Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İsrail ile ilişki konusunda mantıklı olan ve olmayan

Filistin meselesi üzerine daha İsrail kurulmadan önce, erken bir dönemde bir kitap yazan merhum Lübnanlı düşünür Charles Malik’in çok iyi bilenen bir sözü vardır: “Yahudiler, devletlerini zorla kurmak için hazırlıklarını tamamladılar. Araplar bu devleti 7 gün içinde yok etmezlerse 7 ay ayakta kalmaya devam edecek. 7 ay içinde yok etmezlerse 7 yıl devam edecek. 7 yıl içinde yok edemezlerse 70 yıl ve daha fazla devam edecek.”
Biz şimdi 70 yıl ve daha fazlasındayız. Malik ayrıca Arapların bunu yapamama olasılığının nedenlerine de değiniyor. Ona göre birinci neden, davanın sahipleri dahil Arapların bölünmesi. İkincisi, hedeflerine ulaşmak için modern bilime sarılmaktan uzak olmaları. Bahsi geçen düşünürün öne sürdüğü bu iki neden büyüdü ve giderek kötüleşti. Bizler bugün, Filistinliler arasında bile bölünmüşüz, bilimsel açıdan hala mitlere ve efsanelere boğulmuşuz. Charles Malik’in bu görüşü, çağdaşlarının kabul etmediği ileri bir görüştü. 70 yıldan fazla bir süredir yaşadığımız her şeye rağmen bugün de çoğumuz hala kendisini kabul etmiyor. Araplar arasındaki bu benzeri görülmemiş hatta mantıksız kutuplaşmanın ışığında BAE ve İsrail arasındaki ilişki konusunda insanların her büyük hadise gibi destekçiler ile karşı çıkanlar olarak ikiye bölünmeleri doğaldı.
Bu sahne ortasında, siyasi tutumlarda mantıksızlığa kaçan çok sayıda görüntü de vardı. Mesela, konunun özüyle ilgisi olmayan siyasi tepkilerle karşı karşıya kaldık. Bunlar, en iyi ihtimalle, bariz siyasi ikiyüzlülük kapsamına giriyordu. Hatta konuya yaklaşımlarında mantıksızlardı. İsrail ile sınırları olan Arap ülkeleri farklı aşamalarda kendisi ile anlaşmalar imzalamış ve diğerlerinin de onunla açıklanmamış ilişkileri olsa da bu ülkelerden hiçbiri, Filistin davasının özünden vazgeçmedi. Aksine, birçok dosyada pozisyonları İsrailliler ve Filistinliler arasında mutabakata varılmasına yardımcı oldu. Mısır yönetiminin, zaman zaman hala "Hamas" ile İsrail arasında bir ateşkese ulaşılmasına ön ayak olması gibi. Ürdün de resmi olarak Filistinlilerin haklarını desteklemeyi sürdürüyor. Koruması altında olan kutsal yerler gibi birçok dosyada hala söz sahibi.
İsrail ile imzaladığı anlaşmanın en önemli noktalarından birinin, BM’nin kendisini kınayan kararlarına rağmen Filistin topraklarını ilhak etmeye devam eden İsrail’in, yeni Filistin topraklarını ilhak etmesini durdurmayı kabul etmesi olduğunu açıkça deklare etmesine rağmen, BAE’nin Filistin davasından vazgeçtiği nasıl söylenebilir.  Zorlayıcı koşullar ve güçsüz bir uluslararası tutum karşısında, beklenen yerine mümkün olanı almak, BAE işte bunu seçti. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan denildiği gibi bulanık suda avlanmak istedi. Türkiye ve İsrail arasında bilinen ilişkilere, köklü ticari ve askeri anlaşmalara, aktif turizme rağmen BAE ve İsrail arasında ilişki kurulmasını protesto etmek için BAE büyükelçisini çekmekle tehdit etti. Bu davranıştaki mantıksızlığın büyüklüğüne rağmen bazı Arapların, bir zamanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı İsrail'i ziyarete sevk eden stratejik ilişkileri tamamen unutarak bunu Erdoğan’ın vatansever bir eylemi olarak pazarladıklarını görüyoruz.
