Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Hariri suikastı kararını açıklığa kavuşturmak

Salı günü eski Lübnan başbakanı şehit Refik Hariri suikastı davasıyla ilgili kararını açıklayan Uluslararası Mahkeme, örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 20 Kasım 1945’te başlayan Nuremberg Mahkemesi gibi siyasi bir mahkeme değildi. Bu nedenle kararı, doğrudan siyasi olmaktan kaçınan, son derece profesyonel ve mesleki bir karardı. Geçtiğimiz yıllarda hakkında söylenen her şeyin, siyasi ve ABD-İsrail’in aracı olduğuna dair suçlamanın aksine davanın görüldüğü süre boyunca profesyonel bir mahkeme olduğunu kanıtladı. Kararını açıkladığında da siyasetten uzak, 30 Mayıs 2007’de kabul edilen tüzüğünün kurallarına sadakatle bağlı kaldığını ispatladı.
Kuruluşunu engelleyecek bir Çin-Rus vetosundan kaçınmak için bu mahkemenin kuruluş ve yetkilerinin belirlenme koşullarından birinin de herhangi bir parti, siyasi varlık veya devlete suçlama yöneltmemek olduğu, ilk bakışta tabi ki pek çok kişinin gözünden kaçtı. Bu yüzden çoğu, mahkeme, Selim Ayyaş’ı patlayıcı bir madde ile terör eylemi düzenlemek ve şehit Başbakan Refik Hariri ile yoldaşlarını kasten öldürmekten suçlu bulup, diğer sanıklar Hüseyin Anisi, Esed Sabra ve Hasan Merhi’yi (bu kişilerin hepsi de Hizbullah üyesi) kendilerine yönelik tüm suçlamalardan beraat ettirdiğinde hayal kırıklığına uğradılar. Ancak mahkeme yine de Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Mustafa Bedreddin’e suikastın planlayıcısı suçlamasını yöneltti. Ne var ki kendisi olaydan sonra Suriye’de öldürüldü.
Hizbullah’ın her zaman tekrar ettiği bu uluslararası mahkemeyi tanımadığı ve yok saydığı pozisyonundan yola çıkarak sessiz kaldığı ve karar hakkında yorum yapmadığı aşikâr. Bu bağlamda Hasan Nasrallah’ın, suçla ilgili altı yıl süren soruşturmanın ardından mahkemenin 16 Ağustos 2011 tarihinde yayınladığı iddianamedeki suçlamaları reddettiği biliniyor. Bu iddianamede şöyle deniyordu: “Hizbullah’ın askeri kanadının eğittiği kişiler, saldırının Hizbullah’ın adına olup olmadığına bakılmaksızın terörist saldırı gerçekleştirme kabiliyetine sahiptirler.” Daha o zamandan mahkemenin bir parti veya devleti suçlamama tüzüğüne bağlı kalacağı açıktı.
Fakat Nasrallah bu kararı siyasi saymış ve mahkemeyi reddettiğini yinelemişti. Çünkü ona göre mahkeme, İsrail-ABD tarafından yönetiliyordu ve bu nedenle “yapacağı her şey Hizbullah’a yönelik bir saldırıydı.” Aynı zamanda sanıkları “Şerefli ve mazlum” olarak nitelemiş ve onları “30 gün,60 gün veya 300 yıl içinde tutuklanmalarının mümkün olmadığını” söylemişti.  Ancak bu noktada Uluslararası Mahkeme, eğer Anglosakson hukukunun aksine gıyabi yargılamaya izin veren Lübnan yasasını temel alırsa sanıkları gıyaben yargılayabilir.
Mahkemenin BM Antlaşması’nın 7’inci bölümü kapsamında kurulduğunu, bunun da Lübnan hükümetinin, suçlu bulunan tek kişi olan Selim Ayyaş’ı teslim edememesi durumunda BM Güvenlik Konseyi’ne kararın uygulanmasında bir rol verdiğini özellikle göz önünde bulundurmalıyız. Ancak, Ayyaş’ın teslim edilip edilmemesinin etkilerinden bahsetmeden önce, eski Başbakan Saad Hariri’nin Uluslararası Mahkeme’nin Leidschendam’da bulunan merkezi önünde düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklama üzerinde durmalıyız. Hariri bu açıklamasında şunları söyledi: “Mahkeme kararını açıkladı. Şehit Refik Hariri’nin ailesi ile şehitlerin ve kurbanların aileleri adına biz de bu kararı kabul ediyor ve adaletin uygulanmasını istiyoruz. Bugün hepimiz gerçeği öğrendik. Geriye ne kadar uzun sürerse sürsün uygulanmasını istediğimiz adalet kaldı.”
Karar, 2500 sayfadan oluşuyordu ve açıklanan metin onun özetinin özetiydi. Mahkeme, Ayyaş ve Bedreddin’i suçlu bulurken diğer sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Hizbullah ve Suriye’nin suikastı gerçekleştirmekten sorumlu olduklarına dair hiçbir fiziksel kanıtı olmadığını beyan etti. Bu sonuca bazı hukukçular tarafından eleştiriler yöneltildi. Zira söz konusu hukukçular, savcılık, uluslararası kamu hakkı, savunma ve mahkeme heyetlerinin kararın, suç kanıtları, ipuçları, varsayım ve olasılık unsurları arasında çelişkili kriterlere dayandığına dair örtük suçlamalarda bulunduklarını tespit etti. Bu da mahkemenin bir yerde masumiyet gerekçesi olarak değerlendirdiği şeyi başka bir yerde mahkûmiyet gerekçesi olarak kabul ettiğine işaret etmelerine yol açtı.
