Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Kayıp Beyrut’u geri almak

Sanki acı sonların rüzgarı şehri sarmıştı. Morglardaki dolaplar yetersiz kaldığı, yaralıların yanı sıra bazı hastaneler de zarar gördüğü, felaketin boyutu itfaiye, sivil savunma, Kızlı Haç ve sağlık personellerinin kapasitesini aştığı için cesetler sokakta yatıyordu. Kayıp şehir ayrıca bir felaket şehri olmuştu.
Beyrut dün uyandığında daha önce hiç almadığı bir bıçak darbesinin dehşetini algılamaya başladı. Gün, sayısı çok fazla olan cenazelerin günüydü. Azımsanmayacak sayıda kayıpları arama günüydü. Dev hasarları denetleme günüydü. Patlamanın gücü, sütunlara, çatılara, duvarlara, camekanlara, ibadet yerlerine, hastanelere, okullara, kısacası hiçbir şeye acımamıştı. Sanki korkunç ve dev bir katil, şehri öldürmeye karar vermiş ve halkın üstüne kırılmış cam parçaları ve moloz yağdırmıştı. Şiddetli ölüm dozları en kötü zamanda gelmişti.
Lübnan’ın güneşinin batmak üzere olduğu, Lübnanlıların bölgedeki büyük değişikliklere yetişemeyip ülkelerine yeni bir rol icat edemedikleri bir sır değil. Lübnan’da karar mekanizmalarını ele geçirenlerin Lübnan’ı yönetecek kapasitede olmadıkları ya da başka sözlüklere göre hareket ettikleri aşikar. Bu yıla denk gelen 100’üncü yıldönümünde Lübnan’ın iradesi bağlanmış, kurumları bitkin görünüyor. Hadiselerin, kendisini dış güçlerin emellerinden ve iç güçlerin maceralarından koruyacak sağlam direklerden yoksun olduğunu ortaya çıkardığı bu küçük oluşumun, yüz yıl önce işlenmiş bir hata olduğunu düşünenler var.
Yaşlandıklarını itiraf etmemekte diretenler gibi Lübnanlılar da ülkelerinin rolünün gerilediğini kabul etmeyi reddediyorlar. Kendilerine yalan söylüyorlar ama çok geçmeden de hadiseler onların iddialarını yalanlıyor. Ülkelerin rolleri başkalarının onlara hediye ettikleri bir şey değildir. Aksine çaba, sabır, kartların iyi kullanılması ve zamanlama ile üretilen bir şeydir. Geçtiğimiz yıllarla birlikte Lübnan, rolü üzerinde durulmayı hak eden bir aktör olmaktan çıktı. Artık başkaları için değil kendisi için bir tehlike kaynağı haline geldi.
Lübnan’a kendisini geleceğe açık bir pencere olarak sunma fırsatı veren koşullar değişti. Öncü rolünü kaybetti. Düşüncelerin etkileşime girdiği bir laboratuar olmaktan çıkıp bir patlayıcı deposuna dönüştü. Artık hoşgörü konusunda açık bir ders değil ihtilaflarla birlikte yaşamanın dikenli doğasının teyidi oldu. Ülkelerindeki rejimlerin baskısından ya da karar sahiplerinin tahammülsüzlüklerinden daralan kişilerin sığındığı ada, aradıkları açık pencere, nefes aldıkları akciğer olmaktan çıktı.
Bölge değişti ama Lübnan, politikacılarının küçük savaşları arasında gidip gelmeye devam etti. Artık medya, yüksek eğitim ve sağlık alanında öncü, bölgenin bankası değildi. Suikastlar, diz çöktürülen iradeler, müsadere edilip kurumların dışında ve mantığından uzakta, geniş ifadeli anlayışlara ve belirsiz niyetlere yerleştirilen kararların etkisi altında geçen yıllar, rolünün gerilemesini iki kat artırdı.
Deprem işte bu bitkin Lübnan’ı salladı. Şehrin limanı sanki onu öldürmeyi ve onunla batmayı seçti. Ölüm kokusunun yayıldığı korkunç saatlerden sonra, yıllardır limanın ambarlarında depolanan tehlikeli maddelerin süregelen ihmal ile bir şehri susturacak ve savaşı sona erdirecek türde büyük bir bombaya dönüştükleri ortaya çıktı. Lübnanlılar ısrarla kapılarını çalan açlık ile yüzleşmeye hazırlanmaya çalışırken, koronavirüs ve açlık canavarlarını ikinci plana itip duvarları aşan ve evlere sızan bir ölüm ile yüzleştiler.
