Dr. Halid bin Nayef el- Hebbas
Arap Birliği Genel Sekreteri’nin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı
TT

Bölgesel siyasi dönüşümler

Ortadoğu'daki siyasi sahnenin kritik ve karmaşık olarak tanımlanması, zaman zaman stratejik ortaklıklar veya ittifaklar kurmaya yönelik bazı bölgesel ya da uluslararası girişimlerin olması şaşırtıcı değil. Bölge, bölgesel ve uluslararası müdahalelerden kaynaklanan gerginliklere ve krizlere gebedir. Burada, Türkiye ve İran’ın Arap dünyasındaki müdahalelerinin artmasından, İsrail'in Arap topraklarını işgal etmesinden ve çatışmaların birçok bölgesel ve uluslararası çerçeve tarafından yönetilmesinden bahsediyoruz.
Burada blokların ya da stratejik uzlaşıların şekillendiği ve birinden diğerine farklılık gösteren hatlar var. Bazılarının stratejik çıkarları ile diğerlerinin mezhepsel ve ideolojik emelleri iç içe geçiyor. Öte taraftan ittifakların dayanıklılığı ve başarılarının kapsamı birçok zorluk ve engelle karşı karşıya bulunuyor. Bu, özellikleri, koşulları ve gerekçeleri değişmiş olsa bile bağımsızlıktan bu yana bölgesel etkileşimlerin iyi bilinen bir özelliği olmaya devam ediyor.
Burada Türkiye ve İran'ın müdahalelerine karşı koymak amacıyla kurulan BAE-Suudi-Mısır ittifakına ilişkin son zamanlarda yapılan konuşmalardan söz edebiliriz. Nitekim üye devletler arasında ortaklık ve kalkınma imkanlarını geliştirmenin yanı sıra Arap ulusal güvenliği için büyük önem taşıyan bir alanda güvenliği sağlamak için ‘Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki Arap ve Afrika Devletleri Konseyi’ kuruldu. Kızıldeniz bölgesindeki su yollarının ve Afrika Boynuzu bölgesinin büyük stratejik değere sahip olduğu, burada nüfuz sahibi olmak amacıyla bölgesel ve uluslararası bir rekabete tanık olunduğu ve Arapların buraya önem vermesinin en temel sebeplerden birinin bu olduğu bilinen bir gerçektir.
Irak Başbakanı Mustafa Kazımi, Washington’a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, Ürdün-Irak-Mısır üçlü istişare mekanizmasından bahsederek bunu ‘yeni doğu’ olarak nitelendirdi. İran ise stratejik ortaklıklar, doğrudan müdahale ve ajanları yoluyla Arap dünyasının çeşitli bölgelerinde nüfuzunu sağlamlaştırmaya ve müdahaleci dış politikası dolayısıyla karşı karşıya kaldığı baskılar nedeniyle bölgesel ve uluslararası konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Bu bağlamda jeo-stratejik ve ekonomik öneminden istifade ederek Çin ile 25 yıllık bir stratejik ortaklık kurmak istiyor.
ABD, NATO’ya benzer şekilde kendi şemsiyesi altında bir Ortadoğu ittifakı için teşviklerde bulunuyor. Ancak bu konuda yavaş bir şekilde ilerliyor. Üye devletlerin önceliklerdeki farklılık ve devletlerin ulusal güvenliklerinin karşı karşıya olduğu temel zorluklar karşısındaki yaklaşımlarının farklı olması sebebiyle şu ana kadar bir başarı sağlayamadı. İsrail'in taraf olduğu bölgesel bir ittifaka girme konusunda ülkelerin yaşadığı tedirginlikten bahsetmiyorum bile. Özellikle de Soğuk Savaş sırasında bölgenin tanık olduğu siyasi bölünmenin yanı sıra Bağdat Paktı'nın başarısızlığı hesaba katıldığında bu ittifakı canlandırmanın ve harekete geçirmenin imkanını tahmin etmek zor.
Türkiye ise siyasal İslam faktörünün yanı sıra ekonomik ve askeri gücünü, coğrafi konumunu ve yabancı ortaklıklarını kullanarak bölgesel konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Ayrıca Suriye ve Libya gibi bölge ülkelerinin içinden geçtiği acı siyasi gerçekliği göz ardı etmeyerek ve tarihten ilham alarak bir Osmanlı örtüsü altında milliyetçi güdülerle hareket ediyor ve özellikle de büyük doğal kaynakları keşfinden sonra Doğu Akdeniz'deki konumunu sabitlemek için uğraşıyor.
Bölgesel siyasetin paradokslarından ve kesişmelerinden kaynaklanan bu şiddetli siyasi kriz Arap bölgesi ülkelerini sürekli olarak ‘bölgesel güvenlik kaygılarıyla’ meşgul ediyor ve ayrıca ülkelerin toplumsal ve kalkınma bileşenlerini modernize edip geliştirmeye çalıştığı bir zamanda yüklerini iki katına çıkarıyor. Bu zorluklar, bazı Arap ülkelerinde ulus devlet projesinin erozyona uğraması ve yabancı güçlerin Arap arenasındaki nüfuzlarını artırmak için ortaya çıkan ‘stratejik boşluktan’ yararlanma çabalarıyla daha da kötüleşiyor. Arap bölgesinden bazı kişiler, bu gerilimi azaltmak için komşu ülkelerle yapıcı bir diyalog kurulması gerekliliğinden bahsediyorlar. Gerçek şu ki bunlar tesadüfen ortaya çıkmış girişimler değiller. Nitekim geçtiğimiz on yıl içerisinde bu tür önerilerde bulunuldu. Arap Birliği’nin Eski Genel Sekreteri Amr Musa, 2010 yılında ‘Arap Komşu Ülkeleri’ derneği veya forumu kurulması fikrini ortaya atmıştı. Ancak birtakım sebeplerden ötürü bu konuda ilerleme kaydedilemedi.
İran, Körfez bölgesinde güvenliği sağlama amacıyla ‘Hürmüz Barış Girişimi’ önerisinde bulundu. Fakat İran’ın Arap ülkelerine müdahaleleri ve mezhep temelli milisler yaratması bu girişimin ciddiyetsizliği konusunda şüpheye yer bırakmıyor. İran, ABD başta olmak üzere kendisine yönelik uluslararası baskı ve yaptırımların üstesinden gelmeye çalışıyor. Ayrıca Türkiye'nin ‘sorunları sıfırlama’ politikası, ‘sorun yaratma’ politikasına dönüştü. Bu durum Arap bölgesindeki kilit ülkelerle olan ilişkisinde gerginliklere yol açtı. Bölgesel kriz, herhangi bir çözüm beklentisi olmaksızın olduğu haliyle devam ediyor.
İran, İsrail ve Türkiye, savaşlardan, çatışmalardan, anlaşmazlıklardan ve devrimlerden dolayı tükenmiş olan Arap bölgesinde nüfuzlarını artırmak için açık bir stratejiyle hareket ediyorlar. Kilit Arap ülkeleri, stresli bölgesel ve uluslararası gerçekliğin ışığında bu ülkelerin hırsları ve emelleriyle mücadele etmeye çalışıyor.