Sam Mensa
TT

Güçlendirici ilaçlar Lübnan’ı kurtaramaz

Lübnan’ın birden fazla düzeyde yaşadığı varlık krizlerinin ortasında Patrik Bişara er-Rai, verdiği bir dizi vaaz ile felaketzede ülkemizin kurtuluşunun iskeletini oluşturduğunu düşündüğü 3 hususu gerçekleştirme çağrısında bulundu: Devletin meşruiyetini yeniden kazanması, tarafsızlık ve BM kararlarının uygulanması.
Maruni Kilisesi liderinin bu çağrısı, destekleyici ve muhalif olsun kendisine gösterilen tepkiler ve benimsenen tutumlar aracılığıyla siyasi monotonluğu kırıp ülkeyi hareketlendirdi. Ne var ki, Patrik’in vaazlarını takip eden tartışmanın, tarafsızlığa odaklanması ve devletin yokluğu meselesini hiçe sayması dikkat çekiciydi. Keza, meşruiyeti yeniden kazanma meselesi, Lübnan’ın kolektif bilincinde ve bilinçdışında, ötesine geçilemeyen veya düzeltilemeyen hatta tartışılamayan bir gerçeklik haline gelmiş gibi kendisini büyük ölçüde ihmal etmesi de.
Dikkat çekici bir diğer nokta, Patrik’in kendisinin de doğrudan konuşmak yerine imayı seçmesiydi. Diğer bir deyişle, Lübnan’daki tüm krizlerin “özüne” ışık tutmak yerine söz konusu anayasal ve hukuki kavramlara başvurmasıydı. Burada “krizlerin özü” ile Hizbullah’ın silahını, iç ve bölgesel rolünü, devletin kilit noktalarını kontrol etmesiyle ortaya çıkan iç dengesizliği, ülkeyi bölgesel eksenler politikalarına dahil eden, olumsuz etkilerinin yükü altında acı çekmesine neden olan dış politikalarının açığa çıkardığı dış dengesizliği kastediyoruz.
Yukarıda Patrik’in de açık konuşmadığını söyledik, ancak Vatikan radyosunun kendisi ile yaptığı röportajda er-Rai:” Hizbullah, Lübnan’ın hiç istemediği Arap ve küresel ittifaklara, savaşlara müdahil olarak, Lübnan hükümeti ve politikası üzerinde bir tür hegemonya kurmuş bulunuyor. Bu, oldukça keskin bir ekonomik ve finansal krizi ortaya çıkaran büyük bir siyasi kriz doğurdu. Lübnan’ı tarafsızlaştırmak, bunun tek çözümüdür” diye konuşarak, Hizbullah’ı doğrudan hedef aldı. Ancak, bu sözlerinden sonra ülke içinde başlayan tartışmanın bir zayıf noktası vardı. O da, ilk talebini yani meşruiyetin yeniden kazanılması ve Hizbullah’ın İran’ın bölgesel ajandasını uygulamak için esir aldığı Lübnan devletinin yokluğunu ihmal etmeye devam etmesiydi. Bu, meselenin tamamen anayasal ve kanuni bir sorun ve tek yapılması gerekenin, Lübnanlıların istedikleri tarafsızlık modelini seçmeleri için referanduma gitmek gibi görünmesine yol açtı. Nitekim tartışmalar kapsamında gerçekten de yersiz bir şekilde İsviçre, Avusturya ve İsveç modelleri tartışıldı.
Kendisini bir gerçekliğe dönüştürecek devletin yokluğunda tarafsızlık meselesinin önerilmesi, arabayı atın önüne geçirmek sonra da attan arabayı çekmesini beklemek gibidir. Bu nedenle, Patrik er-Rai’nin devletin meşruiyetini, anayasasını, kanunlarını ve geleneklerini yeniden kazanması gerektiği hakkındaki sözleri, ülkenin ilk olarak siyasi ardından da ekonomik ve finansal sorunlarının çözümünün temel girişidir.
Patrik’in çağrısı ile ilgili herhangi bir ciddi tartışma öncelikle doğru çerçeveye oturtulmalıdır. Diğer bir deyişle, Patrik’in doğrudan Hizbullah’ı hedef aldığını, ondan devlet, kurumları, anayasası ve kanunları üzerindeki demirden yumruğunu kaldırmasını, ülkeyi kendisine benzemeyen eksenlere sürüklememesini talep ettiğini kabul etmelidir. Suriye’de iç savaşın patlak vermesinden sonra Hizbullah’ın Lübnan hükümetinin tarafsız kalma kararını hiçe sayarak savaşa müdahil olması, güçlü devletin yokluğunda Hizbullah rızası olmadan tarafsızlığın hiçbir işe yaramayacağının en iyi kanıtıdır.
Patrik’in sözleri ülkedeki siyasi çekişmenin büyüklüğünü de gösterdi. Bilhassa Şii çevrelerde kendisine karşı başlatılan kampanya, Lübnanlı politikacılar ve din adamları arasında benzeri görülmemiş seviyesizliklere ve tepkilere yol açtı. Risklerin büyüklüğünü göstermeyi ve Lübnan’daki durumun gerçek yüzünü ortaya çıkarmayı başardı. Ayrıca iki hususu da doğruladı:
Birincisi, Şiilerin Hizbullah tarafından esir alınmış oldukları ve onun gölgesinden çıkamadıkları. İkincisi, Hizbullah’ın Hristiyanlar içinde bir grubu kendi saflarına çekmekte başarılı olduğudur. Bu sonuncusu ayrıca, korkunç azınlıklar ittifakı senaryosuna gittikçe daha çok battığımızı da göstermektedir. Bakan Cibran Basil’in Patrik ile toplantısından sonra okuduğu açıklamanın daha önce yazılmış ve hazırlanmış olması, bu talihsiz gerçeği çok iyi açıklıyordu. Açıklama görünüş itibariyle, Patrik’in sözlerini destekliyordu ama içeriği bu sözleri tamamen yerle bir ediyordu. Aynı şekilde, Hizbullah’ın söylemleri ile özdeşleşiyordu. Hizbullah’a göre tarafsızlık, ulusal fikir birliğine ihtiyaç duyan bir konudur ve Lübnan, sahip olduğu güç unsurlarını (yani sorunun temeli olan Hizbullah’ın silahını ve politikasını) korumalıdır.