Daha da kötüsü, 2009 kışında Davos Zirvesi’nde Erdoğan ile Şimon Peres arasında yaşanan, her zamanki gibi duygusal bir salgına yol açarak o yıl Gazze’de doğan çocukların birçoğuna onun adının verilmesini sağlayan olayın Davutoğlu’nun son açıklamaları ile ortaya çıkarılan gerçek yüzüydü. Davutoğlu, Erdoğan’ın Peres’e gönderdiği (şu ana kadar gizli kalan) özür mektubunu  kendisinin yazdığını, Erdoğan’ın bu teatral tutum için, ki o zamandan bu yana devam ediyor, Peres’ten özür dilediğini açıkladı. Hal böyleyken neden konuşuluyor?  Gerçek şu ki Erdoğan, pek çok kişiyi kendinden geçirmesini sağlayacak duygulara oynamayı buldu ve onu kullandı. Bu kart, bugün bilimsel analizden tamamen uzak ve popülist politikalar olarak bilinen şeyle ilgilidir. Erdoğan’ın büyükelçisi İsrail Dışişleri Bakanlığında açıkça küçük düşürüldü. Bu, kaydedildi ve tüm dünyada yayınlandı ama Erdoğan yine de büyükelçisini çekmedi. Erdoğan’ın İsrail ile ilgili siyasi evi tamamen camdan yapılmış olmasına rağmen başkalarının evine taş atıyor. Gerçekten acı olan, bazı Arapların tüm bu ilişkilere göz yummaları ve kulaklarını kapatmalarıdır. Oysa Ortadoğu’da Ben Gurion Uluslararası Havalimanı’nda hizmet veren havayollarından biri de (ki bunlar sadece iki tanedir) Türk havayollarıdır.
Öte yandan İran rejimi de devreye girerek, Cumhurbaşkanı düzeyinde uluslararası ilişkilerin tüm kurallarını ihlal etti. İran Cumhurbaşkanı BAE’yi kınayan hatta “ihanetle” suçlayan açıklamalarda bulundu. Ardından bir İranlı gazete kınamaya tehdidi de ekledi ve adeta savaş ilanı anlamına gelen şu ifadeyi kullandı: “BAE meşru bir hedef haline gelmiştir”! İran bununla yetinmeyip Arap resmi sözcüsü Hasan Nasrallah’ı da benzer açıklamalar yapmaya teşvik etti. Beyrut’un devlete müdahalesinin kurbanlarını hala defnettiği bir zamanda Nasrallah, Lübnan’ın tüm büyük ve zorlu sorunlarını bir kenara bırakıp, BAE’ye dersler verme, tehdit etme ve gözdağı verme furyasına katıldı. Oysa aklı olan herkes, konunun Filistin sevgisi değil İran’ı desteklemek olduğunu bilmektedir. İran, Araplara ölüm, yıkım ve harap olmuş vatanlar dışında hiçbir şey sunmadı ve Filistinliler de bundan müstesna değil. Nitekim İran, Filistinliler arasındaki bölünmeleri teşvik ediyor, Gazze’de Hamas’ın yaptığı gibi bazılarını, halklarını yoksullaştırmaya ve mahrumiyet içinde yaşatmaya devam etmeye zorluyor.
Kusur sadece dava hakkında çelişkili mesajlar verenlerde değil, Araplar arasında rasyonel ve dengeli düşünmeyi reddeden, dini, siyasi hatta ahlaki örtü altında BAE ve İsrail arasındaki anlaşmayı kınamada yarışan geniş bir kesimdedir de. Davanın özünü tartışmaktan uzak, kendisi ile ilgili her şeyi siyasallaştıran bu kesim de en az onlar kadar kusurludur. Bu kesim ayrıca askeri olarak mümkün olmayan, daha ziyade medeni olması gereken sorunla yüzleşme planları hazırlamakta da şiddetli bir yoksunluk içindedir. Çünkü ne yazık ki kendinden geçecek kadar duygusallık ve umut dolu düşüncelerle dolu Arap dünyamız hala medeni donanım kavramlarına hazır değildir. Yıllar önce Beyrut’ta bir bilimsel sempozyuma katılmıştım. Batı’da eğitim gördüğüm yıllardan tanıdığım ve İsrail içinde yaşayan Filistinli bir şahıs da katılımcılar arasındaydı. Kendisine sordum: “Çoğulculuk ve şeffaflık açısından İsrail rejiminden, kendisi ile yüzleşmenize yardımcı olacak bir şeyler öğrendiniz mi? Gülümseyerek şöyle dedi: Asıl onlar bizden çok şey öğrendiler!
Dolayısıyla, eski bir İsrail başbakanı yolsuzluk nedeniyle cezaevinde, bir diğeri her gün yolsuzluk suçlamaları ile karşı karşıya kalıp kendisine karşı protestolar düzenlenirken, İsrail rejimi kendisine Arap ve Müslüman bir büyükelçi atarken Filistinliler arasındaki bu hastalıklı bölünmeyi, yaygın yolsuzluğu gördüğünde insan ister istemez bir karşılaştırma yapma gereği duyuyor. Bu, bizler geleceğe düşmanlıkta ısrar ederken Lübnanlı düşünür Charles Malik’in tahmin ettiği gibi, İsrail’in ayakta kalmasını ve genişlemesini sağlayan bilimsel ve kültürel gelişmişlik faktörü geçici olarak bir kenara bırakıldığında, toplumu yönetirken benimsenmesi gereken bilimsel araçlar ile haklı olsa bile cehalet ve sloganların bir davaya neler yapabildiğine dair kıyaslamalar yapmaya yöneltiyor.
Sonuç olarak; ne yazık ki bugün koparılan bütün bu gürültü, selefleri gibi, faydalı hiçbir siyasi ders çıkarılmadan geçici duygulara dayanmaktadır.