Abdurrahman Şalkam
TT

Libya çöllerinde formasyon ve eylem olarak kabilecilik

Her dönemin kendine özgü politik, sosyal ve ekonomik kavramları ile ifadeleri vardır. Bu dönemde Libya’yı ifade etmek için var olan anlamları ortadan kaldıran ve başka anlamlar taşıyan kavramlar sözcükler kullanılmaktadır. Bugün Libya’da başların üzerinde kurşunlar uçuşuyor ve her yerde patlamalar yaşanıyor. Libya halkının ise kendilerini bu patlama ve kurşunlardan koruyacak bir sığınağı yok. Saygı gereği kendilerine şeyh denilen yaşlıların yaptıkları tek şey, Romalılar zamanından kalma geleneksel kıyafet “el-Cerd” giymek, Batı kesimlerinde siyah, doğuda Endülüslü göçmenlerin getirdiği kırmızı renkli başlığı takmaktır. Libya’da tarafsız olmak isteyenler ise beyaz başlık takarlar.
Ülke içinde politik ve sosyal açıdan “kabile” kelimesini dillerinden düşürmeyen birçokları, özellikle de gençler, bu kelimeyi seçilmiş ve tarihsel, sosyal kökü ile nadiren bağlantılı bir anlamla kaplanmış bir şekilde kullanırlar. Tabi ki kabile yalnızca Arap değil bir insanlık mirasıdır. Fakat büyük ölçüde ve uzun dönemler boyunca geniş Arap bölgelerinde hüküm sürmüştür. İnsanların küçük gruplar halinde suları ile tarım yapabilecekleri, yerden bitirdiği otlar ile hayvanlarını otlatabilecekleri yağmura göre konaklayıp göçtükleri çöl dünyasında ve o geniş düzlüklerde, insanları yönetecek bir devlet ya da anlaşmazlıklarını çözmek için başvurabilecekleri yazılı bir yasa yoktur. Bu nedenle buradaki yaşam, insan faaliyetlerini gereksinimlerine göre düzenleyen bir yasa ve örf yaratır. Burada herkes çoğunlukla dallara ayrılmış aynı sosyal köke aittir. Bu sosyal yapıda bir kişi öne çıkarak başa geçer ve onu yönetir. Kendisini tehlikelerden koruyacak ve onun için yararlı olacak kararları alır. Kimi zaman sahip olduğu sürülere, otlaklara ve kuyulara göz diken diğer sosyal yapılara karşı onu korur.
Çölde su, yaşamın şah damarı hatta nefesidir. Kabile reisi rastgele yerden bitmiş yabani bir ot, sıradan geçici bir şahsiyet değildir. Aksine soyluluğun özel bir dalıdır. Feraset, metanet, uyanıklık, bilgelik, cömertlik ve faziletlilik özeliklerini birleştiren olağanüstü yeteneklere sahiptir. O, siyasi lider, komutan ve herkesin adaletine ve dürüstlüğüne güvendiği yargıçtır. Bu sosyal yapı içinde yaşayanlar kimi zaman bu yapı dışından hiç kimseyi görmeden ve tanımadan yaşar ve ölürler.
Bugün bazı Arap politikacılar, Libya’nın sosyal oluşum haritasını ve bu oluşumun geçmişte oynadığı rolü bilmeden Libya’da kabillerin politik rolü hakkında konuşuyorlar.
Karamanlı hanedanı dönemi de dahil olmak üzere Türk hakimiyeti döneminde Libya’da resmi idare sosyal hayat ve hizmetlerle ilgili ayrıntılarla ilgilenmezdi. Her kabile günlük işlerini ve genel olarak hayatını kendisi idare ederdi. İtalyan sömürgeciliğine karşı savaşta Libyalı kabilelerin oynadığı rolü hatırlatıp buna siyasi bir anlam yüklemeye çalışanlar var ama bu tamamen farklı bir husustur. İtalya ile Osmanlı devleti arasında varılan anlaşma gereği Osmanlı’nın Libya’dan çekilmesinden sonra halk, tepeden tırnağa silahlı ve donanımlı bu istilacıya karşı dayanabileceği siyasi ve askeri bir liderlik veya sosyal bir kaynaktan mahrum olduğunu gördü. Libya’da, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi bir siyasi yapı yoktu. Sosyal olarak var olan tek yapı kabilelerdi. Bu nedenle çok geçmeden kabilelerin askeri ve siyasi uzantıları ortaya çıkmaya başladı. İşgalci İtalyan kuvvetlerine karşı doğu bölgesinde kabilelerin oynadığı rol, gerçekçi anlayışlara dayalı yenilikçi bir askeri konumlandırma idi. Doğuda kabileler, İtalyanlara karşı sürdürdükleri ve uzun yıllar süren savaşlarda birçok zafer elde ettiler. Batı ve güney bölgelerinde de kabileler tek başlarına veya çoklu ittifaklar aracılığıyla işgal dönemi boyunca İtalyan ordusuna karşı savaştılar.
