Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

İslam ve Müslümanlar arasında ayrım yapma hatası

Bu yazı, eleştirileri ve ayıplamayı gerektiren durumlar ortaya çıktığında İslam ve Müslümanlar arasında ayrım yapma gibi genel bir tavrı ele almayı amaçlamaktadır. Eminim ki sizde benim gibi meydana gelen kusurların Müslümanlara ait olduğu ve buradan yola çıkarak İslam’ın bu kusurlardan sorumlu olmadığı ifadesini pek çok kez duymuşsunuzdur. Muhtemelen biz de birçok kez bu ifadeyi kullandık. Bu ifadenin gerçekten ne anlama geldiğine bir göz atalım.
Bu sözün ilk olarak ne zaman ve kim tarafından kullanıldığını bilmiyorum, fakat okumalarımda merhum Rifaa Rafi el-Tahtavi’ye (1801-1873) benzer içerikli bir sözün atfedildiğine rastladığımı hatırlıyorum. Kendisi Avrupa’yı ziyaret etmiş, burada Müslümanların olmadığı bir İslam’ı; doğuya döndüğünde ise İslamsız Müslümanları görmüş. Bunun anlamı Batılıların yaşamlarının temizlik, düzen, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve düşünce özgürlüğü gibi değerlerle karakterize olmasıdır. Bütün bunlar, İslami değerlerin uygulamalarıdır ya da ya da en azından Müslümanlar tarafından saygı duyulan ve uygulanması gereken değerlerdir. Tahtavi Müslüman ülkeleri ziyaret ettiğinde bu değerlerin tam aksinin bulunduğunu gördü ve bu yüzden onların hayatlarının dinin ölçütlerinden ve amaçlarından uzak olduğunu söyledi. Söylemiş olduğunun özü, İslam kendi içinde bütün iyilik ve güzellikleri barındırdığı, fakat Müslümanların bundan uzak olduğudur.
İslam ve Müslümanları arasında fark görmenin duygusal bir tutumdan ibaret olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde asıl tartışılması gereken sorun göz ardı ediliyor. Bana göre takipçileri ve toplumsal bağlamı olmayan bir din düşünülemez. Artık esamesi okunmayan ve unutulan dinlerin bulunduğunu biliyoruz. Çünkü ya takipçileri tarafından terk edildi ya da azaldı ve kalmadı.
İslam dininin ilk referansının Kuran-ı Kerim ve Allah tarafından korunacağı taahhüt edilmiş olan mushaf olduğu doğrudur. Ancak buradaki ilahi korumanın anlamı kıyamete kadar dünyada İslam'a ve Kuran'a inananların bulunacağıdır. İslam’ın fikriyatı Kuran-ı Kerim’de içerilir ve yasalarını açıklayan yüzlerce kitap vardır. Fakat İslam’a bağlılık söz konusu olduğunda dinin takipçileri olmaksızın böyle bir şeyden bahsedilemez. Bir dini ancak takipçilerin o dine olan bağlılıklarıyla ve onların yorumlamalarıyla biliriz.
Bundan dolayı herhangi birinden İslam’ı kısaca anlatmasını istesen, seni İslam alimleri ve imamlarının kitaplarına yönlendirir. Eğer ülkenize bir yabancı gelse ve sizden dininize ilişkin bir şeyler göstermenizi istese, onu ya güzel bir camiye, yetenekli bir vaize götürürsünüz ya da ona İslam’ı güzelce anlatan bir kitap verirsiniz. Eğer birisi İslam’ı çağrıştıran kuşatıcı bir resme bakmak isterse, Mescid-i Haram başta olmak üzere ünlü camilerden birinin resmi ona gösterilir.
Bu örnekler bize dinin, toplumsal gerçeklikte somutlaşmış karşılıkları olmadıkça hayatta kalmayacağını gösterir. Bunun başlıca örneği ise o dine inanmış olan toplumlardır. İslam, sadece kütüphanede tutulan bir kitap değildir; bilakis takipçilerinin yaşamlarına entegre olan, etkileyen ve etkilenen bir kültürdür. Nehrin üzerinde zaman zaman şuradan veya buradan bazı süprüntüler arız olabilir. Bundan dolayı kimi zaman temizlenmesi gerekir. Hz. Peygamber’in hadisinde atıfta bulunulan ‘tecdit’ bununla ilgilidir. Bu tartışmaya ve ilgili problemlere yakında zamanda yeniden döneceğiz inşallah.