Shui Qing Guo Bassam
Pekin Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, eski diplomat
TT

Lübnan'da anka kuşu küllerinden doğsun diye

Elisa, Lübnan Üniversitesi'nde Çince eğitim gören bir öğrenci, Lübnan'da yaklaşık elli bin kişinin Fransız mandasının geri dönmesi çağrısında bulunan bir belgeyi imzaladığı haberi hakkında arkadaşlarıyla yaptığı tartışmada sosyal medya hesabından Çince bir paylaşım yaptı. Elisa'nın yazdıklarını şu şekilde çevirdim: ''Onlara katılmıyorum. Yaşadığımız acı ne kadar şiddetli olursa olsun, vatanımızı başkalarına terk edecek değiliz, bu talepte bulunanların gerçek Lübnanlılar olduğuna inanamıyorum, onlar Lübnan'ın içinde bulunduğu durumun müsebbiplerindendir. Herkes vatananına sevgi ile bağlı olsaydı, bugün içinde bulunduğumuz durumda olmazdık. Eğer gerçekten Fransız yönetimi altında yaşamak istiyorlarsa, bırakın Lübnan'dan çıkıp oraya gitsinler. Özgürlük en değerli şeydir. Evet, Başkan Macron iyi bir insan olabilir, bize yardım etmek isterse ona teşekkür ederiz, ancak yönetimi altına girmeye ihtiyacımız yok. Bazı Lübnanlıların bu yaklaşımı beni çok üzdü. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Çin, Amerika, Rusya ve birçok ülke bize yardım sağladı, şimdi kalkıp bu ülkelerin bizi yönetmesini mi istemeliyiz?''
Şahsen, öğrenci Elisa'nın yaklaşımına hayran kaldım, tabi kendisini tanımıyorum, adını ilk defa duydum, fakat yazdığı cümleleri okurken aklıma birkaç sahne geldi, izin verin aktarayım:
ABD ordusu 9 Nisan 2003'te Bağdat'a giriş yaptığında televizyonda gördüğüm bir sahneden oldukça etkilenmiştim; Bazı Iraklılar "Bush bizim babamızdır" diye slogan atmaktaydı. Daha sonra neler yaşandığını hep birlikte gördük. Sözde 'babalar' Iraklı sözde 'oğullarını’ derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Geride kaos, fitne ve çatışma labirenti bırakıp gittiler.
'Suriye Devriminin' ilk başladığı zamanlardaki bir sahne de aklımdan silinmiyor: Suriye şehirlerinde sokaklar göstericilerle dolup taşıyordu, devrimci sloganlar atılıyordu ve bir kişi, üzerinde 'dünya nerede?' diye yazan bir pankart taşıyordu. Dünya bu çağrıya yanıt verdi ve Suriye'ye geldi. Bölgesel ve uluslararası güçler her biri kendi çıkarını gözeterek bu güzel ülkeyi şu ana kadar hala sona ermemiş olan vekalet savaşlarına sürükledi.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun Pekin'deki misyonunun eski başkanı Danimarkalı Sven Burmester'dan duyduğum bir hikaye vardı. Daha önce 1980'lerde aynı görevi Kahire ve Pekin'de üstlenmişti ve hem Çin lideri Deng Şiaoping hem de Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile görüşme imkanı bulabilmişti. Bu görüşmelerde, Birleşmiş Milletler'in Çin ve Mısır'daki aile planlaması projelerini desteklemeye hazır olduğu bilgisini aktarmıştı ve iki liderin yanıtlarındaki farklılık ilgisini çekmişti; Hüsnü Mübarek; ''Bize vereceğiniz destek çok önemli, aksi takdirde projelerimizi hayata geçirmemiz mümkün olmayacaktır'' demişti. Bu arada, Çin'deki reformların ve dünyaya açılışın genel planlayıcısı olarak tanınan Deng Şiaoping, “Desteğiniz bizim için yararlı ve bunu takdir ediyoruz, ancak bu desteği sunmamış olsaydınız dahi bu projelerimizi gerçekleştirecektik, çünkü Çinliler olarak bu projeler bizi ilgilendiriyor'' diye yanıtlamıştı.
