Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

George Floyd’u kim öldürdü?

George Floyd’un öldürülmesinden günler sonra bu kez mağazalardan birini yağmacılardan korumaya çalışan emekli siyah polis David Dorn kameralar önünde öldürüldü. Dorn, kan kaybederken son nefesini verene kadar kendisine müdahalede edilmeden öylece kaldırımda bırakıldı.
Muhtemelen bu hikaye, yine çirkin bir şekilde öldürülen (nefes almasına izin verilmesi için yalvararak) Floyd’un yarattığı öfkeyi yaratmayacak.
Burada sorulması gereken soru basit: Bunlar neden yaşanıyor?
Ama yanıtı karışık ve iç içe geçmiş unsurlar taşıyor. Irkçılık ve kölelik hakkında çok şey duyduk. Hırsızlık ve yağma görüntülerine, ANFITA Grubu ve kaosçuların müdahalelerine tanık olduk. Tüm tarafların birbirlerini bu olayı kullanmakla suçladığını gördük.
Bütün bu iç içe geçmiş unsurları nasıl yorumlayabiliriz?
ABD’de ırkçılık var. Bu bilindik bir hikaye. Ne var ki yasal olarak sona erdi. İnsanları renklerine, ırklarına ya da uyruklarına göre ayıran hiçbir yasa bulunmuyor. Bu nedenle farklı ırktan ve dinden şahsiyetlerin engellenmeden ya da yasaklanmadan yüksek mevkilere ulaşabildiğini görüyoruz. Kültürel olarak 1920’li yılların ABD’si ile 2020’deki ABD aynı değil. ABD değişti ve bunun en büyük kanıtı Beyaz Saray’da siyah bir başkanın, hem de iki dönem ülkeyi yönetmesidir. Yasalar buna olanak tanısa da toplum kültürel olarak değişmemiş ve ırkçı düşünceler gerilemiş olmasaydı Barack Obama’nın çoğunluğun oyuyla iktidar piramidinin başına geçmesi zordu. Mesela ABD’de beyazlar ile siyahlar arasındaki evliliklerin oranına atılacak hızlı bir bakış, hoşgörü ve kabullenme ilkelerinin ırkçılık düşüncelerinin önüne geçtiğini açığa çıkaracaktır (1980’li yıllardan bu yana beyazlar ve siyahlar arasında evlilik oranları yüzde 5’ten 18’e yükseldi ve artması da muhtemel).
Bu doğruysa, ki rakamlar da kendisini doğruluyor, sanki tarihte bir adım bile atılmamış gibi ırkçılıktan neden daha fazla bahsediliyor? İkinci soru şu: Yağma ve hırsızlık eylemlerine ait tüm bu şok edici görüntüleri ırkçılık nedeniyle mi izledik?
Tanınmış ekonomi profesörü, saygı duyulan ünlü bilim insanlarından Thomas Sowell bu iki soruyu yanıtlıyor. Sowell de siyahlardan. Bu da ırkçılıkla suçlanmadan düşüncelerini açıkça dile getirmesini kolaylaştırıyor.
Profesör Sowell’in dillendirdiği temel düşünce, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda ABD’de ırkçılık günümüzden daha fazla olsa da o dönemde siyahların yaşamı ekonomik açıdan daha iyi olduğudur. 1940’lı yıllarda siyahlar ve beyazlar arasında işsizlik oranları yüzde 10’du. Hatta kimi zaman beyazlar arasında işsizlik oranları bundan daha yüksek olabiliyordu. Aile değerleri güçlü, suç oranları düşüktü. Sowell, gece yarısı Harlem gibi bugün kötü şöhrete sahip bölgelerde yürüyebildiğini, parklarında güvenle uyuyabildiğini hatırlıyor. Bugün bu bölgeler suçluların ve hırsızların kalesine dönüşmüş durumda. Kendisi önce liseyi bıraktı ama ardından ABD’nin ekonomi alanındaki en önemli akademisyenlerden biri olmak için çabaladı ve hedefine ulaştı.
