Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Kölelik: Bütün toplumların utancı

George Floyd’un başarısız bir tutuklama girişiminde ölmesinin ardından patlak veren öfke dalgasının azalmasıyla birlikte dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde ortaya çıkan öfkenin başardığı şey hakkında konuşmanın zamanı geldi belki de.
Bu öfkenin büyük bir kısmının boşa gitmesinden korkuyorum. Yine de bu hadise, kolektif hoşnutsuzluk duygularının derinleşmesine katkıda bulunmuş olabilir. Sahip olduğum bu kanaatin ardında aslında iki sebep var.
Floyd'un öldürülmesi her şeyden önce, ABD başta olmak üzere Batı demokrasilerine yönelik saldırılar için daima tetikten bulunan ve bir bahane arayan ‘zulüm tüccarları’ tarafından sömürüldü. Bu tüccarlar George Floyd'u, Amerikan ‘emperyalizminin’ şehidine dönüştürdüler ve ABD’yle birlikte diğer Batılı demokrasilerin de ırkçılığın kalesi olduğu sloganlarıyla protestolar düzenlediler. Ayrıca retorik hilelere başvurarak Floyd'un ölümünü ‘cinayet’ olarak nitelendirdiler ve bu kelimenin Minneapolis'te meydana gelen talihsiz olayla bütünüyle örtüşmediği hususunu göz ardı ettiler.
Floyd öldü, çünkü teknik olarak 20'den fazla ülkede kullanılan bir polis yöntemi bütünüyle yanlış olarak uygulandı. Ancak Floyd’un ölümünden sorumlu olan polis, onu öldürmeyi planlamadı. Bundan dolayı İngilizcede ‘kasıtlı yahut kasıtsız adam öldürmek’ gibi alternatif kullanımlar var.
Başvurulan bir diğer hile ise Floyd'un öldürülmesinin sebebinin ‘koyu tenli’ olmasından kaynaklandığı yönündeki iddiaydı. Bu kimseler, ABD ve Fransa'da ten rengi beyaz ve koyu olması fark etmeksizin söz konusu polis tekniğiyle pek çok kişinin hayatını kaybetmiş olduğunu görmezden geldiler. Dolayısıyla buradaki asıl mesele, ölümle sonuçlanabilecek polis tekniğini gözden geçirme ve terk etme gereği değil mi?
Her ne kadar kendilerini insanlığın savunucuları olarak ön saflara atan kimseler, olayı bir devlet ırkçılığı örneği olarak görseler de gerçekte ırkçılık bir şey, ırksal önyargı başka bir şey ve hatta nefret başka bir şeydir. Irkçılık, 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan küresel bir vizyona işaret eder. Irkçılık, aldatıcı basitliğine rağmen 20. yüzyıla kadar insan türlerinin gerçek anlamda bilimsel bir çalışmanın konusu olmasının önünde engel olarak durdu. İnsanlığı sınıflara ayıran Marksizm gibi diğer ideolojiler de benzer bir etki bıraktı. Irkçı dünya görüşü, modern öncesi dönemde Vestfalya devletlerinin bütününün yapısında bir bileşen olarak yer aldı. Dolayısıyla ABD de bir istisna değildi. Bununla birlikte ırkçılığa karşı savaşan ve bu karşı duran tek büyük ulus devlet olarak bir istisna gibi görünmektedir.
Amerikan İç Savaşı, akabindeki sivil özgürlük hareketleri ve ayrımcılığa karşı mücadele, ırkçılıktan uzaklaşmaya çalışan bir ulusun öyküsünün bölümlerdir. Bu, ABD'nin ırkçılıktan tamamen uzak olduğu anlamına gelmez. Aslında içinde ırkçılık vardır, fakat ırkçılığın onun yapısal bir bileşeni olduğunu iddia etmek haksızlık olur. ABD'nin ırkçı bir ülke olduğunu iddia etmek, yalnızca beyaz ırkçıları ‘beyaz ırkın üstünlüğü’ fikrine teşvik eder.
