Günümüzde insanlar din-bilim ilişkisi konusundaki eski tartışmalarla ilgilenmiyorlar. Ancak durum her zaman böyle değildi. Muhtemelen bazı okuyucular (özellikle de yaşlılar) Vahiduddin Khan’ın “İslami Meydan Okumalar”, Christopher Morrison’un “Bilim İnanca Davet Ediyor”, Ahmed Zeki’nin “Gökte Allah’la Birlikte”, Halis Calabi’nin “Tıp İnancın Mihrabıdır” ve diğer onlarcası gibi coşkuyla karşılanan kitapları hatırlarlar. Yazarların hepsi kitaplarında, İslam'ın bilime saygı duyduğunu ve yaşamdaki rolünü kabul ettiğini kanıtlamaya çalışıyorlardı.
Fakat öyle görünüyor ki konu savunma ve gerekçelendirme sınırları içinde kaldı ve bir sonraki aşamaya geçemedi. Yani şu sorunun üzerine gidilmedi: Bilime bu kadar yüksek bir paye veren bir din, bilimsel araştırmaların sonuçlarını kabul edip bu sonuçları kendine tatbik eder mi?
Gerçek şu ki, bu soru her zaman davetçilere ve fakihlere yöneltildi. Onlara şunu söylediler: Gerçekten de bu söz doğru olsaydı modern bilim dini düşüncenin yapısında önemli bir unsura dönüşecekti. Eğer bu söz doğru olsaydı herhangi bir bilim adamı da fakihin statüsüne sahip olurdu. Onların fikirleri sıradan insanlar için değil fakihler için de değerli olurdu. Çünkü bir iktisatçı, kendi alanında bir fakihten daha bilgilidir. Bundan dolayı halktan birinin herhangi bir meselede fakihe danışması gibi bir fakihin de alanı dışındaki bir konuda o alanın uzmanına fikir danışması gerekirdi. Bilgi sahibi olmayan birinin bir bilene müracaat etmesi gerektiği gibi akli bir kanıtın dışında halktan insanların şeri konularda fakihe müracaat etmesini zorunlu kılan bir delil yok. Gerçekten bilimin dinde yüksek statüsünün bulunduğuna inanıyorsak, bunun başka bir yerde değil tam da burada izlerini görmemiz gerekir.
Dini ilimlerin okutulduğu okulların müfredatın güncellenmesi yahut diğer bilimlere de merkezi bir rol verilmesi konusunda güçlü bir muhalefetin bulunduğunu biliyorum. Bu okullarda okutulan ilimler genel olarak tefsir, tefsir usulü, dil, mantık, hadis ve cerh-tadildir. Tüm bu ilimler asıl ve merkezdeki ilim olan fıkıh ve fıkıh usulü için bir hazırlık mesabesindedir.
Bilgi teorisi ve felsefi düşüncede ortaya konulan zenginlikle birlikte bir metnin anlaşılmasıyla ilgili olan araçlarda da bir gelişme yaşandı. Bununla birlikte bir metnin geçmiş nesillerin anladığından daha farklı anlaşılmasına yol açan yeni yaklaşımlar ortaya çıktı.
Her ne kadar miras kitaplarında ve metinlerinde bir değişiklik olmasa da ahkam ve icma ile ilgili birçok meselenin gerçekte değiştiğini biliyoruz. Sabit olan bir illetin, hakkında nass bulunmayan hadiselerde bulunması durumunda ilgili hadiseye tatbikini öngören kadim anlayış doğrultusunda bankaların bir faiz kanalı olarak değerlendirilmesi bunun bir örneğidir. Satışın taraflarının veya satış konusu olan bir malın bilinmemesi dolayısıyla geleceğe yönelik bir satımın yasaklanması da böyledir. Ayrıca kadınların devlet işlerini üstlenmeleri ya da kafir beldelere seyahat etmelerinin haram oluşu da bu örneklerdendir.
Ben bilimin ve insan aklının ulaştığı sonuçların insan hayatını şekillendirmesi gerektiği kanaatindeyim. Allah’ın öğrenme yönündeki emrinin ve alimlere müracaat etmenin böyle olduğunu düşünüyorum. Bu, dini bilginin kaynağını oldukça genişletmekle birlikte ‘seçkinlerin dininin’ de anlamlarından biridir. Öte taraftan geçen haftaki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi aslında halkın dinine yakın olan da budur.
TT
Bilimin gerçekten bir değeri olsaydı…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة