Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Dünyanın bölünmesi: Koronadan sonra Trump ve Çin

İnsanlık toplumunun yazgısında 1 nanometreden daha küçük ama küreselleşmiş dünyamızı yeniden biçimlendirme düzeyinde en etkili koronavirüs salgınını yaşamak da varmış. Halihazırda dünyamız, toparlanmaya ve adaptasyon dışında nihai sonuçlara (aşı ve ilaç) ulaşmadan önce dahi salgın sonrası döneme uyum sağlamaya çabalıyor. Pandemi güvenliği ve krizlerin yönetimine ilişkin daha fazla çözüme ulaşmaya çalışıyor. Bu çabalar temel olarak devletlerin, ikincil olarak da uluslararası toplumun ortak sorumluluğudur.
Ne yazık ki koronavirüsü bizleri sevdiklerimizden mahrum etti. Bugün her birimizin kaybettiği bir yakını veya dostu var ama kesin olan şu ki, bizimle bu gezegen üzerinde yaşamı paylaşan, dar kalıplar dışında insan kardeşliğinin bizi bir araya getirdiği yarım milyon insanı kaybetmiş olduğumuzdur. Bu, korona pandemisini tarihin bu dönemlerinde canlıların yaşadığı en büyük krizlerden biri haline getiriyor. Hepimiz ortak bir şekilde onu düşünüyor, yaşıyor, yazıyor ve kendisinden bahsediyoruz.
Acı ve zorluklarına rağmen pandemiden daha kötüsü, büyük bir bölünmeye yönelen dünyamız üzerinde bırakacağı etkilerdir. Bu bölünme, geçmişte iki blok arasında yaşanan Soğuk Savaşı bile geçerek ABD ile Çin arasında sessiz ve şiddetli bir savaşa evrildi. Dikkat çekici olan, politik ve ekonomik çıkarlar, iktidar, haklar ve kültür kavramları dahil ortak olmayan değerlere rağmen aralarındaki birleşme durumunun egemenliğe saygı düzeyinde son derece yüksek olmasıdır. Koronanın ortaya çıkışından beri, geçmişe bakmak veya geleceğe dönük tahminlerde bulunmak konusunda iki ülkenin pozisyonlarındaki büyük tezatları bu şekilde açıklayabiliriz. Trump ve idaresi ile yükselen popülist eğilim ve içe kapanma politikalarından sonra dahi mümkün olan en uzun süre boyunca dünyaya liderlik etmeye önem veren ABD, Trump döneminin başlangıcında Çin’e karşı çok nazikti.
Öte yandan Çin de Trump için önemli bir faktördü. Çin, Demokrat yönetimleri daha az tercih ediyor çünkü yönetim felsefesi, demokrasi ve insan haklarına değil merkezi otorite aracılığıyla politik ekonomi ve refahı öncelemeye dayanıyor. Çin’in elde ettiği ekonomik ilerleme sayesinde bu model birçok ülke tarafından takdir edilmeye başladı. Kendisini anlamaya ve derinlerine inilmeye çalışıldı. Son zamanlarda daha da parlaması, ABD’de demokrasi deneyiminin iki kamp (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) arasında yaşadığı ergence çatışma halini doğrulayan bir katkıda bulundu. Bunun yanı sıra, İngiltere ve Brexit, Fransa’daki Sarı Yeleklilerden İspanya’da Katalonya’nın ayrılık taleplerine iç dalgalanmalar yaşayan Avrupa ülkeleri gibi diğer bölgelerdeki kırılmaların da altını çizdi.
Dünyanın bölünmesini deklare eden başlangıç, New York’ta salgının büyümesinden sonra Trump ile sağlık sektörü arasındaki ilk buluşma oldu. Trump salgının ilk aşamasında Çin idaresini övmesine rağmen bu ilk buluşma ile korona onun için de bir pandemiye dönüştü. Bundan sonra bir popülist olarak Trump, etkin ve zeki bir biçimde sanal bir düşman yaratarak krizleri aşma politikasına geri döndü. Bu politika, kısa vadeli bir manevra olarak başarılı ama özellikle de ABD büyüklüğünde bir ülkede uzun vadeli bir strateji olmaya uygun değildir. Bunu daha birçok olay takip etti.
En önemlisi, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılmasıydı. Örgüt, siyasi olarak güçlü aktörler arasındaki kutuplaşma, finansman sorunları, küresel krizlere yönelik yaklaşımlar nedeniyle diğer uluslararası kurumlar gibi temelde siyasallaşma sorunlarından muzdarip olsa da pandemi ile itibarı daha da geriledi. Küresel kutuplaşmanın, Çin’in ses getiren yükselişi ve Batı deneyiminin ekonomik düzeyde gerilemesi, Libya meselesi olmak üzere birçok sorunda gördüğümüz gibi siyasi çözümlere yönelik çıkarcı yaklaşımları ile başladığı söylenebilir.