Bu, Hizbullah ile Özgür Yurtsever Hareketi arasındaki ittifakın derinliğini ispatlarken diğer yandan Başbakan Hassan Diyab da bu ikisi ile tam anlamıyla uyuşan bir pozisyon benimsedi. Bu konuda görüş belirtmeyen sadece Lübnan Temsilciler Meclisi Başkanı kaldı. Onun açıklamasını beklerken, Lübnan’da sorunun artık ölümcül bir zorluğa büründüğünü, Patrik el-Hamide’nin girişimi gibi girişimlerden çok daha büyük bir hale geldiğini söyleyebiliriz.
Konunun aslına yani olmayan ya da esir alınmış devleti kurtarmaya dönecek olursak, gerçek şu ki, Lübnan devleti 1969 yılından beri arızalıdır. Tüm bu süre boyunca ülkenin karar mekanizması yerel değil yabancı güçlerin esiriydi. Bu, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’ın iç işlerine müdahalesi, 1982’de Lübnan’dan ayrılana kadar oynadığı büyük rollerle başlamış, Suriye’nin iki döneme ayrılan müdahalesi ile devam etmişti. Suriye Lübnan’a ilk olarak iç savaş sırasında Hristiyanları kurtarma ve dengeli bir rol oynama gerekçesi ile müdahale etmişti. İkinci müdahalesinde, Suriye ordusu caydırıcı bir güç olarak Lübnan topraklarına girdi ve kuvvetlerini ülke içinde konuşlandırdı. Bu ikinci aşama, Refik Hariri suikastından sonra Lübnan’dan çıkmak zorunda kalan ve karar mekanizmasını yerel kolu Hizbullah aracılığıyla İran’a teslim eden bir işgal aşamasıydı.
Bu noktada, Suriye rejiminin özellikle de Hafız Esed’in 1970’de iktidara gelmesinden sonra benimsediği Lübnan kararını manipüle etme ve ona hükmetme rolünün, İran’ın Lübnan’da genişlemesi ve güçlenmesinin temelini oluşturduğunu hatırlatmalıyız. Gün geçtikçe İran, Lübnan politik ve güvenlik hayatının önemli bir bölümü üzerindeki kontrolünü pekiştirdi. Hizbullah, devleti yutacak kadar büyüdü. Sahip olduğu dev cephanelik, can damarı sayılan rejimi kurtarmak için Suriye iç savaşına müdahil olması da bunun kanıtıdır. 
Dolayısıyla sorun sadece Lübnan düzeyinde çözülemez, İsrail, ABD ve İran arasında zaten var olan savaşın sonuçlarının yol açabileceği bölgesel değişikliklerle bağlantılıdır. Sorunun çözülmesi için var olan bu savaşın, bir tarafın diğerine galip geleceği büyük bir savaşa dönüşmesi gerekmiyor. Keza çözüm, Lübnan’ın çıkarına ve lehine olabilecek bir uzlaşı veya kendisini hayatta tutan ama kurtarmayan gıda, sağlık ve eğitim yardımları dozları değildir.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın birkaç gün önce gerçekleştirdiği ziyaret ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un açıklayacağı söylenen kurtarma planı da bu dozlardan birisidir. Bu olabilecek en olası senaryo gerçekleşirse, sadece Lübnan’ın can çekişmesini uzatacaktır. Çünkü çözüm, Lübnan’ın doğal halini ve rolünü yeniden kazanmasını sağlamaktır. Mülteciler ve göçmenler gibi kendisine gıda ve tıbbi yardım sunmak değil.
Bu noktada, Patrik’in yaptığı çağrının, çeşitli biçimlerde kendisine verilen desteğe rağmen, inisiyatifini dikkate alınacak ve üzerinde durulacak politik bir duruma dönüştürecek bir cephe oluşturabilecek dinamikleri yaratamadığına dikkat çekmeliyiz. Lübnanlı oluşumların çoğu, daha önce görülmemiş bir biçimde, Lübnan’ın tarafsızlığının krizden çıkış olarak zorunlu ve gerekli olduğuna ikna olmuş durumda. Özellikle de bu oluşumların başında gelen, Taif Anlaşması’na sıkı sıkı bağlı olan ve Arap derinliğinden uzaklaşmaktan korkan Sünniler, bahsedilen ve kastedilen tarafsızlığın, Lübnan’ın kimliğini hedef alan bir tarafsızlık değil de kendisini bölgesel ve küresel sorunların dışında tutmayı amaçlayan tarafsızlık olduğunu anlamaya başladılar.
Dolayısıyla Lübnan, uzun zamandır temelini oluşturan, iç savaş ve çatışmalar labirentine girmeden önce anayasası, sözleşmesi ve gelenekleri aracılığıyla siyasi hayatına hükmeden denge politikasına bir an önce dönmelidir. Aksi takdirde, İran ve diğerlerinin birbirlerine gönderdikleri karşılıklı mesajların ve dış güçlerin çıkarlarının çatışma sahası olarak kalacaktır.