Ancak bu, kendisine yöneltilen suçlamaların aksine sanıklara yönelttiği suçlamalarda duygusal olarak siyasete kapılmadan ve siyasallaşmadan profesyonel olmaya büyük özen gösteren mahkemenin, keskin ve net bir profesyonellikle gerçekten söylenmesi gereken her şeyi söylemeye önem verdiğinin parlak bir göstergesi olabilir. Bundan dolayı, örneğin, karar metninde yer verilen çeşitli varsayım ve olasılık unsurları üzerinde çok dikkatli bir şekilde durulmalıdır.
Mahkeme kararı ne Hizbullah ne de Suriye rejimini suçlamadı çünkü kuruluş tüzüğüne göre, bir devlet ya da partiyi suçlamak mahkemenin yetkileri arasında yer almıyor. Ancak, 4 hâkimin kararın açıklanmasından önce dikkatli bir biçimde sıraladıkları ipuçları, gerekçeler, şüphe ve olasılık unsurları, kararın Hizbullah ve Suriye rejiminin sorumlu olabileceğini es geçmediğini açıkça gösterdi. Bu bağlamda, mahkemenin şu açıklaması üzerinde iyice durmak gerekiyor: “Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesi, Hariri’nin faaliyetlerine ve çıkarlarına tehdit oluşturduğu, ne olursa olsun öldürülmesinin onlara zarardan çok yarar sağlayacakları güçlerin yönlendirdiği siyasi bir eylemdir.”
Elbette bu doğrudan bir suçlama değil, ancak burada değinilen olasılığın gücü, suikasttan önceki uzun ve bilinen siyasi koşullara kıyasla suçlama olasılığına paralel bir güçtedir. Bu bağlamda, kanıt bileşeni daha açık ve net bir biçimde görülmektedir. Özellikle de karar, suikastın arkasında siyasi bir tutumun olmasının uzak bir ihtimal olmadığını hatırlatmaktan kaçınmadığı için.
Bu bağlamda, kanıtların, Suriye'nin Lübnan'ı siyasi, askeri ve güvenlik yönden kontrol ettiğini, suikastın neredeyse Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muaillim’in Kraytem’i ziyareti ve Hariri ile görüşmesiyle aynı zamana denk geldiğini, bu görüşmeyi takiben Suriye hegemonyasına karşı olan Lübnanlı muhaliflerin, Bristol Görüşmeleri adıyla bilinen toplantılar kapsamında bir araya geldiğini gösterdiğine dair ifadeler, Suriye’ye yönelik doğrudan bir suçlama teşkil etmiyor. Ancak, herhangi bir profesyonel mahkemenin bu büyüklükte ve ciddiyette bir suça ilişkin kararında dayandırdığı metinde sunması gereken şüphe ve olasılık faktörlerine geniş alanlar tanıyor.
Mahkemenin, Hizbullah ve Suriye rejiminin Hariri’yi tasfiye etmek için nedenleri olabileceği, fakat her iki tarafın suikasta karıştığına dair somut bir kanıt olmadığına ilişkin sözlü olarak dile getirdiği tutumunu, suikasttan önceki ve onu kuşatan siyasi koşullara dayandırması ve bunu: “Mahkeme, Suriye ve Hizbullah'ın Hariri'yi öldürmek için sebepleri olduğundan şüpheleniyor, ancak Hizbullah liderliğinin suikastta rolü olduğuna dair bir kanıt yok. Keza Suriye rejiminin buna karıştığına dair doğrudan bir kanıt da bulunmuyor” şeklinde dillendirmesi küçük birşey değildir.
Mahkeme kararında, suikastın kişisel amaçlar için değil, siyasi amaçlarla gerçekleştirilen bir terör eylemi olduğunu, saldırının siyasi arka planının anlaşılmasının suikastın nedeninin anlaşılmasını sağlayacağını da belirtti. Bu, o zamanki politik gerçekliğin ışığında, sonuç olarak suçlamaya paralel bir yargı gibi görünen ipuçları ve olasılıklar sunmaya özen gösteren mahkemenin karar verme yetkisiyle çelişmemektedir.
Lübnan halkı, liman ile başkentin yarısını tahrip eden, 200’den fazla kişiyi öldüren, 6 binden fazla kişiyi yaralayan, yüz binlerce insanı evsiz bırakan asrın suçuyla meşgul olduğu için mutlu Lübnan devleti, Uluslararası Mahkeme’nin kararında yer verdiği, “Lübnanlı yetkililerin Hariri suikastına yönelik yürüttükleri soruşturma kaotikti, olay yerine müdahale edildi ve Lübnan güvenlik güçleri, olay yerinde bulunan önemli kanıtları ortadan kaldırmıştı” ifadesini dikkatlice okumalıdır. Zira bugün, Uluslararası Mahkemenin kararının gereklerine nasıl karşılık vereceğini ve sanık Salim Ayyaş'ı teslim edip edemeyeceğini bilmediğimiz Lübnan’da, geride kalanların az kalsın yok olmasına neden olacak büyük bir suçla karşı karşıya bulunuyoruz.