Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Değişen dünyada yeni imzalar

Arap-İsrail ihtilafını sona erdirmek için gösterilen çabalar tarihinde Ortadoğulu takipçilerinin zihninde asılı kalan fotoğraflar vardır. Örneğin, Knesset’te konuşan Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın fotoğrafı. Daha sonra Camp David Anlaşması’nın imza töreni ve Sedat ile Menahem Begin’in tokalaştıkları, Jimmy Carter’ın ortalarındaymış gibi göründüğü anın fotoğrafı. Ne bu fotoğraflar basitti ne de çekildikleri ana ulaşmak kolay olmuştu. Bundan sonra Bill Clinton’un himayesinde Yaser Arafat’ın Beyaz Saray’da İzak Rabin ve Şimon Peres ile el sıkıştığı anın fotoğrafları geliyor. Yaşanmasından kısa bir süre önceye kadar bu fotoğrafların çekilmesinin imkansız olduğu düşünülüyordu. Zira taraflardan her biri diğerini ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştı ama bu mümkün olmamıştı. Bu nedenle, ABD’nin arabuluculuğu ve güvencesi altında karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları ve anlaşmayı imzalamaları kaçınılmazdı.
Fotoğraflar galerisinde, Kral Hüseyin ile İzak Rabin ve aralarındaki Bill Clinton’a, ardından Araba Vadisi’ndeki imza törenine ait fotoğraflar da var. Bu fotoğrafların çekildiği ana (imza törenleri)  giden yolda müzakereler hiç kolay geçmemişti. Keza anlaşmaları uygulamak da. Fakat üzerinden yıllar geçmesine, bölgedeki şiddetli fırtınalara, İsrail'in anlaşmaları, özellikle de bölgede kapsamlı barışla ilişkisi bakımından yorumlama ve ele alma yaklaşımına ilişkin şikayetlere rağmen Mısır-İsrail Barış Anlaşması hala yürürlükte. Aynı şey Ürdün-İsrail Barış Anlaşması için de geçerli.
Yarın pozisyonları ne olursa olsun Ortadoğu halkları bir kez daha Washington’a özellikle de Beyaz Saray’a yönelecekler, çünkü eski fotoğraflara ve imzalara yenileri eklenecek. Mısır ve Ürdün anlaşmalarından on yıllar sonra yarın, iki yeni anlaşmanın, BAE-İsrail ile Bahreyn-İsrail barış anlaşmalarının imzalanışına tanık olacağız. Elbette ilk ikisi ile yeni anlaşmalar arasında çok sayıda fark olduğuna dikkat edilmeli. Mesela, yeni imzaların bölgesel ve küresel olarak farklı bir dünyada atılacak olması, BAE ve Bahreyn’in İsrail’e komşu olmamaları ve onun tarafından işgal edilmiş topraklarının bulunmaması gibi.
Bölgesel tepkilerin farklı ve çelişkili olması şaşırtıcı değil. Zira yaraların ve şüphelerin büyüklüğü göz önüne alındığında, bu uzun çatışmayı ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir girişimde bu, her zaman yaşanmıştır. Bilhassa korona salgınının ve ABD toplumu içinde derin ırkçı bölünmelerin sürdüğüne işaret eden yaygın şiddetin yansımaları ortasında geçen başkanlık yarışı ve seçimlere sadece haftalar kalmış olduğu göz önüne alınırsa ABD yönetiminin bu boyutta bir olayı kutlaması doğal. Yarınki görüntülerin Başkan Donald Trump’a seçimlerde ne gibi yararları olacağını tahmin etmek zor olsa da kesin olan şey, barış sürecindeki bu iki yeni atılımı, çabalarının ve yönetiminin politikasının bir meyvesi olarak görebileceğidir.
Aslında pek çok kişi, Trump'ın Ortadoğu'daki imajının yalnızca İran rejimine karşı sergilediği sert tavır ve nükleer anlaşmadan çıkma kararıyla bağlantılı olacağına inanıyordu. Yine İran’a “maksimum baskı” uygulama, en büyük generallerinden biri ve rejimin ikinci adamı olan Kasım Süleymani’yi öldürme kararıyla ilintili olacağını düşünüyorlardı. ABD’nin İran rejimine uyguladığı yaptırımların, neredeyse istikrarını sarsacak büyük ekonomik kayıplara neden olduğu aşikar. İran para birimi benzeri görülmemiş bir düşüş kaydetti. Halkın öfkesi büyüdü ve ancak yetkili makamların öldürme yöntemlerini kullanması ve abartılı tutuklamalardan sonra durdurulabilen protesto gösterileri şeklinde ifade buldu.