Peki, ne oldu da bütün bunlar değişti? Sowell’e göre bunun nedeni sadece ırkçılık değil. Çünkü o dönemde ırkçılık daha güçlüydü ama buna rağmen siyahların hayatı daha iyiydi. Dönüşüm, 1960'larda sosyal refah programlarının oluşturulması ve hükümetin yardım yasalarını yürürlüğe koymasıyla başladı. O andan itibaren büyük bir dönüşüm yaşandı. Bundan sonra suç, dağılan aileler ve işsizlik oranlarında bir sıçrama gerçekleştiğini görüyoruz. Bu son olarak New York ve Los Angeles sokaklarında gördüğümüz yağma eylemlerine dönüşene kadar gelişti. Sowell, politikacıların sadece siyahların oylarını almak için toplumlarını çökertmek ve umutlarını öldürmek pahasına oyuna dahil olmasalardı siyahların hayatlarının doğru yolda ilerleyeceği ve bugün farklı, daha güçlü bir siyah toplum göreceğimiz konusunda ısrarcı.
Bu bizi üçüncü ve önemli noktaya götürüyor. Eğer bu programlar işsizler, artan mağdur ve suç sayılarının da kanıtladığı gibi bu kadar kötü ve başarısızsa (Şikago'da bu yılın başından bu yana işlenen cinayet sayısı bin 3’e ulaştı) neden iptal edilmiyor? Bu tabii ki akılsızca bir soru ve yanıtı da aşikar. O da seçimler için yararlı olması. Demokrat politikacılar, kendilerine milyonlarca oy getiren programları iptal edecek kadar akılsız değiller. Uzun vadede etkisi kötü olsa da aksini yapmaları, yani programları sürdürmeleri daha mantıklı. Bu programlara ayrıca eski ve yeni politikacıların adaletsizlik duygularını kökleştiren söylemleri de eşlik ediyor. Bu politikacılar, söz konusu krizin en önemli nedenlerinden biri olsalar da adaletsizlik, ırkçılık ve yoksulluk hakkındaki sözleri ile duyguları coşturduklarında her zaman kendilerine kulak verecek kişiler buluyorlar. Bu nedenle Demokrat eyaletlerde valilerin tereddüt ettiğini ve şehirleri gün ortasında yağmaya maruz kalmasına rağmen öfkeli kitleleri daha da öfkelendirebilecek herhangi bir şey söylemekten korktuklarını görüyoruz. Bu kitlelerin desteğini kaybetmekten korkuyorlar. Bu yüzden Floyd’un öldürülmesi gibi olaylar kendinden önceki başkanlar döneminde tekrarlanmış ve birçok kez yaşanmış olmasına rağmen Başkan Trump’a saldırma stratejisini uyguluyorlar.
Aynı şey, kendilerine yüksek izlenme oranlarını garanti edecek tek çare olduğu için bu tür duyguları destekleyen ve kültüre bu tür fikirler aşılayan medya organları için de geçerli. Bu yüzden söz konusu televizyon kanalları, kendilerine gerçekleri olduğu gibi sunan Profesör Sowell gibi siyah şahsiyetleri konuk etmiyorlar. Çünkü söyleyecekleri, medyanın adaletsizlik ve ötekini suçlama kültürü yaratmaya dayanan yöntemleri ile uyuşmuyor. Bu kültür pratik olarak öyle bir ayrışmaya yol açtı ki toplumların içinde işlemedikleri hatalar için özür dileme ve üzüntülerini dile getirme kültürü yarattı. Nitekim yayınlanan bir videoda beyaz bir genç kızın nasıl dizleri üzerine çökerek atalarının yüzyıllar önce işledikleri ve bugünkü durumu ortaya çıkaran suçları için özür dilediğini gördük. Hırsızlar suçlanıp tutuklanmak yerine eski nesillerin hatalarının kurbanları oldukları için mazur görüldükleri bir kültür yaratıldı.
Ne yazık ki bu kültür, ANTIFA ve kaosçular gibi yasa dışı, aşırılık yanlısı grupları kabullenme ve kendilerine sempati duyma hali yarattı. Oysa bu gruplar son yıllarda düşünce ve bilimin fenerleri sayılan köklü ABD üniversitelerinde ifade özgürlüğünü engellemek için şiddete ve güce başvuruyor. Ayrıca bundan daha fazlasını da hedefliyorlar: Polisleri katil ve saldırgana dönüştürerek devletten meşruiyetlerini çekip almak.
Yukarıdakilerin hepsi başlangıçta sorduğumuz basit sorunun farklı yanıtlarıdır. George Floyd’un öldürülmesinin yarattığı tüm bu öfke ile emekli siyah polis Dron’un öldürülmesine karşı gösterilen bu sessizliğin nedenini anlamaya yardımcı olmaktadır.