Vahdettin İnce
Yazar
TT

Hasankeyf’in adı “Ayayorgi” olsaydı

12 Eylül’ün alev alev günleriydi. Bir İngiliz vatandaşı Müslüman olmuş, kendince İslami olduğunu düşündüğü sarıklı cübbeli kıyafetlerini giyerek bir İslam ülkesi olarak gördüğü Türkiye’yi ziyaret etmeye kalkmıştı.
Heyecanını Müslümanlarla paylaşmak istemiş zahir. Atatürk Havalimanı’nda irtica avına çıkmış polislerin gözünden kaçar mı? Derhal derdest etmişlerdi. Garibim İngiliz neye uğradığını şaşırmıştı.
Havaalanındaki sorgu odasında polislerden biri peş peşe sorduğu sorularla adamın ne tür bir irticai faaliyet içinde olduğunu anlamaya çalışırken, bir başkası da pasaportunu inceliyormuş.
Sorguyu yürüten polis adamın konuşmamasına bir anlam veremiyor tabi. Derken diğer polis pasaportu elinde sallayarak araya girmiş ve “Amirim, adam gavurmuş” demiş.
Polisler hemen en medeni tavırlarını takınarak özür dilemiş ve o kısa zamanda ne kadar yapabildilerse artık Türk misafirperverliğini gösterme yarışına girmiş ve adamı izzeti ikram ile serbest bırakmışlardı.
Olup bitenlere bir anlam veremeyen taze Müslüman İngiliz vatandaşı da “Nereye düştüm Allah’ım, neydi bu yaşadığım” diye içinden geçirmişti.
Bir de trafik kazasında yaralandığı için başı sargı beziyle sarılmış bir adamın yaşadıkları var ki tam bir kara mizah. Polisler ilk başta takke sanıyorlar başındakini. Adamın başındakinin sargı bezi olduğunu anlayana kadar bir dünya pataklamışlar.
Kara mizah olsa da bu bir fıkra değildir. Yüz senelik tarihimizin özetidir. Kemalist iktidarlar her zaman içeriye karşı ceberut, dışarıya, özellikle batıya karşı da alabildiğine kibar olmuşlardı.
Rahmetli dedem kendisine, ailesine faydası olmayan, buna karşılık yabancılara iyi davranmaktan geri durmayan tipler için “Xwe ra kosî gir e xelkê ra masî gir e” (Kendisi için kaplumbağa tutar, yabancılar için balık tutar) derdi. Tam bir Kemalizm özeti.
Bu Kemalist tutum sadece bir ideoloji olarak Kemalizm’e iman edenlere özgü değil, duruş itibarıyla Kemalizm’e karşı olduğunu ileri sürenler için de geçerlidir. Anlayacağınız dışarıya gülücük dağıtıp içeriyi sıkboğaz etmek hepimizin temel davranışı haline gelmiştir.
Sümela Manastırı’nın ziyarete açılacağına ilişkin haberleri okuyunca bunlar aklıma geldi.
Yanlış anlaşılmasın, yabancılara kötü davranılsın ya da Sümela Manastırı gibi başka dinlerin mabetleri onarılmasın yahut ibadete, ziyarete açılmasın demek istemiyorum.
En az onlara gösterilen ihtimam kadar bize de bizim değerlerimize de özen gösterilsin diyorum.
Ayasofya’yı fetihten beri korumuşluğumuzla övündüğümüz gibi, bin yıllık İslami eserleri barındıran Hasankeyf’i de korumuşluğumuzla övünmeliydik.
Ama işte Kemalist refleks devam ediyor, Sümela Manastırı nazlı nazlı ziyaretçilerini beklerken Hasankeyf sulara gömüldü ne yazık ki.
Acaba Hasankeyf’in adı “Ayayorgi” olsaydı yine de sulara gömülür müydü diye sormaktan da kendimi alamıyorum.
Alev alev yanan bir yaz ramazanında dadaş, Cumhuriyet Caddesi’nin gölge vuran tarafında kenar kenar yürüyormuş. Susuzluktan beyni kavruluyormuş.
Lala Paşa Camii’nin serin şadırvanındaki buz gibi suyla abdest alıp öğlen namazını eda ettikten sonra Gürcü Kapı’ya doğru yürüyormuş.
Birden gözüne bir pastanede bir şeyler yiyen bir “utanmaz adam” ilişmiş. En imanı bütün tavrıyla dalmış içeriye “Ola, utanmirsen remezan cünü yemek yiyirsen” demiş ki vaziyeti kavrayan garson atlamış “Ağabec o cavurdur” demiş.
Muzip muzip gülen dadaş, adama “Ola cavur, dininin kıymetini bil” demiş.