Son olarak, 11 Mayıs 2016'da bir Arap gazetecinin Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı bir röportajında ilgimi çeken bir bölümü aktarmama izin verin. Gazeteci şu soruyu sordu: Amerika Birleşik Devletleri'nin kaya petrolü çıkarma başarısının ardından Ortadoğu meselelerine dahil olma arzusu azalmış görünüyor, Rusya ve Avrupa ülkeleri de bölgeye müdahil olma noktasında pek istekli değil, Çin bu ülkelerin bölgede bıraktığı boşluğu doldurmaya hazır mı? Bakan Wang Yi şöyle yanıtlamıştı; “Boşluğu doldurmak ifadesi Ortadoğu ülkelerinin kendi kaderini tayin hakkına saygı göstermeyen bir ifadedir. Bahsettiğiniz güçler bölgeden çekilse bile, bölge ülkelerinin hükümetleri ve halkı yine burada olacaktır, çünkü buralar onların ülkesidir. Diğer ülkeler sadece onlara yardım edebilir, yani bizim dolduracağımız boşluk tam olarak nerededir? Gazeteci şaşkınlıkla şunları söyledi: “Sözleriniz doğru. Ancak son zamanlarda hepimiz boşluğu doldurmaktan bahsettiğimiz için, bu ifadedeki yanılgının gerçekten farkında değildik."
Bu sahneler ya da olaylar, Çin'deki bazı arkadaşlarımın bana sorduğu bir soruyu düşünürken, denk geldiğim öğrenci Elisa'nın aktardığım sözlerini okurken aklıma düştü, arkadaşlarım;  “Doğunun İsviçre'si olarak bilinen Lübnan bugünkü çıkmaza nasıl ulaştı? diye soruyordu. Lübnanlı ve Arap analistlerin söylediklerine katılıyorum, Lübnan'ın içinde bulunduğu halin başlıca nedenleri; siyasi sistemin yapısındaki dengesizlik, ekonomik ve mali politikanın tasarımındaki hata, yaygın idari yolsuzluk, mezhepsel çatışmalar, kötü yönetim ve komşu ülkelerdeki krize maruz kalınmasından kaynaklanıyor. Başlıca sebepler bunlar olabilir, ama bu nedenlere, bahsettiğim ve bahsetmediğim sahnelerden ve hikayelerden çıkardığım daha az ciddi ve sağlam olmayan başka bir nedeni de eklemek istiyorum, o da; öz farkındalık eksikliği ve başkalarına bağımlılık sorunsalı. Bu sadece Lübnanlılara özgü bir hastalık mı, yoksa asırlardır Arap bedenine sızan bir mikrop mu? buna okuyucu karar versin.
Büyük romancı Tayyib Salih'in “Kuzeye Göç Mevsimi” adlı romanında İngiliz sömürge karakteri Richard'ın romanın kahramanı Mustafa Said ile tartıştığı bir sahne vardır, Richard şöyle diyordu; ''Biz olmadan yaşayamazsınız. Sömürgecilikten şikayet ediyordunuz ve biz ayrıldığımızda örtülü sömürgecilik efsanesinini yarattınız. Görünüşe göre, su ve hava gibi, açık veya gizli bir şekilde varlığımız sizin için gerekli.''
Şimdi Beyrut limanındaki patlamaya döneyim. Bu büyük trajedi karşısında kederimin boyutunu ifade edemem, çünkü Lübnan tapınma derecesinde sevdiğim birkaç ülkeden biri. Çin'de Arapça çalışan meslektaşlarıma Lübnan ve başkent Beyrut'u ziyaret etmelerini her fırsatta tavsiye ederim, aksi takdirde Arap dünyası hakkındaki bilgilerinin eksik kalacağını söylerim. Çünkü Lübnan her zaman Arapların çeşitlilik, zenginlik ve zerafetinin merkezi olmuştur. Şimdilerde Lübnan halkının karşı karşıya olduğu muazzam zorlukların tamamen farkındayım. Cömert uluslararası yardımın bu insanların mevcut felaketten kurtulmasına yardımcı olmak için çok gerekli olduğuna da inanıyorum. Ancak Lübnan'ın geleceği kaçınılmaz olarak Lübnanlıların kendilerine bağlı olacaktır. Uzun tarihi boyunca daha önce pek çok etkileyici mucize sergileyen bu insanların, gençlerin enerjisi ve yaşlıların kararlı bilgeliği ile yeni bir mucize yaratacağından ve anka olarak bilinen Lübnan'ın küllerinden yeniden doğacağından hiç şüphem yok.
Öyleyse, ey Beyrut, izin ver Çin ellerinden sana aşık olan ben, kulaklarına Nizar Kabbani'nin bir şarkısını söyleyeyim. Nitekim şair bu sözleri 1982'de İsrail işgali sırasında senin için yazmıştı: ''Ey dünyanın kraliçesi Beyrut, uyan ve kalk enkazdan, nisandaki bir badem çiçeği gibi''...