13 Eylül 1993’te Beyaz Saray’ın bahçesinde Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına tanık olan dünya ile yarın, 15 Eylül’de yeni iki anlaşmanın imzalanacağı dünya arasında büyük fark var. Geçen 27 yıl içinde küresel ve bölgesel sahnede çok şey değişti.
Endişeleri ve detaylarıyla bölgedeki barış çabalarına eşlik eden bir Arap aktöre, neler olduğunu açıklamasını istediğimizde hemen “dünya değişti” karşılığını verdi. İçinde bulunduğumuz yüzyılın son 20 yılında yaşananlara dikkatimizi çekti. İlk on yılda, ABD’yi küresel bir cezalandırma kampanyasına çeken 11 Eylül saldırıları yaşandı. 2003 yılında devrilen Saddam Hüseyin rejimi bu kampanyanın en önemli kurbanıydı. Saddam, Körfez bölgesi için bir endişe unsuruydu ve Kuveyt’i işgal etmeye kalkışmıştı. Ancak devrilmesi yeni tehlikelere kapı araladı.
Arap aktör, şimdiyi anlamak için önemli olduğunu düşündüğü 3 hadise üzerinde durdu. Birincisi, bölgeye yönelen nüfuzu ve bunun sonucunda Tahran’ın Bağdat, Şam, Beyrut ve son olarak Sana’da karar mekanizmasını ele geçirme başarısıdır. İran rejimi bölgeye yönelik bu saldırısını daha da ileri götürerek Husilere bir cephane sundu. Füzelerini ve insansız hava araçlarını Suudi Arabistanlı ekonomik ve sivil hedeflere karşı kullanmaktan, nakliye ve enerji rotalarını tehdit etmekten çekinmedi. İkincisi, sözde Arap Baharı, Suriye’deki müdahaleler, İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) öne çıkma ve karar alma merkezlerini ele geçirme girişimleri, DEAŞ’ın ortaya çıkışı ve yaptıklarıdır. Üçüncü hadise, Recep Tayyip Erdoğan’ın politikalarının ve geçmişe olan özlemini gösteren uygulamalarının ortaya çıkmasıdır. Böylelikle Arap coğrafyası, birden fazla bölgesel program tarafından tehdit edilir hale geldi. ABD ile sağlam ilişkileri, bunlara karşı en iyi teminat gibiydi.
Muhatabımız, güvenlik ve istikrar hesapları ile doğrudan tehditler nedeniyle önceliklerde bir değişiklik meydana geldiğine dikkat çekerek sözlerini sürdürdü. Buna paralel olarak, İsrail büyük ülkeler, özellikle de Rusya ile ilişkilerini güçlendirmeyi başardı. Binyamin Netanyahu ile Vladimir Putin arasındaki samimi ilişkiler, Rusya’nın askeri varlığına rağmen İsrail’in Suriye’deki İran mevzilerine arka arkaya düzenlediği hava saldırıları bunun en iyi kanıtı. Bu, uluslararası değişikliklerin, Filistinliler arasındaki bölünmelerin ve Filistinli grupların İran veya Türk programlarına dahil olmasının etkisiyle Filistin varlığının zarar gördüğü bir zamana denk geldi.
Bunun ışığında ve Batılı ülkeler, büyük şirketler ve teknoloji devleri ile derin ilişkiler kurma ihtiyacıyla uyumlu olarak BAE, İsrail’in Batı Şeria topraklarının büyük bir bölümünü ilhak etme kararını askıya alması karşılığında kendisiyle barışı tesis etmek adına egemen bir karar almaya karar verdi. Aynı bağlamda, Bahreyn de benzer bir karar alarak İsrail ile barış anlaşması imzalamaya karar verdi. Ancak, iki ülkenin Arap Barış Girişimi'nde öngörülen kapsamlı barış ve iki devletli çözüm çağrısından vazgeçmedikleri aşikardır.
İmzayı atacak tarafların, yeni tehlikelere ve kalkınma mücadelesine odaklanmak, hiçbir engel olmadan teknoloji ve ilerleme dünyasına katılmak için kaçınılmaz gördükleri bir barış arayışında, yeni fotoğraflara ve yeni imzalara şahit olmak için Ortadoğu halklarının gözleri yarın bir kez daha Beyaz Saray'a yönelecek.