Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Düşüncenin yenilenmesi konusunda

Altmışlı yıllarda Kahire’de, modern tiyatro oyunlarından biri olan Bertolt Brecht’in “The Good Person of Szechwan” (Sezuan'ın İyi İnsanı) oyununu izlemiştim. Oyunun anlatıcısı bir su satıcısıdır, tanrılar ve bilgelerle yaptığı konuşmalar sonrasında çok geçmeden yanlışı idrak eder ve şu ünlü ifadeyi kullanır:”Dünyanızda bir şeyler yanlış ey Neron.” Çünkü yağmurun altında su satmasının ne mantıklı ne de doğru ve uygun bir yanı vardır.
Çin’in bir köyündeki yaşamın yapısının anlatıldığı bir oyun ile bu yanlışın idrak edilmesinin üzerinden yarım yüzyıl geçti. Bu hatıra bana, Şubat 2002’de Çin’e yapılan bir başka ziyareti hatırlattı. Bu ziyaret sırasında gerek tarihte gerekse de modern çağda ülkedeki ilerlemenin sembollerinden sayılan liman şehri Şanghay’ı da ziyaret etmiştik. Meşhur Mısır merkezli el-Ahram gazetesinden bir grup gazeteci olarak yaptığımız bu ziyaretin amacı, dünyada yaşanan büyük değişimlerden sonra bu ülkede neler değiştiğini araştırmaktı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi, ABD’nin dünyanın tek süper gücü olması, Çin’in büyük yükselişinin başlaması, Asya ekonomik krizinden sonra yine Asya’dan gelen ve dünyayı sarsan bir başka deprem olan Hindistan ve Pakistan’ın nükleer bomba ve silah deneyleri bu değişimlerden bazılarıydı. Bu ziyaret kapsamında Devlet Başkanı Zemin’den Şanghay şehrinin küçük bir ilçesinin (4 milyon nüfuslu) yöneticisine kadar farklı kademelerden birçok kişi ile görüştük. Bahsettiğimiz ilçe, bir önceki yıl 4 milyar dolar yabancı yatırım çekmeyi başarmıştı. Bu rakam şaşırtıcı ve epey büyük olduğundan yöneticiden bize bu kalkınma başarısının hikayesini anlatmasını istemiştik.
Ülkede sosyal pazar ifadesi kullanılmaya başlansa da bildiğimiz kadarıyla Çin “komünist” bir ülkeydi. Dolayısıyla bu başarı hikayesinin birçok soru işareti doğurması ve faktörlerini anlamak için Çinli yöneticiyi soru yağmuruna tutmamız doğaldı. Çin’in kamu sektöründe istihdam, hükümetteki aşırı istihdam, o dönemde 600 milyon olan yoksullar (şimdi sayıları sadece 150 milyon yani nüfusun yalnızca yüzde 10’u) gibi sorunları nasıl ele alındığını bilmek istiyorduk. Peş peşe sorduğumuz sorular ile bir mahallenin bu kadar büyük bir yatırım çekmesini sağlayan nedenler hakkında aldığımız yanıtlardan  duyduğumuz şaşkınlık, yoksul Çinlilerin belirli ve anlaşmalı bir işte çalışmaları şartı dışında Şanghay’a gelmelerinin yasak olmasına verdiğimiz tepki, Kahire’deki koşullar ile buradaki koşullar arasında yaptığımız karşılaştırmalar karşısında Çinli yönetici birkaç saniye susmuş sonra şu yorumu yapmıştı: “Öncelikle düşünceler değişmelidir.”
Çin’deki bu küçük mahallenin bize verdiği ders şuydu: Düşüncede köklü bir değişim gerçekleştirmediğiniz sürece toplumda köklü bir değişimden bahsedemezsiniz. Arap dünyası da son 10 yıl içinde yaşadıklarından sonra böyle bir değişim anı yaşadı. Bu dönemde Arap Baharı adı verilen olaylar ile birden fazla Arap ülkesine yayılan terör örgütlerinin ortaya çıkışına tanık olduk. Bu terör dalgası bölgemizle sınırlı kalmayıp ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi dünya başkentlerine de uzandı ve çok geçmeden terörün, Araplar ve Müslümanlarla bağdaştırılmasına yol açtı. Özellikle de Suriye, Irak, Libya ve Yemen cehenneminden kaçan göçmen kafilelerinin kara ve deniz yoluyla bu başkentlere akmasından sonra. Bu süreçte bazı Arap ülkeleri de derin reformları hayata geçirmeye başladı. Çünkü farklı adları ve türleri ile terör örgütleri ve köktenci gruplarla mücadelenin ancak “dini düşüncenin yenilenmesi” ile mümkün olacağını gördüler. Bu, fırtınadan kurtulan Arap ülkelerini reform yolunda ilerlemeye teşvik etti. Reform yolunda atılan ilk adım, dini kurumları, kadınlar ve azınlıklara karşı aşırılığa dayalı dini metinlerin gerici yorumlarını gözden geçiren bir “dini reform” yolculuğuna çıkmaya teşvik etmek oldu.
