Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan krizinden çıkış yolu

“Sudan’ın anayasal yönetime geçiş süreci başarısız olma yolunda ilerliyor. Siyasi kurumlara yönelik reform başlamadı. Ülke, kötüleşen bir ekonomik kriz, yaşam koşullarında trajik bir yozlaşma ve yerel düzeylerde patlak veren şiddet olaylarıyla karşı karşıya bulunuyor.”
Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nin bu ay başında yayınladığı raporun özet bölümünün başında yer alan bu giriş cümlesi, art arda gelen krizlerden ve son aylarda işlerin gidişatından son derece şikayetçi olan Sudanlıları şaşırtmadı.
Öyle ki insan, halk devriminden geriye kalan heyecan ve coşkunun da buharlaşmasından ve yerini, devrimi hedef almak için uygun zamanı gözetleyenlerin (ki bunların sayısı çoktur) beklediği düş kırıklığı ve hüsrana bıraktığına tanık olmaktan korkar hale geldi.
Aslında Sudan’da hiç kimse durumun kötü olduğunu ve bu şekilde devam ederse sokakta ya da rejimin içinde bir patlamanın yaşanacağını ve her iki durumda da ülkede bir felaket yaşanacağını inkar etmiyor.
Sudan geçici hükümeti kuşkusuz eski rejimin arkasında bıraktığı kitlesel bir yıkımın oluşturduğu ağır bir miras devraldı ve bu yıkım ile sorunları çözmesi için sabır ve zamana ihtiyacı var. Keza kendisini tüm dünyayı sarsan ve olumsuz etkileri yıllarca sürecek ekonomik koşullar yaratan korona pandemisinin etkileri ile karşı karşıya bulduğu için kötü şanslı da olabilir.
Bütün bunlar anlaşılmakta ve takdir edilmektedir. Ancak bu, askeri ve sivil kanatları ile hükümeti, insanların beklediği kararların birçoğunu almakta ağır ve yavaş davranmasının, birçok şeyi durma noktasına getiren “karşılıklı halat çekme” oyununu oynamasının sonuçlarından ve bunun sorumluluğundan muaf tutmuyor. Aynı şekilde, kaldıraç görevi görmesi ve hükümeti desteklemesi gereken ama ikincil öneme sahip çekişmelere, kota ile ilgili anlaşmazlıklara, konum ve siyasi kazanımlar elde etme manevralarına dalan “Özgürlük ve Değişim Güçleri”ni de sorumluluktan kurtarmıyor.
İşlerin, Başbakan Abdullah Hamduk’un “Özgürlük ve Değişim Güçleri” içinde anlaşmazlıkları çözmek ve çatlakları gidermek için bir komisyon kurmak zorunda kalacağı bir raddeye varması epey gariptir. Oysa bu zamanda bütün dikkat ve çabalar, ezici geçim krizini çözmeye, çöken ekonomik durumu iyileştirmeye, durmuş barış girişimlerinin tamamlamaya, geçiş dönemi gemisini güvenli limana ulaştırmaya odaklanmalıydı.
Başbakan Hamduk’un bu hafta “Özgürlük ve Değişim Güçleri” ile vardığı anlaşma, uygulanırsa işleri düzeltmek için bir fırsat olabilir. Çünkü iki taraf arasında yapılan toplantıdan, sürtüşme ve kota tartışmaların aksattığı sivil valilerin atanması süreci ile Yasama Konseyi’nin oluşumunu hızlandırma, bakanlıkların performansını ölçme, gereken reform ve değişiklikleri gerçekleştirme, silahlı hareketlerle barış sürecinin önünü kesen engelleri kaldırmaya çalışma kararları çıktı. Toplantı aynı zamanda, işlerin tehlikeli bir noktaya ulaştığının farkında olarak ekonomi ve geçim krizlerini de uzun uzun ele aldı.
Hükümet gelecek hafta vatandaşlara doğrudan nakit desteği programı başlatacak. Programın, kişi başına aylık 500 Cuneyh olmak üzere ailelerin yüzde 80’ini kapsaması bekleniyor.
Bu adım çok sayıda ekonomist tarafından, yüksek yaşam maliyeti ışığında vatandaşların yükünü hafifletmekte yararsız olmasının yanı sıra büyük bütçe açığı ve kaynak krizinden muzdarip hükümet üzerindeki yükü artıracağı gerekçesiyle eleştirildi.
Geçen ay devlet memurlarının maaşlarında açıklanan büyük artış gibi bu adım da hükümeti bekleyen en tehlikeli karara zemin hazırlamak için atılmış görünüyor. Bu adım ise, yakıt ve buğday sübvansiyonlarını kaldırmak.
Bu, Dünya Bankası ve IMF'nin gerekli gördükleri ve Sudan'ın borç affından yararlanmasının  önünü açabilecek, hükümetin, Sudan’ın “Terörü Destekleyen Ülkeler” listesinden çıkarılması için Washington ile kalan sorunları çözmesiyle de uluslararası kredi ve desteklere kapı aralayabilecek yapısal reform adımlarından biridir. Yakıt, buğday ve ilaç sübvansiyonları hükümete yıllık 4 milyar dolara mal oluyor ve zaten boş olan hazineye büyük bir yük yüklüyor.
Başbakan Hamduk ile Maliye ve Ekonomi Bakanı İbrahim el-Bedevi, ekonomik reform vizyonları kapsamında, uluslararası kurumlardan kredi alma ve borç affından yararlanma fırsatını elde etmek için sübvansiyonları kaldırma adımını destekliyorlar.