Zulüm tüccarları bununla yetinmediler ve kötülüğün somutlaşmış bir hali olarak Batılı demokrasileri itibarsızlaştırma girişiminde bulunarak, ırkçı bir ülke olarak ABD’nin Atlantik'in iki kıyısı boyunca köle ticareti yaptığını gündeme getirdiler. Ancak gerçekte kölelik en başından itibaren insanlık tecrübesinin bir parçasıydı ve bazı yerlerde hala mevcut. Koyu tenli Afrikalılar kölelik boyunduruğu altına giren tek grup olmadılar.
Yunan filozof Ksenofon, Helen uygarlığının beşiği kabul edilen Atina nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu kölelerin oluşturduğunu kaydeder. Bu kimseler, Balkanlar ve Küçük Asya'dan gelen beyaz erkekler ve kadınlardan oluşuyordu. İnsanlık tarihinde ortaya çıkan Sümer ve Babil gibi ilk ülkelerin köleleri vardı ve hiçbiri Afrika'dan değildi. Roma İmparatorluğu büyük bir köle gücüne sahipti. Kötü şöhretli General Crassus bir köle tüccarıydı. Aynı durum batı ve kuzey Avrupa'dan köle ticareti yapan Julius Caesar için de geçerli. Spartacus liderliğindeki köle devrimine katılanların neredeyse tamamını Avrupa kıtasındaki mahkumlar oluşturuyordu. Rusya'da kölelik, neredeyse tamamen beyaz ve Asyalı kurbanlarla ilgiliydi. Kölelik çok daha öncesinde Amerika kıtasında büyük bir ticari işti ve bir kez daha hiçbir köle Afrika'dan değildi. Asya'da köle ticareti için büyük bir merkez oluştu. Aynı durum şu anda Özbekistan'da bulunan Hive için de geçerliydi. Afrikalılar bir kez daha Asya'daki bu karanlık ticarette yoktular. Fars ve Osmanlı medeniyetlerinde köleler Kafkasya ve İskandinav bölgesinden geldiler. Aralarında siyah tenli Afrikalılar yoktu.
Koyu tenli Afrikalıları köle olarak tutma uygulaması, Mısır firavunu 2’nci Ramses’le başlamış olabilir. Bundan sonra Hannibal İmparatorluğu'nun parçalanmasının ardından Kartacalılar tarafından Roma'ya köleler ihraç edildi. Romalılar Kuzey Afrika imparatorluklarını ele geçirdikten sonra köleleri getirmek için koyu tenli savaşçıları kullandılar. On yıl içinde köle kaçırma baskınları Çad Gölü'ne kadar uzandı. Bu şekilde Afrikalı akranlarını köle olarak satmak için kaçıran siyah tenli Afrikalıların öyküsü başladı. Kabile liderlerinin ve Afrikalı yöneticilerin izni olmadan hiçbir dış güç Afrika içlerine baskın yapamaz, burayı tükenmez bir köle kaynağı olarak sömüremezdi.
MS 652'de Arap askeri komutanı Abdullah bin Saad, Darfur valisi ile ‘her yıl vereceği altın karşılığında 20 bin köle alacağı’ bir ticari anlaşma imzaladı. Anlaşma 13 yüzyıl boyunca yürürlükte kaldı.
Transatlantik köle ticaretinde koyu tenli Afrika hükümdarları ve kabileleri de yer aldı. Batı Afrika’da yer alan Sokoto’dan Sardona, ‘Portekiz, İngiliz ve Fransız köle tüccarlarına köle satarak’ servet kazandı.
Bu bağlamda Paris'teki Colbert Heykeli'nin kaldırılmasını talep etmek adil görünmüyor. Çünkü Colbert, ticarete kısıtlamalar getirmeyi ve mağdurların birtakım haklardan yararlanmasını sağlamayı amaçlayan bir yasa çıkartan ilk kişiydi. Halklarını köle olarak satan Afrikalı yöneticileri unutuyoruz.
Özetleyecek olursak kölelik, bütün insan toplumlarının etkilendiği yaygın bir uygulamadır. Dört yüzyıl sürmesine rağmen transatlantik köle ticaretindeki kurbanların sayısı, Avrupalı ​​ve Asyalı kurbanlardan daha azdır. Hepimiz kurban yahut cani olarak bu kölelik gerçekliğinde yer aldık. Bu utançtan kurtulmak, ırktan ve renkten bağımsız olarak hepimizin taşıdığı bir görevdir. Ancak bu şekilde mevcut hareketlilik olumlu sonuçlar verebilir.