarak bu yol arkadaşlığını sonlandırmıştır.(Kehf 18:60-82)
Kıssada anlatılan olayların iç yüzünü, kendi içtihadına göre değil Rabbinin bildirdiği emir ile O'nun bir rahmeti olarak yaptığını izah eden bu ‘salih kul’un kimliği hakkında üç görüş söylene gelmiştir.
Maverdi’ye göre melek; Gazali, Kurtubi, Firuzabadi, İbn-i Kesir gibi âlimlere göre nebî; Beğavi, Razi ve sufilere göre ise velîdir.
Mustafa Öztürk ise Hızır karakterinin mitos/efsane olduğunu ileri sürer.[1]
Seyyid Kutub ise şunları dile getirir:
“Kıssada ‘salih kul’dan ilahi hikmeti temsil etmesi isteniyor. İlahi hikmette ise, yakın sonuçlara, bilinen önermelere yer yoktur. Tam tersine ortaya çıkan sonuçlar, görme kapasitesi sınırlı olan gözlerin göremediği uzak hedeflere göre değerlendirilir. Bu yüzden ‘salih kul’un adının anılmış olmaması, temsil ettiği manevi kişiliğe uygun düşmektedir.” [2]
Bütün bu görüşlerden sonra meseleyi şu şekilde ifade etmek mümkün olur:
“Bir hakikat ki Yüce Allah, Hz. Musa’yı, bir peygamber yahut melek olma ihtimali olan başka bir ‘salih kul’u aracılığı ile bir imtihana ve bu imtihanla bir eğitime tabi tutmuştur. Hz. Musa yolculuk boyunca olayların sadece zahirini bilen birisi olarak itirazlarını dile getirir.”
Tefsirlerde ‘salih kul’un kimliği, buluşulan yerin neresi olduğu, ledün ilminin ne olduğu gibi konuların tartışılmasının yanı sıra çok çarpıcı çıkarımlar da bulabilmek mümkündür. Bunlardan bazılarını hatırlayacak olursak;
Razi, “Tevazu, tekebbürden hayırlıdır” diyerek Hz. Musa’nın ilim/âlim karşısındaki edebine işaret eder.
Beydavi, “İnsanın, sahip olduğu ilimle övünmemesini, kendince hoş olmayan şeyi hemen yadsımamasını ve zâhirde kötü gibi gözüken bir hadisede kendisinin bilmediği gizli bir incelik olabileceğini düşünmesini, sürekli olarak bilgi öğrenmesini, öğreticisine ya da öğretmenine karşı alçakgönüllü ve hürmetkâr olmasını, söylediği sözlerde edebe riayet etmesini, hata yapan kişinin hatasına dikkat çekmesini, hatada ısrar edinceye kadar onu affetmesini ve ancak ısrardan sonra onunla ilişkisini kesmesini” vurgular.
Elmalılı,  bu kıssada “ilim için araştırma yapmak ve yolculuğa çıkmaya bir teşvik delili ve bununla beraber ledünnî ilmin çaba harcamak ve istemekle kazanılmasının mümkün olmadığına” dikkat çeker.
Görünen o ki ilim için evden çıkmak, tedbirli olmak (yanına azık almak), bir yolculuğa katlanmak gerekmektedir. Yaşanacak olayların hikmeti ise ancak Allah katındandır.
Yola çıkarken tercih edilen yol arkadaşının gidilecek yolun zorluğuna ve meşakkatine katlanabiliyor olması, yolculuğun selameti için çok önemlidir. Aksi takdirde yoldan haberi olmayan bir kimsenin, kişiyi yarı yolda bırakmayacağını kimse garanti edemez.
Bu kıssadan öğrenebileceklerimiz;
Yola çıkmak bir kararlılığı ve sabrı gerektirir. Zira yolda türlü türlü zorluk ve meşakketlerle karşılaşılabilir.
Bir yola çıkan kişi yolun gereklerine göre tedbir alıp hazırlık yapmalıdır.
Alim, bilgin her şeyi bilmeyebilir. Bazen alimler de başkalarından bilmediklerini öğrenebilirler. “Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.”[3]
Öğrenmek için bir arayış içine girenler, bu yolda karşılaşabilecekleri bazı sıkıntıları göğüslemeyi de  göze almalıdırlar.
Allah kendi katımızdan ilim verdiğimiz ‘salih kul’larımızdan bir kul” dedikten sonra bu “KUL”un kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Ona tabi olunur. Zira Allah, ona öğretme, geriye kalanlara da ondan öğrenme sorumluluğu yüklemiştir.
Karşılaştığımız veya başımıza gelen bir olayla ilgili hemen karar vermemeli meselenin arka planında bir başka bir boyut olabileceği ihtimalini dikkate alarak “hikmeti” kayramaya gayret etmeliyiz. Zira
“O, ilâhî bilgiyi pratik hayata uygulama yeteneği olan hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmiş ise, ona gerçekten pek çok iyilik bağışlanmış demektir…”[4]
Hakkında hiçbir bilgimiz olmayan şeylere sabretmekte zorlanmamız son derece normaldir. Böyle bir durumda Yüce Allah’ın öğrettiklerini kendimize rehber edinmeliyiz. Zira O, “insana bilmediğini öğretendir.”
Zorlukların üstesinden gelebilme azmimizi ifade ederken “inşallah” diyerek Allah’ın olaylar ve olgular üzerindeki iradesini de hesaba katmalıyız.
Sabırlı davranan ve hikmetle hareket edene hayırların kapısı açılır…
Bize düşen hayırların ve hikmetin verileceği bir cehd içinde olmaktır.
Bunu gerçekleştirebilene hakikat kapılarının nasıl açılacağını üstat Sezai Karakoç “Hızırla Kırk Saat” adlı çalışmasında şöyle dillendirir;
“...
Suyu arayan adam değil
Suyun aradığı adam ol sen de
Sen doğu olursan güneş sana gelecektir
Sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir.”

[1] Mustafa Öztürk,  Bilge Kul-Musa Kıssası ve İslam Kültüründe Hızır Mitosu, (OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, sayı: 14-15, ss. 245-281), s.262.
[2] Seyyid Kutub, fi-Zilali'l-Kur'an, Daru'ş-Şurük, Kahire 1992, IV, 2281.
[3] Yusuf 12:76.
[4] Bakara 2:269.