Bu aşamada liderler ulusal bir yapı kurmak gerektiğini fark ettiler ve bunun sonucunda Trablus Cumhuriyeti kuruldu ama kabileler arasındaki ihtilaflar nedeniyle çok uzun yaşamadı. Bugün Libya’da kabile kavramı, konum, oluşum, değerler sistemi, liderin, yani kabile reisinin yanı sıra bilge kişiler ile ileri gelenlerin varlığı olsun geçmişte olduğundan farklıdır. Haritalar tamamen değişti. Para ve değişen çıkarlar etkili olmaya başladı. Kabileler içinde geniş ve uzun bölünmeler yaşanıyor. Kabilenin bir kolu diğer bir koluna hatta kardeş kardeşe karşı savaşıyor. İdeolojik bağlılıklar kabilelerin dalları ve uzantıları arasındaki patlayıcılar gibi. Bir bölgeye ait olmak ile bir kabileye mensup olmak arasında büyük bir karmaşa hâkim. Birçok kişi mensubu oldukları kabileye değil de yaşadıkları bölgeye atıfta bulunan adlar taşıyor. Bazı kabileler küçük yapılara ayrılmış bir durumda ve bunlar arasında nadiren bir iletişim bulunuyor.
Libya ile Afganistan’ı karşılaştıranlar iki ülkenin sosyal dokusundan habersizdir. Libya’da yıllardır ve en başından bu yana silahlı unsurların seçimlerinde ve kararlarında kabilelerin hiçbir rolü olmamıştır. Önümüzdeki dönemde de bir rolleri olması mümkün değildir. En başından yani birleşik Libya devletinin kuruluşundan itibaren önemli görevlere getirilecek isimlerin seçiminde mensubu oldukları kabilelerin hiçbir etkisi olmadı. Kral İdris, ilk Başbakan Mahmud el-Muntasir’i sahip olduğu yönetme kabiliyeti ve politik dehası nedeniyle seçmişti. Halefi Sakızlı, Kral İdris’in ulusal birliği takviye etme düzenlemeleri çerçevesinde bu göreve getirilmişti. Ondan sonra başbakanlığa getirilen Mustafa bin Halim de kabilesinin gücü ile seçilmedi. Aksine Kral İdris kendisini Mısır’dan tanıdığı ve çalışkan bir mühendis olduğunu bildiği için seçildi. Abdulmecid Kabar’ın toplumsal bir gücü olduğu doğru ama kendisi aynı zamanda liderlik vasıflarına da sahipti.
Muhammed bin Osman Said, Zeviyye kabilesinin önde gelenlerinden biriydi ama aynı zamanda Fizan’daki Fransız işgaline direnen ve Libya’nın birliğini savunan şahsiyetlerdendi. Hüseyin Maziq, Abdulhamid el-Bakkoush, Muhyiddin Fikini, Abdulkadir el-Badri, Wanis el-Kaddafi, hepsi de siyasi ve idari yeteneklerine herkesin tanıklık ettiği şahsiyetlerdi.
Abdulhamid el-Abbar, Avakir kabilesinin önde gelenlerindendi ama uzun yıllar senatoya başkanlık etmesinin nedeni kabilesi içindeki konumu değil, İtalyan işgaline karşı direnişte oynadığı roldü. El-Abbar, şehitlerin efendisi Ömer Muhtar’dan sonra İtalyanlara karşı direnişin başına geçen isimdi. Bunun yanında siyasi beceri ve deha ile ulusal bilince de sahipti. Krallık döneminde birden fazla kez başbakanlıkla görevlendirilen Hamid el-Ubeydi, Fizan eyaletinin valiliğini üstlenen Ahmed ve Ömer Seyfunnasır, İtalyanlara karşı Libya direnişinin sembol isimlerinden ve ulusal birliği savunan kişilerdi.
Kaddafi döneminde de Devrim Konseyi üyelerinden bakanlara ve başbakana atamalar kabile temelli yapılmazdı. Kaddafi, Zanati Muhammed el-Zanati dışında kendi kabilesinden hiç kimseye yönetici pozisyonlarında görev vermedi. Zanati, İslam Üniversitesi mezunu ve krallık döneminde Temsilciler Meclisi üyesiydi. Yine kendi kabilesinden Ahmed İbrahim Mansur’u enformasyon ve eğitim genel sekreterliğine, İbrahim Ali’yi de idari denetim başkanlığına getirmişti. Kaddafi döneminde başbakanlık için seçilen tüm isimler için kriter, tabi ki her dönemin zorluk ve sorunları göz önünde bulundurularak kabiliyet ve liyakat idi.
Bugün Libya, geçmiş ile krizi teşhis etme, çözüm ve çıkış yolları bulma yeteneğinin yokluk ve eksikliğinin birbirine karıştığı çılgınca bir çatışma ortamı içinde bulunuyor.
Bugün Libya’da kabilelerin rolünden bahsedilirken, tarihsel evreler ve siyasi dağılma göz ardı ediliyor. Oysa bugün geçmişten hatırlamamız gereken kabileler ve rolleri değil, ulusal hoşgörü ve uyuma dayanan yönetim ile Kral İdris’in “Geçmiş bütün acıları ile geride kalsın” sözüdür.
Kabile tarihin deposuna kaldırılan bir kavram haline mi geldi? Tabi ki hayır. Bölgeden bölgeye değişen şekillerde halen varlık göstermektedir ama birbirine bağlılık dolayısıyla eylemsel yönden geçmişte olduğu gibi değildir. Ancak, atalarının Libyalıların karakterine ektikleri bilgelik ve mertlik hala etkilidir.