Dünkü görüntüler arasında en acı ve ıstırap verici olanlar, ebeveynlere ait görüntülerdi. Şaşkınlık, korku ve kaygı, sakinleştirici ve açıklayıcı bir şey duymadan geçen her dakika büyüyen bir dehşete dönüşüyordu. Kayıp şahıs vakaları, bekleme ipine asılı acılar, bir mucize beklentisi ile gözlerin kapılarda beklemesi ne kadar zordur.
Kayıp bir şehirde kayıp şahıslar. Bu sözde mübalağa yok. Lübnanlılar yıllardır başkentlerini kaybetmiş bir halde yaşıyorlar. Artık kararlarının, bir arada yaşamalarının ve birliklerinin doğal merkezi değil. Aksine, ihtilaflarının ve mutlak zayıflık derdi ile boyanmış yaşamın bir sahnesine dönüştü. Beyrut, eridikleri pota, sözleri, fırsatları, kandilleri, özgürlük ve ilerleme vaatleri olduğu Lübnanlıların ellerinden kayarak kayıplara karıştı. Bir pencere olan Beyrut kayboldu, caydırma, korkutma, ihanetle suçlama, ülke ve şehrin doğasını tamamen görmezden gelen sözlük ve ifadeleri dayatma deneylerinin uygulandığı bir Beyrut yaygınlaştı.
Mişel Avn, cumhurbaşkanlığı sarayına kurtarıcı projesini taşımakta başarısız oldu. Seçilme sürecinin koşulları saraydaki ikametinin seyrine egemen oldu. Görev süresinin ve aynı şekilde Lübnanlıların yaşamının 3 yılını boşa harcadı. Göreve ilk geldiğinde eski düşmanları dahil etrafını saran geniş desteğin sunduğu fırsatı kaçırdı. Danışmanları eski komplekslerinden kurtulamadılar. Sahip olduğu birikimleri küçük savaşlarda harcadılar. Yakın çevresinden oluşan halka, nefretleri derinleştirmeye ve kinleri uyandırmaya katkıda bulundu. Lübnanlılar paralarını çalanlara karşı ayaklandıklarında ise cezaları, deneyimsiz, bağımsız olmayan, uçuruma sürüklenişi hızlandıran kasvetli bir hükümet oldu. Ama bu felaket karanlıkta aydınlık bir nokta da var.
Lübnanlıların Beyrut bankalarındaki birikimleri buhar olup uçtu ama Beyrut’un dünyadaki birikimi daha tamamen buharlaşmadı. Arap ve İslam ülkeleri ile uluslararası toplumun tepkileri bunu gösterdi. Onlara göre Lübnan ile ilişkileriyle saraylarda yaşayanlarla ilişkileri bir değildir. Belki de bu Avn döneminin önündeki son fırsattır. Beyrut’un sırrını, kararını bağımsızlığını minimum düzeyde de olsa geri almak, yeniden dünya ile ilişki kurmak, Lübnan’ı çıkarı olmayan ve katlanma gücünün olmadığı rollere sürüklemekten vazgeçmek için son fırsattır. Lübnanlılar başkentlerini geri almaya karar verdiklerinde gerek bölgede gerekse dünyada, onları bölgedeki mütevazı rolleri ile dünya haritasındaki mütevazı konumlarını geri almaya teşvik edenler olduğunu göreceklerdir.
Ziyaretçiler ve yardımlar ulaşmadan önce Mişel Avn kendisini ve hesaplarını gözden geçirmelidir. Tarih önünde onu kaybetmekten sorumlu tutulmamak için Lübnanlılara başkentlerini iade etmelidir. Hem kendi döneminden geride kalanları hem de ülkeyi çözülme ve dağılmaktan kurtarmak için bu, son fırsatıdır. Tarzını ve yaklaşımını değiştirmeli ve Lübnan’ın yapısının gerçekleri ve ekonomik uçurumdan çıkış koşulları ile uzlaşmalıdır. Kayıp başkenti ancak ciddi bir devlet projesi ile geri kazanabilir. Sadece ciddi devletin yönettiği, hesap sorduğu, cezalandırdığı, güven verdiği, anavatan ve vatandaşı savunduğu bir projeyle. Bu yolu izlemezse, Avn ve dönemini acı dolu tarihler beklemektedir.