Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Lübnan ve Velayet-i Fakih mağarasından çıkış

ABD’nin baskısı ve Arapların kendisinden yüz çevirmesi Lübnan’ın İran’a yönelmesine yol açacak mı?
Lübnan, Batı karşıtı olmayan bir ülke olmasının yanı sıra ülkedeki Batı karşıtı milislerin politik kararın büyük bir kısmına egemen olmaları ve İran'ın çoğu Arap ülkesine yönelik saldırgan politikalarında yer almaları dolayısıyla her zaman farklı bir muameleye tabi tutulmuştur. Hizbullah milislerinin Lübnan’ın siyasi yaşamında büyük bir rol oymasına rağmen devlet ve kurumları her daim doğrudan yaptırımlardan kurtuldu. Nispeten büyük planlar ve programlar aracılığıyla yardım kapıları her zaman açık kaldı.
Suudi Arabistan'da İran’ın genişlemeci politikasına karşı bir siyasi elitin yükselişi ve Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelmesinin ardından İran’a karşı maksimum baskı politikası uygulamasıyla birlikte son beş yıl içerisinde köklü bir değişim yaşandı. Tüm bunlar, Başkan Obama yönetimiyle imzalanan nükleer anlaşmanın ardından Tahran'ın sızma politikasını sürdürdüğü bir zamanda yaşandı.
Lübnan, 2015 yılından itibaren siyasi ve ekonomik izolasyona sürükleniyor. Hizbullah'ın Yemen savaşı karşısındaki tutumu ve Suudi Arabistan ve BAE'ye yönelik saldırıların benzeri görülmeyen bir seviyeye yükselmesiyle birlikte durum daha da kötüleşti. Hizbullah rolündeki bu hastalıklı tırmanış, uluslararası toplumun dikkatinden kaçmadı. Uluslararası toplum Lübnan’a yönelik yardımlar için ekonomik reform da dahil olmak üzere bir dizi şart öne sürmüştü. Tüm bunlar, 2019 sonunda Paris'te Lübnan Uluslararası Destek Grubu'nun bildirisinin giriş kısmında yer aldı. Bunların başında, Hizbullah'ın silahlarıyla ilgili 1559 ve 1701 kararlarının yanı sıra Lübnan sınırının belirlenmesine dair 1680 sayılı uluslararası kararın uygulanması geliyor.
Bununla birlikte toplumsal çöküş bunlardan önce geldi ve 17 Ekim'de Başbakan Saad Hariri hükümetini deviren ve Hizbullah'ı yeni bir hükümet kurmaya sevk eden bir halk ayaklanmasına dönüştü. Hizbullah ve müttefikleri ‘bağımsız ve teknokrat hükümet kisvesi altında’ başbakanı seçti ve güven oyu aldı. 1990 yılında iç savaşın sona ermesinden itibaren Lübnan'daki siyasi dengede benzeri görülmemiş bir değişim yaşandı. Lübnan kısa bir süre sonra 2018 yılında Fransa'nın ev sahipliğinde 11 milyar doları aşan hibe ve kredi programını içeren CEDRE Konferansı'nın ardından, devletin iflasını engellemek için Uluslararası Para Fonu (IMF) aracılığıyla ekonomik bir çıkış bulmaya çalıştı.
Lübnan'ın ekonomik çöküşünü kısaca anlattıktan sonra yazının başındaki soruya geri dönüyorum: ABD baskısı ve Arapların kendisinden yüz çevirmesi Lübnan’ın İran’a yönelmesine yol açacak mı?
Hizbullah milislerinin lideri son zamanlarda yaptığı açıklamada, ABD’nin takip ettiği siyasetin partisini güçlendirdiğini söyledi. Bu teori hızlı bir şekilde Foreign Policy’nin sayfaları arasında yerini aldı. Dergi yazarlardan biri, Washington'un Lübnan'ı İran’ın kucağına ittiğini söyledi. Aslında İranlı yetkililer pek çok kez Lübnan'a ‘yakıt, elektrik ve tıbbi malzeme konusunda yardım etmeye hazır olduklarını’ ifade ettiler. Ancak Lübnan’ın temel bileşenlerinin İran'la ilişkilerde güvenli mesafeyi aşmama konusundaki kararlılığı, hazırlıkların resmiyete dökülmesini engelledi. Bu, Lübnan Enerji Bakanı Raymond Ghajar ve Hizbullah’ın hükümetteki müttefik temsilcisi tarafından teyit edildi.
Hizbullah’ın muazzam etkisi, diğer siyasi güçlerdeki müttefiklerinin kendisine tabi olmasını sağlamakta ve Lübnan’ı İran’ın kucağına atmakta yetersiz görünüyor. Tüm bunlar, İran'ın Lübnan ve Lübnanlılara gerçekte neler sunabileceği gerçeğinden bahsedilmesinden önceydi. Gerçek şu ki İran boğucu bir mali krize batmış durumda ve para biriminde tarihi bir çöküşle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca ülkeyi alt üst eden bir sağlık felaketi yaşıyor. İran Sağlık Bakanlığı’nın verileri, son 5 ay içerisinde 25 milyon İranlının koronavirüse yakalandığını ve 35 milyon insanın enfeksiyon riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Ruhani uzun bir kaçışın ardından bunu itiraf etmek zorunda kaldı. Daha da önemlisi ise ülkenin stratejik tesislerdeki patlamalarla ve yangınlarla kendini gösteren ‘ilan edilmemiş bir iç savaşla’ boğuşmasıdır. Bir sonraki ABD başkanı kim olursa olsun İran’ın Trump yönetimi tarafından başlatılan savaşın etkisinden kurtulması çok zor görünüyor. Bu nedenle ABD’nin baskısı ve Arapların kendisinden yüz çevirmesi ile Lübnan’da yaşanan boşluğu doldurması mümkün görünmüyor.
İran Lübnan'da kazandığından daha fazlasını elde edemeyecek. İran’a bağlı bir Lübnan, ekonominin ve siyasetin her alanında bir çöküşün yaşanacağı en kötü durumdur. Lübnan'ı yalnız bırakmak onun İran’ın kucağına düşmesine yol açmayacaktır. Bu durum on yıllarca devam edebilir. Lübnan Venezuela'ya veya Küba'ya dönüşebilir.
Fakat hikayenin başka bir yönü daha var. Lübnan'ı yalnız bırakmak, Lübnanlıların ‘kendi iradeleriyle Velayet-i Fakih mağarasından çıkmaları’ gibi bir zorluğu beraberinde getirebilir.