Çok zor olsa da yıllar süren çabalardan ve el-Ezher gibi dini kurumlar ile bakanlıkların katılımı ile Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’de bu konuda birçok güzel gelişme görülmeye başladı. Reformun ikinci adımının hedefinde, mevcut dünyadan farklı bir dünya ortaya çıkarmak için ekonomik ve sosyal çevre vardı. Bu alanda yapılan reformlar, çağdaş ve yeni fikirlere açık şehirler sunan dev ve zorlu projeleri daha hızlı bir şekilde tamamlamak için teknolojik ilerlemelerden de yararlandı. Son yıllarda Mısır ve Suudi Arabistan’da bunu güçlü ve açık bir şekilde görmek mümkün. Bu iki ülkede, kadınların ya da azınlıkların kamusal hayattaki katkıları ve ekonomik açıdan büyük değişimler yaşandı.
Üçüncü adım, tarih ve tarihsel keşifler üzerine araştırmalar yaparak ulusal benliğin yeniden keşfetmekti. Diğer bir deyişle, ülkenin eski çağlara uzanan zamansal derinliğini canlandırmaktı. Birkaç yıl önce, Teksas’ın Houston şehrinde Suudi Arabistan’ın eski çağlardaki tarihini anlatan eserlerinin sergilendiği bir sergiye katılmıştım. Bu eserler, Suudi Arabistan’ın Mısır’daki Firavunlar ile Nebati Krallığı ile ilişkilerinden İslam dönemine kadar farklı tarihi evrelerini anlatıyordu. Tarihsel olarak, Mısır’ın 19’uncu yüzyılın başında kendi benliğini keşfetmesi, Hz. İsa’nın doğumundan çok öncesine uzanan bir tarihe sahip olduğunun farkına varması, daha sonra Mısır’ın ulusal devlet oluşumunun önemli bir parçasını oluşturmuştu. Ne var ki, devlet ve dini kurumların yukarıda bahsettiğimiz çabalarına rağmen Arap bölgesi hala fanatik, radikal, sapkın ve terörist fikirlerle dolu. Müslüman Kardeşlerden Lübnan ve Irak’taki Hizbullah’a Şii ve Sünni köktenci örgütler, İran’ın Velayet-i Fakih’e hizmet eden bölgesel rolü, Osmanlı hilafetini yeniden kurmak isteyen Türkiye nedeniyle fikri mücadele, sıcaklığını koruyarak devam ediyor.
Yukarıda bahsettiğimiz girişimlerde eksik olan şey, kimin doğru ve dine yakın olduğu tartışmanın ötesine geçmek için gerekli bilinçli bir sivil düşüncedir. Mısır’ın 19’uncu ve 20’inci yüzyıllarda Memlükler ve Osmanlı’nın ortaçağ düşüncelerinden kurtulması, eğitimin sivilleştirilmesi, kadınların eğitilmesi, coğrafyadan tarih, uluslararası hukuk ve yasama ile diğer alanlarda bilimsel cemiyetlerin kurulması sayesinde mümkün olmuştu. Bugün içinde bulunduğumuz aşamanın anahtarı da budur. Tek fark, yaşadığımız dünyayı keşfetmeye dayalı bilimsel yöne daha fazla odaklanmamız gerektiğidir. Gerçeği söylemek gerekirse şu anda Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’de bilimsel kültürü yaymak için ciddi çabalar yürütülüyor. Sivil meseleleri ele almak için kimi zaman sosyal medya ve sanal ortamlardan yararlanılıyor. BAE’nin güneş enerjisi alanındaki girişimlerine ek olarak Mars’a gözlem uydusu gönderme girişimi, bahsettiğimiz bilimsel yönelimde önemli bir adımdır.
Yine Suudi Arabistan’ın düşük karbonlu bir yakıt geliştirme çabaları da önemli bir bilimsel çabadır. Bütün bunlar, Arap düşüncesini küresel ve evrensel bilimsel düşünce çemberine dahil etmektedir. Bu, Arap vatandaşlarını, hurafeler ve hilelerden uzak ama iman ve Allah ile doğrudan ilişkinin sağladığı ruhsal barışı koruyacak şekilde yeniden şekillendirmektedir. Her ülkede bilimsel ve tarihsel kültür, genel olarak kültürün kendisi farklı bir şekilde gelişir. Her biri, farklı kültürel gelişim deneyimlerine sahiptir. Bilime ek olarak, müzik, edebiyat, şiir ve genel olarak bütün sanat dalları tarafından temsil edilen yumuşak güce de önem verilmelidir. Modern devleti destekleyen ve radikal akımlardan kurtaran geniş çaplı sivil düşünceye kapı aralayan sanatsal ve edebi yaratıcılığı teşvik etmek için farklı yollar keşfedilmelidir.