Hazım Sağıye
TT

İşkenceye Arap toplumları arasında sık, Arap siyasi kültüründe ise nadiren rastlanır

Yetmişli yılların sonunda merhum Suriyeli aydın Yasin el-Hafız, yayınlandığında şok eden ve birçoklarını şok etmeye devam eden şu sözleri yazmıştı: “Sömürgecilikle beraber modern Arap deneyiminde ilk kez Arap bireyler, öldürülmeden veya teslim olana kadar kuşatılmadan mevcut bir otoriteye karşı koyma imkanı elde edebildiler. Buradan yola çıkarak kolonyal deneyimin kasıtsız bir şekilde, daha önce siyasi gelenekle tanışmayan Arap toplumunu siyasallaştırma sürecini başlattığını söyleyebiliriz. Ancak sömürgeciliğin sona ermesinden sonra kendisini takip eden modern doğu despotluğu dönemi tersi bir süreci, kolonyal demokrasinin kalıntılarını tasfiye etme, siyaseti toplum hayatından çıkarma veya insanları siyasetten uzak durmaya zorlama sürecini başlattı.”
Beyrut’un onun üzerindeki etkisinden bahsederken el-Hafız, ki bu sırada Suriye’de tutuklu bulunduğu cezaevinden yeni çıkmıştı, şöyle diyor: “Gece ziyaretçileri endişesi uykumu kaçırmadan doya doya uyumaya başladım. Lübnan’da ve sadece orada kitaplarım basılıyor ve yazıların yayınlanıyordu. Bunun da ötesinde, Lübnan sayesinde modern kültür ile sıkı bir bağ kurdum. Eşim ve çocuklarıma karşı gittikçe daha az bir şekilde Doğulu davranmayı onun sayesinde öğrendim.”
Hafız’ın düşünceleri Arap doğu siyasi düşüncesi içinde özellikle de ilk yayınlandıklarında eşsizlerdi. Bunun nedeni de öncelikler sisteminin farklı olmasıydı. Hafız’ın Arap Birliği, Emperyalizmle mücadele, Filistin’i kurtarma ve Sosyalizmi kurmak ilkelerini desteklediği doğru ama bu ilkeler ve destekçileri hakkındaki hükümlerini özgürlüğe yönelik tutumlarına göre verirdi. Bu ölçü sayesinde, benzeri görülmemiş bir cesaretle, sömürgeciliğin olumlu yanlarını kaydedebildi. Yine benzeri görülmemiş bir dürüstlükle, dönemin Lübnan modelinin (diğerlerinin işbirlikçi ve gerici saydığı model) bölgedeki askeri ve milliyetçi modelden üstün olduğunu vurgulayabildi.
Tüm bunlarda Hafız, toplumdan siyasetin kaldırılmasındaki örtülü şiddet, rejimlerinin Filistin’i kurtarma ve kendisine eşlik eden diğer sloganları benimsemekte direten ülkelerde cezaevleri ve zindanlarda bunun ortaya çıkardığı doğrudan, kasıtlı ve organize şiddetle ilgileniyordu. Hafız’a göre daha ilerici olan, siyasete daha çok olanak tanıyıp zulüm ve işkenceden en uzak olandır.
Buna karşılık, geniş akımın düşünceleri, siyaset, özgürlük, zulüm ve işkence meselelerini marjinalleştirdi. Filistin’i kurtarma, “Sosyalizmi inşa etme veya emperyalizmle mücadele sloganlarını yükseltenler tarafından uygulandıklarında bunlara göz yumdu. Bu kişilerin söz konusu sloganları kendisini gerçekten benimseyip benimsemedikleri hatta söyledikleri ile ilgili olup olmadıkları önemli değildi.
Bu yüzden, Arap hayatı zulüm ve işkence eylemleri ile dolu olsa da Arap siyasi kütüphanesi bu tür eserler konusunda son derece fakirdir. Cezaevlerinden kurtulan bazı kişilerin, deneyimleri ve orada yaşadıkları zulümle ilgili etkileyici hatta yaratıcı metinler yazmış oldukları doğru. Yine bazı yazarların, İslam tarihinin önceki dönemlerinin tanık olduğu gibi işkence, zulüm türleri ve araçları ile ilgilendikleri de doğru. Ancak, işkence ve zulmü bir sistem olarak ele alan veya bu olgu ile kendisini kutsal ya da yarı kutsal olarak tanımlanan diğer meseleler lehine görmezden gelen egemen ideoloji söylemler arasındaki bağı açıklayan bir metne neredeyse hiç rast gelemeyiz.
Iraklı yazar Kenan Mekiyye, Saddam Hüseyin döneminde Cumhuriyetul Havf (Korku Cumhuriyeti) adlı kitabı ile belki de bu kuralı bozan ilk kişidir. Semir el-Halil takma adı altında Mekiyye, Saddam rejiminin başat sorununun, aynı zamanda Iraklıların hem akıllarına hem de bedenlerine saldıran, bu çabasında üst düzey bir ustalık ve acımasızlık gösteren zalim bir rejim olması olduğunu söylüyor. Emperyalizm, siyonizm ve diğer meseleler ise bu mesele ile kıyaslandığında rejim için ikincil öneme sahiptir.
Gerçekten de o dönemde Mekiyye (el-Halil), emperyalizm ve siyonizme karşı koyan bir rejim hakkında Batılılar gibi konuştuğu için hakaret ve kötü sözlere maruz kaldı. Daha sonra, Mekiyye’yi karalamak Arap aydınların günlük sporu haline geldi. Çünkü o eleştirel ilkeyi “El-Kasva ve el-Samt” (Zulüm ve Sessizlik) kitabında bu aydınların önceliklerine uygulamıştı. 1991 yılında Saddam’ın Kuveyt’ten çıkarılmasını desteklemiş ve Bağdat’taki zalim rejimin devrilmesini kendisini devirecek olan ABD tarafının kimliğinden daha önemli sayarak ABD’ye “misyonu tamamlama” çağrısı yapmıştı.
Aslında son yıllarda kendilerine verilen öncelikler sistemini değiştiren Arap aydınların sayısı artmaya başladı. Bu en fazla, rejimlerinin yukarıda saydığımız sloganlar ile övünmesini en çok işiten ama aynı zamanda bedenleri ile zulmün en şiddetlisini tadan Suriyeli aydınlar için geçerlidir. İki uç taraf arasındaki karşılaştırma Suriye’de son derece anlamlı ve açıklayıcıydı.
Bu yazarlar arasında en öne çıkan isim, 16 yılını cezaevinde geçiren Yasin el-Hac Salih’tir ve kendisi son olarak şunları yazmıştır: “Suriye’de cezaevine girip önce bir işkenceden geçmeyen neredeyse hiç kimse yoktur. Burada işkence, yapısal ve koordinasyonludur. Tesadüfen uygulanan bir şey değildir. Bu, mahkumların maruz kaldığı küçük düşürmenin de yapısal ve koordinasyonlu olduğu anlamına gelir. İşkenceden sonra Esed rejiminin en ayırt edici özelliği, çok sayıda Suriyelinin cezaevlerinde geçirdikleri ve birbirleri ile yarışan sürelerdir, ki Nazilerin yönetimde kaldıkları sürenin tamamından fazladır. Geçmiş yılların deneyiminin gösterdiği şudur: Esed Suriyesi bir işkence devletidir. İşkencesiz bir Suriye ancak Esedsiz bir Suriye ile mümkündür”.