Abdurrahman Şalkam
TT

Libya’nın hareketli yolculukları

Develerin günlerce kumların üzerinde yürüdüğü ve tepeliklerden geçtiği kervan yolculuklarında, gece çay eşliğinde durmadan uzayan sohbet halkaları şekillenir. Nesep alimleri kabilelerin ve ailelerin neseplerinden, dallarından, farklı bölgelerdeki varlıklarından, barış ve savaş dönemlerindeki faaliyetlerinden bahsederler.
Halk şairi yolculukların en önemli ve etkili aktörlerindendir. Uçsuz bucaksız görünen çölde neşe, eğlence, coşkunun sesi ve sabrın panzehiridir. Hikayeleri ile yolcuları eğlendiren ve yorgun ağızlardan kahkahaların dökülmesini sağlayan odur. Kervandaki en önemli şahsiyet, kafilenin başıdır. Develerin tamamının ya da çoğunun sahibidir veya develerin sahibi tarafından görevlendirilmiştir. Kafile içinde yorgunluk ve stres nedeniyle şiddete meyledip başkalarına saldırabilecek kişiler mutlaka vardır. Bu nedenle, yolculuğu güvenli kılacak ve bu yolcuları şiddetten caydıracak yiğitlerin varlığı kaçınılmazdır. Kafilenin lideri, deniz ve hava terminolojisi ile kaptandır. Uzun yolculukta takip edilecek yolları belirleyen, kısa ve en güvenilir yolları, su kuyularını bilen harita uzmanı ile birlikte son sözü söyleyendir. Kervan, bütün yapıları ile eksiksiz bir gezgin köydür.
Silahlı kişiler kafileyi, durmadan çöllerde dolaşan, kafilelere saldıran, develer ile yüklerine el koyan, direnenleri öldürmekten kaçınmayan yol kesicilere ve eşkıyalara karşı korurlar. Tabii ki dil, gidilmek istenen hedefe göre ya bir sorundur ya da değildir. Sahil ve Libyalıların – Sudan- adını verdikleri çöl bölgesinde çok sayıda akraba, hafızlar ve tüccarların mallarını sattıkları müşteriler vardır.  Tüm yaşam biçimleri, duyguları ve davranışlarıyla kervan veya gezgin köy zihniyeti ve kültürü, Libyalıların bilinç ve bilinçdışında var olmayı sürdürmektedir. Libya, Akdeniz boyunca uzanan 1750 kilometrelik bir kıyı şeridine sahiptir. Karşı kıyıda her tür malları üreten ülkeler vardır ama çok sayıda gemici ve gemi sahibi olmasına rağmen Libya kültürü ve şahsiyeti deniz kaynaklı değildir. Kuzeyden, Akdeniz üzerinden gelen çok sayıda işgal girişimlerine karşın Libyalılar ile Güney Avrupa adaları ve ülkeleri arasında kültürel ve davranışsal bağlar kurulmadı. İtalya’nın Libya’yı işgalinden önce ya da sonra ne çok ne de az sayıda Libyalı Hristiyanlığı kabul etmiştir. Kıtlık yıllarında bile insanlar, kıyı şehirlerinin çoğunda yaygın bir besin olan balıkları avlamak için denize yönelmediler. Libyalılar, denizin sadece işgalci güçlerin ve kafir sömürgecilerin kaynağı olduğuna inandılar.
Halk şiiri, tarih, barış ve savaşlar, neseplerin divanıdır. Akdeniz'deki yaşam dalgaları Libya kıyılarına vurmamıştır. Keza Libyalıların işgalci İtalyan kuvvetlerine karşı direnişleri de denize uzanmamıştır. Aksine savaş alanları, genişliği ile sömürgecileri on yıllar boyunca yoran ve yıpratan çöller olmuştur.
Libya’daki savaşları yöneten birçok İtalyan komutan anılarını yazmış ve bunların bazıları Arapçaya da çevrilmiştir. Rodolfo Graziani iki kitabı “İadatu İhtilal Fizan” (Fizan’ı Yeniden İşgal Etmek) ve “Barka el-Hadia”da (Sakin Barka) Libyalıların ülkenin dört bir yanında İtalyan işgalci kuvvetlerine karşı yürüttükleri uzun savaşlar hakkında detaylar sunmaktadır. Bu günlüklerde, çöl ve dağları yıllar boyunca onları hiç hayal kırıklığına uğratmayan ve boyun eğmez bir müttefik olarak gören Libyalıların karakterinin yapısı derin bir şekilde okunabilir.
