Zuheyr el-Harisi
TT

Değer ve güç arasında: Etki silahı

Eskiden beri süregelen bir talep var: “Katı gücü bir kenara bırakmak ve yumuşak gücü etkinleştirmek.”
Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana dünya, barış içinde bir arada yaşama ve kültürlerin iç içe geçmesi çağrısında bulunuyor. Yumuşak güç (soft power) kavramının, dinlerde, insani değerlerde ve normlarda somutlaşmış olan manevi etki ve iknadan ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bugünün dünyasındaki yumuşak güç ise entelektüel, kültürel ve medya etkisiyle bir ülkenin imajını geliştirmek için çabalamak anlamına gelir. Doğu ve Batı kampları arasında 1950'ler ve 1960'larda Soğuk Savaş'ın ortaya çıkmasıyla birlikte bu kavram -özellikle de dış politika söz konusu olduğunda- sıkça kullanır oldu. Sovyetler Birliği o sıra adalet ve devlet refahına odaklanmıştı. Amerika ise kendisini ‘Amerikan rüyasına ve insan refahına’ adamıştı.
Geniş kapsamlı bir değişim ve dönüşümler tek gecede gerçekleşmez. Aynı şekilde değişim ve dönüşümün ölçeği de ilgili alana göre farklılık gösterir. Toplumların farkındalığıyla ilgili olarak da çeşitli seviye ve derecelerden bahsedebiliriz. Dolayısıyla değişimin doğası ile farkındalığın insan düşüncesi üzerindeki etkisi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu şekilde herhangi bir dengesizlik veya zayıflık otomatik olarak genel davranışa yansıyacaktır. Bundan dolayı bir toplumun seviyesini, bu toplumu oluşturan bireylerin hayatın kanunlarını anlama ve bunları özümseme yetenekleri oluşturur.
Yumuşak güç kullanımını talep eden ilk kişiler, politik gücü pekiştirmek isteyen Çinli filozoflardı. Bu arzu son yıllarda entelektüeller, parlamenterler ve politikacılar için bir ideal haline geldi. Bunun en güçlü silah olduğuna ikna oldular. Bu kişiler arasında, kavramın manevi babası olan ABD'li Senatör J. William Fulbright de bulunuyor. Yazılarında Amerika'nın askeri güç kullanarak değil, kültürel ve insan hakları değerlerini teşvik ederek dünyaya örnek olabileceğini söyledi.
Sert ve katı güç (hard power) ise -her ne kadar hala etkin olsa da- bugün artık ‘nüfuz ve kontrol’ alanında en etkili araç değildir. Nitekim yeni medya, sanat, kültür, bilgi ve teknik başarılar gibi diğer araçlar sert güç yönetimine galebe çalmıştır. Askeri işgal veya ekonomik yaptırımlar gibi sert güç kullanımları artık halk tarafından kabul edilen bir etki yaratmıyor. Sert gücün alternatifi olan yumuşak güç ise aynı etkiyi ve belki de daha fazlasını zihinleri etkisi altına alarak yapıyor.
İtalyan düşünür Antonio Gramsci ‘Hapishane Defterleri’ isimli kitabında, kapitalizmin sadece para ve güçle değil, yönetici sınıfın medya ve araştırma kurumları gibi çeşitli araçları aktive ederek insanların zihinlerinde kabul görerek hâkimiyet kurabileceğini söylüyor. Amerikalı siyaset bilimci Joseph S. Nye, bu kavramı 1990'larda bir teori olarak formüle eden ilk kişi oldu. Nye, uluslararası politikada başarı elde etmenin yolunun ‘yumuşak güç’ olduğunu söyledi. Bu teori, baskı ve tehdide başvurmak yerine sosyal, kültürel ve kurumsal sistemin çekiciliğine dayanmayı önermektedir. Bazıları bu kavramı genelliği ve etkilerini belirleme güçlüğü nedeniyle birtakım eleştirilerde bulundu. Böylece yumuşak ve sert güç stratejilerinin bir karışımı olarak görülebilecek akıllı güç (smart power) kavramı çıktı. Bu terim de şerh gerektiren başka bir hikâye.
Her halükârda uluslararası ilişkilerin yönetiminde diplomatik ve kültürel araçların kullanılması zorunlu ve önemli hale gelmiştir. Biz buna yeterince dikkat etmiyoruz. Bunu ülkemizin yararına kullanmak bir lüks değil, bir zorunluluktur. Henüz optimize etmediğimiz düzinelerce faktör, değişken ve cazibe unsuru olabilir. Bunlardan bazıları manevi ilham kaynağı olabilir. Ülkemizin karşı karşıya olduğu sıkıntılar ve zorluklar, bizleri kalıplaşmış resmi değiştirmeye ve çekici bir yöntem aramak için dikkatle düşünmeye sevk ediyor. Suudi Arabistan'da tanık olunan dönüşümlerde ön plana çıkan bir ayrıcalığın bulunduğunu itiraf etmeliyiz. Bu artık bir rüya değil, bilakis her gün dokunduğumuz bir gerçeklik haline geldi. Büyük ve çok yönlü bir etkileşime tanık oluyoruz. Bunun topluma ve başkasıyla olan iletişime ciddi yansımaları olacaktır. Bir şeyleri cazip hale getirmek dışında bizi hedeflerimize ulaştıracak daha iyi bir yol yoktur.