“Özgürlük ve Değişim Güçleri”ne gelince, insanların yaşam koşullarını zorlaştıracağı için bu adıma karşı çıkıyor. Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin tutumu, geçmişte böyle bir adımı engelleyen aynı siyasi perspektiften yola çıkıyor.
Peki, bir alternatif var mı?
Gerçek şu ki, alternatifler oldukça sınırlı. Sübvansiyonlar, hükümete kaldıramayacağı büyük bir yük yüklemesinin yanı sıra bu metalarda eksiklikler, tedariki konusunda da ardı ardına krizler yaşanmasına katkıda bulunuyor.
Bunun yanında, bu sübvansiyonlardan daha ziyade muktedir ve varlıklı sınıfların faydalandığı, kendisinin aynı zamanda karaborsayı besleyip bu metalara yönelik kaçakçılığı teşvik ettiği yönünde tartışmalar da var.
Her halükarda, vatandaşları gerçeklerle yüzleştirmek ve ekonomiyi içinde bulunduğu açmazdan kurtaracak programları uygulamak için bu sorun siyasi puanlar ve kazanımlar elde etmeye çalışmak yerine kararlı bir biçimde çözülmelidir.
Alınabilecek başka tedbirler de var, ama bunun için iktidarın sivil ve askeri bileşenlerinin birbirlerine kartlarını açmaları gerekiyor. Güvenlik birimleri, ordu ve hızlı destek kuvvetlerinin sahip oldukları şirketlerin bir süredir gündemde olduğu, finansal kurumlar ile bağışçı ülkelerin de bunlara atıfta bulundukları bir sır değil. Bu şirketler, hazinenin sorununun önemli bir kısmını çözebilecek gelirlere sahip olsalar da Maliye Bakanlığı’nın denetimi dışında bulunuyorlar.
Vatandaşlar üzerlerine düşen vergileri öderken güvenlik birimlerine ait bazı kurumların, sahip oldukları himaye veya Maliye Bakanlığının denetimi dışında olmalarını sağlayan anormal durum sayesinde vergi ödememeleri makul müdür?
İktidarın askeri kanadı daha önce de hükümete geçim krizinin sorumluluğunu yüklemişti. Ne var ki, geçiş yönetimi denkleminin bir ortağı olarak kuşkusuz kendisi de en az hükümet kadar bundan sorumludur. Bunun da ötesinde askeri kanat, ordu ve güvenlik güçlerine ait şirketler konusunu da hükümet ile şeffaf bir şekilde ele almalıdır. Atılan bazı adımlar var ama bunlar çok sınırlı. Hükümet ile Özgürlük ve Değişim Güçleri, insanların sıkıntılarının zirveye ulaştığı bir zamanda, bu konunun etrafından dolanmak veya kendisinden kaçınmak yerine bir adım atıp askeri kanatla birlikte kendisini masaya yatırmalıdırlar.
Bazıları, bu kompleksli konuları gündeme getirmenin ve askeri bileşenle görüşmek istemenin darbe atmosferini körükleyebileceği bahanesine sığınıyorlar. Bu, durumun gerçek bir okumasından ziyade hiçbir şey yapmamayı haklı göstermeye çalışan bir bahanedir.
Oysa  devrimden bu yana var olan iç koşullar ve insanlar arasındaki seferberlik ile Afrikalı ve uluslararası toplumun bu tür maceralara karşı çıkan tutumunun ışığında darbe girişimi en azından halihazırda uzak bir ihtimaldir.
Askeri bileşen iktidarın ortağıdır ve hakları gibi yerine getirmesi gereken görevleri de var. Baskı yapan mevcut koşullar ve insanların yaşadığı geçim sıkıntısı, herkesin kartlarını masaya koymasını, ülkenin bu karanlık tünelden çıkması için sahip olduğu tüm kaynakları seferber etmesini gerektirmektedir.
Bugün Berlin’in ev sahipliği yaptığı Sudan Ortaklıklar Konferansı’na büyük umut bağlayanlar var ama şahsen dışarıdan gelecek sihirli çözümler konusunda iyimser değilim.
Sudan hükümetinin ekonominin dengesini yeniden sağlayabilmesi için acil olarak 8 milyar dolara gereksinimi var ama şu ana kadar Avrupa’nın vaat ettiği yardımlar yarım milyar doları geçmedi.
Bugün daha fazla destek vaatleri gelebilir ancak Sudan’ın sorunlarını çözmek için yeterli olmayacaktır. Korona pandemisi krizi, tüm dünya ülkelerini kendi iç sorunları, finansal ve ekonomik baskıları ile meşgul olmak zorunda bıraktı.
Sudan zenginlikleri ve doğal kaynakları ile bereketli bir ülkedir. Dolayısıyla, iki bileşeni ile devrim hükümetinin ülkeye sunabileceği ve onun için yapabileceği en iyi şey, savaşların, kıtlıkların, siyasi kargaşaların küllerinden doğup kendisine yardım kırıntıları değil yabancı yatırımlar getiren bir kalkınma gerçekleştiren diğer ülkeleri örnek almaktır.
Onlar gibi kendine güvenip yerel ekonomiyi ayağa kaldıracak bir seferberlik başlatmaktır.
Krizleri geçici olarak dindirecek ağrı kesiciler aramak, kendisinden siyasi hesaplar ve manevralar için yararlanmak yerine kalıcı bir çözüme ulaşmanın yolu budur.