Bütün bunlar, korona pandemisinin kendisini kaos masasına yatırma sürecini hızlandırdığı bölünmenin büyümesine katkıda bulundu. Ayrıca merkezi bir otorite sayesinde ekonomik açıdan ilerlemiş Çin’in elde ettiği sonuçlarına duyulan tutku ile evrensel insan hakları söylemini kışkırtmama, hukuki ve politik egemenliğe müdahale etmeme ilkesiyle silahlanma girişimleri arasındaki belirsizlik durumuna da katkıda bulundu. Bu, Uygur Türkleri krizine yönelik yaklaşımda açıkça görülmüştür.
Çin’in “yumuşak otoriter yükselişe” dayanan yeni politik yaklaşımındaki gücü nedeniyle bu meseleler, bir tür dönemsel çatışmalara dönüştü. Uluslararası konferans ve toplantılarda bu meseleler şöyle bir dillendirilirken ABD’ye düşman ülkelere yatırım yapan Bir Kuşak Bir Yol projesine rağmen yeni güçlü Çin bol bol övülüyor.
Çin’in projesini sessiz bir biçimde hayata geçirme ve diğer tarafları kışkırtmama yeteneği, başta Putin Rusyası olmak üzere yeni güç ve aktörleri cezp etmesine katkıda bulundu. Birkaç yıl öncesine kadar jeopolitik dönüşümleri okuyan hiçbir uzman, Rusya’nın bu boyuta ulaşacağını hayal edemezdi. Bunun nedenlerinin birçok gerilimli bölgedeki müdahaleleri, kritik dosyalar ve vekalet ittifakları ile bağlantılı olacağını tahmin edemezdi. Serbest piyasa politikalarını benimseyen birçok ülke, Batı’da siyasi partiler arasındaki ahlaki düşüşün ciddiyetini, işsizlik, iş fırsatları ve ekonomi gibi temel meselelerdeki çatlakları fark etmektedir. Temel kökleri ile değerler konusundaki uzlaşı ve anlaşmazlığın boyutlarını göz ardı eden uygulamalardaki başarısızlıklar, çıkarcılık ile demokratik değerlere ilişkin politik teoriler arasındaki tezatların ayırdına varmaktadır.
Başkan Trump Çin’in Vuhan şehrinde korona salgını baş gösterdiğinde, “Çin büyük bir ciddiyet ve profesyonellik ile hareket ediyor” demişti. Bu, pandemi meselesinin tamamen siyasallaşmasından sonra Trump kendisinden vazgeçse de B-belki de adil bir tespittir. Pandemi, ülkelerin geriye çekilip içlerine kapanmalarına yol açtı. ABD’de de bu ülkeler arasındaydı. ABD daha pandemi öncesinde gerilim bölgelerinden askeri olarak çekilmeye başlamıştı şimdi de son George Floyd krizi ile iç barışına yönelik kaygılar yaşıyor. Bazı Demokratların utanç verici ve çıkarcı bir şekilde kendisini destekledikleri Floyd krizi, anarşizmin yükselmesini sağladı. Böylece, Seattle şehrinde altı sokağın küçük yaşta gençler tarafından nasıl işgal edildiğini bütün dünya takip etti. Bu görüntüler Ortadoğu’ya Arap Baharı sonrasını ve dünyanın bir anda ortaya çıkışını şaşkınlıkla karşıladığı DEAŞ eyaletlerini hatırlattı. Ancak bu kez benimsenen ideoloji cihatçı değil anarşist ve hedefinde otorite özellikle de polis var.
Bir Alman televizyonuna açıklamalar yapan, Pekin’de karar yapımcılara yakın uzmanlardan Çin ve Küreselleşme Araştırma Merkezi’nden Wang Yao’ya göre, “Çin’deki siyasi elitler, ABD’nin kendilerine sırtını döndüğü konusunda hemfikirler”. Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda 20 yıldır Çin uzmanı olarak çalışan Roland da böyle düşünüyor. Bunun Çin’in yükselişini etkilemesinin yanı sıra dünyadaki siyasi liderliklere baskı uygulayacağını, böleceğini ve kutuplaştıracağını düşünüyor. Gerilimlerin devam etmesi veya politik ekonomide bir salgına dönüşmesi ışığında önümüzdeki ekonomik durgunlukla mücadeleyi baltalayacağını belirtiyor. Özellikle de Trump’ın Çin ekonomilerinden tamamen ayrılma ve bağları koparma politikaları ile ilgili devam eden açıklamaları göz önüne alındığında.
Diğer tarafta Çin’in politik ekonomi, istikrar ve “yumuşak otorite”ye öncelik vererek içeride kontrol ve otoriteyi pekiştirme modeli, normatiftir ve mutlaka kopyalanabilir bir modele dönüştürülmesi gerekmiyor. Ama birçok temel soruyu gündeme getireceğine şüphe yok. Başlangıçlar, var olma, değerler ile çıkarlara ilişkin soruları. Bu nedenle, egemenliklerine, güvenliklerine ve tarafsızlıklarına önem veren ülkeler, pozisyonlardaki bu hızlı değişimleri ve etkilerini derin bir şekilde okuyan uzun vadeli iç ve ulusal stratejilerini inşa etmelidirler. Bilhassa, her düzeyde içeriye yatırım yapmanın, bugün dünyanın tanık olduğu bu büyük bölünmenin geleceğine yönelik politik ön okumalara göre korona pandemisi sonrası aşamanın başlığı haline geldiği göz önünde bulundurulduğunda.