Libyalılar çoğu zaman ihtilafa düşüp karşı karşıya gelirlerdi. Bazıları şu İtalyan generali ya da bu İtalyan yöneticinin tarafını tutarlardı. Ama çok geçmeden tüm ihtilaf ve hassasiyetlerini bir kenara bırakıp tekrar Libyalı müttefikleri ile aynı safta yer almaya dönerlerdi. İtalyanlar, Somali ve Etiyopyalı askerlerle birlikte kendi saflarında savaşmaları için bazı Libyalı unsurlardan oluşan ve “banda” adı verilen (İtalyanca “çete” anlamına geliyor) gruplar kurmuşlardı. Ne var ki mücahitler arasında işgal kuvvetlerine yönelik köklü düşmanlık hiç dinmediği için İtalyan generaller bu gruplar içinde savaşan Libyalı unsurlara hiçbir zaman güvenemediler. Kafile ya da gezgin köy yapısı ve uzun direniş sürecinin ürettiği çarpışma ve ittifaklar, ülkenin tamamında şehirler, köyler, vahalar ve kabileler arasındaki sosyal bileşenler arasında iç içe geçmiş bir mobil değerler sistemi üretti. Libya’da bedevi ve hadari ayrımından bahsetmek, tarihsel ve sosyal bir gerçekliğe dayanmayan hatalı bir ifade ve saçmalıktır. Mezopotamya ya da Mısır gibi insanların kıyısına yerleşecekleri, tarımla uğraşacakları, evler ve taş yapılar ile simgeler inşa edecekleri nehirlerin olmadığı bir ülkede nasıl bu farktan bahsedilebilir. Libya’da Shattah (Kirene), Leptis, Sabratha, Trablus gibi büyük şehirler antik zamanlarda Fenikeliler, Romalılar ve Yunanlılar tarafından inşa edilmişlerdir. Sadece Germa antik kentini eski Libyalılar inşa etmişlerdir.
Libya ekonomik açıdan hiçbir zaman bir tarım ülkesi olmadı. Aksine çağlar boyunca ticaretle uğraşan ve sınırlı ölçüde hayvancılığın olduğu bir toplum oldu. Bu, toplumun tüm taraflarının iç içe geçtiği ekonomik ortaklıklar ve evlilikler kanalıyla bir toplumsal entegrasyon ve kaynaşma durumu ortaya çıkardı. Sınırların dışından gelen ve uzun dönemler boyunca ülkeye hükmeden yabancı hükümdarların egemenliği, insanlar arasında asla kaybolmayan bir duygunun gelişmesine ve dokunmasına katkıda bulundu. O da, hepsinin de küçümsenen, galibin zulmüne maruz kalan ve ona fahiş vergiler ödemek zorunda olan mağlup statüsünü paylaştıklarıdır. Şehir, vaha veya köylerde insanlar; binalarda yaşayıp cadde ve sokaklarda dolaşsalar, ofis ve tarlalarda çalışıp meydanlarda dolaşsalar bile gezgin kafileler kültürünün dayanakları kaybolmadı. Siyasi eğilimleri ve yapıları, tüm tezahürleriyle Libya toplumuna akmayı sürdürdü. Okuma yazma oranlarının az olduğu, emek ve yoksulluk çağında, sınırlı sayıda hafızın ve sufilerin söylemlerinin merkezinde İslam dini vardı. Siyasi söylemlerin ise insanların hayatında yeri yoktu. Bağımsızlığın elde edilip Libya Krallığının kurulmasından sonra dahi bir Libya ulusal siyasi düşüncesi yaratılmadı. Az sayıda orta sınıf seçkinler tarafından kabul edilen ulusal ve dini tezler ise yurt dışından ithal edilmişti ve halkın arasında bir yeri yoktu. Ancak, Bingazi ve Trablus’taki iki şubesi ile Libya Üniversitesinin kurulmasında sonra, farklı bölgelerden Libyalı gençler arasında entegrasyon gerçekleşti.
Bakanlardan biri Trablus’ta bir edebiyat, Bingazi’de de bir bilim fakültesi açılmasını önerdiğinde, bütün bölgelerden Libyalı öğrenciler arasındaki bu entegrasyonun sürekliliğini korumak amacıyla bu öneri bakanlar kurulunda oy birliği ile reddedilmişti. Bölgelerin sınırlarını aşan sosyal kesimleri içeren çeşitli kültürel akımlar ortaya çıktı ama edebiyat ve kültür alanında halk şiiri, halkın genelinin yöneldiği dil olarak kaldı.
Libya’da bedevi ve hadari arasında ayrım yapmak, aralarında bir çizgi çizmeye çalışmak, yumurta kabuğunu sert bir kaya parçasına dönüştürmeye çalışmak gibi beyhude bir uğraştır. Yeni nesiller, mantık dilinde söylendiği gibi, denotasyonel (anlam bilimi) olmayan kelimeleri anlamıyor. Farklı bir zihniyetle düşünüyor ve kendi yarattıkları dili konuşuyorlar. Aynı kendilerinden öncekilerin, geniş hayallerinde kendisini bir yaşam biçimi olarak somutlaştırdıktan sonra yaşadıkları o gezgin yapılarını yaratmaları gibi.