Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

İmzadan sonra!

ABD’nin güvencesiyle BAE, Bahreyn ve İsrail arasında barış anlaşması imzalandıktan sonra geçmiş hakkında konuşmak, kaçınılmaz bir sonuç hakkında konuşmaktır. Dolayısıyla bunun yerine gelecek hakkında konuşmalıyız. Ancak, gelecekten bahsetmeden önce hak edilmiş, insani duyguları gösteren hızlı bir ve kısa bir giriş yapmak istiyorum.
Filistin halkına sadece insani ya da ulusal sempati nedeniyle değil, bir zamanlar Saddam rejimi Kuveyt’i işgal ettiğinde çoğunluğu gibi 7 zorlu ay boyunca ben de mülteci olarak yaşamayı deneyimlediğim için son derece saygı duyuyorum. O zaman bir Filistinlinin hissettiği sıkıntıyı daha çok anladım ve çektiği çileye daha duyarlı hale geldim. Bunun dışında, bugüne kadar kendisine bir liman bulamayan bu davaya bir Arap olduğum için de söz konusu deneyimi yaşamadan önce de sempati duyuyordum ve sonrasında da hala sempati duyuyorum. Bunda bir sorun ve zarar yok. New York-Brooklyn’da bir Yahudinin İsrail halkına karşı sempati beslemesi ve dayanışma duygularına sahip olması benim ve diğer Arapların Filistinlilere karşı hissettiğimiz sempati ve dayanışma gibi doğaldır. Önemli olan gelecektir.
Salı akşamı ABD Başkanı’nın katılımı ve imzasıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte BAE’yi temsilen Şeyh Abdullah bin Zayed ve Bahreyn’i temsilen Abdullatif Ez-Zeyyani’nin imzaladıkları anlaşma diğer barış anlaşmalarına benzemiyor. Mısır ile imzalanan birinci, Ürdün ile imzalanan ikinci ve Filistinliler ile imzalanan üçüncü (Oslo) anlaşma olsun hepsi de İsrail ile komşu bir ülke arasında ve savaş zamanında imzalanan anlaşmalardı. Salı günü imzalanan anlaşma ise doğrudan çatışmadan nispeten uzak ülkeler arasında imzalandı. Bu, önemli bir mesaj veriyor o da; “Gettolar” dönemini gözden geçirmemiz gerektiğidir.
İsrail, askeri, istihbari, teknik hatta siyasi olarak ne kadar güçlü olursa olsun kesinlikle kendisini güvende hissedemez. Bu bir uydurma değil gerçektir. İsrail şu anda Filistin toprakları ile arasındaki bağlantı noktalarının çoğunda kendisini yüksek duvarlarla çevrelemiş bulunuyor. Aslında bir yanda kendisi kuşatılmışken diğer yanda Filistinlileri kuşatıp onlara ambargo uyguluyor. Dolayısıyla, İsrail toplumu kendisini güvende hissetmezken, İsrailli politikacılar da yıllarca toplumlarının bu güvensizlik duygusunu körüklediler. Bunu yapma amaçları belki de yeni gelenler arasında safları sıkılaştırmak ve Nazi rejimin Yahudilere uyguladığı ve insanlık tarihinin unutmayacağı bir insanlık trajedisi olan Holokost’u onlara hep hatırlatmaktı.
Son anlaşmayla herkes dönüp karşılıklı “Getto” politikasını gözden geçirmelidir. İsrail çevresindeki herkes tarafından tanınmış bir ülke ve şimdi de göreceli olarak kendisinden uzak bir ülke ona barış elini uzatıyor. Bu nedenle İsrail’in, eğitim müfredatları veya medya programları, hatta siyasi söylemlerle İsrail kamuoyunu, Araplara ve Arap kültürüne karşı seferber etme politikasını yeniden formüle etmesi gerekiyor. Buna karşılık Arap tarafı da Arap eğitim müfredatları, medya programları ve siyasi söylemleri, on yıllardır yerleştirilen ve bugün Beyaz Saray’da imzalanan son barış anlaşmasına karşı bazılarının gürültü koparan söylemlerini etkileyen İsrail karşıtı efsane ve hurafelerden temizleyerek yeniden formüle etmelidir. Bu gürültü, Arap halkı arasında büyük miktarda birikmiş yanlış bilginin beklenen bir sonucudur. Çünkü abartmadan veya küçümsemeden ötekinin gerçekte kim olduğunu bilmemiz ve kendisini tanımamız için araştırmalar yapacak ve bunları yayınlayacak yalnızca bir avuç araştırma merkezimiz vardı.
İki tarafta var olan bu iki sorun, yakın zamanda ele alınmalıdır, çünkü söz konusu algıların arka planda varlığını sürdürmesi, son anlaşmalardan elde edilmesi umulan kazanımları tüketecektir. İsrail tarafında gerçek güven duygusu, aşırılığı törpüleyip ılımlılığa ilgi ve talebi büyütecektir. Filistinli kardeşlerimizin tepkisi ne yazık ki tahmin edildiği gibiydi ve çoğunlukla duygusal ve abartılıydı. Kimisi, her zaman olduğu gibi siyasi söylemlerden kişisel (düşük ve kötü) söylemlere kaydı. Herkesin, özellikle de liderlerin bu tür davranışlardan kaçınmasının ve tenezzül etmemesinin zamanı geldi. Buna örnek olarak; Hamas liderlerinden Mahmud ez-Zahhar’ın koronavirüs salgınının sadece ABD, İsrail ve onunla ilişkilerini normalleştiren Arap ülkeleri için olduğuna yönelik (kayıtlı) açıklamalarını gösterebiliriz. Bu tür liderler güvenilirliklerini nasıl geri kazanabilirler? Kime hitap ediyorlar? Filistinli kardeşlerimizden bir diğer grup da imkânsız bir denklemi talep ediyorlar. O da; “Düşmanım düşmanındır. Ama senin düşmanım benim dostumdur.”
Herkes İran’ın ve aynı şekilde Türkiye’nin görünürde parlak sloganlar altında ama gerçekte kaynaklarını ve insanlarını kontrol etmek için bu bölgeye hegemonyalarını dayatmak istediklerini biliyor. Ancak, bu kuruluşlardan bazıları ile bu genişlemeci projeler arasındaki ilişki şüphelidir ve bölgemizdeki kardeşleri aleyhinedir. Birkaç hafta önce, akıllı herkesin bu aşamanın meydan okumalarıyla yüzleşmek adına tüm Filistinliler için acil bir ihtiyaç olduğunu düşündükleri Filistin birliğini teşvik amacıyla Arap meslektaşlarımız Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile video konferans yoluyla görüştüler. Ben de bu görüşmede Hamas’ın Körfezli kardeşlerinin İran ile ilişkisinden duydukları endişeye değinerek bunun ortak çıkarların ötesine geçerek diğerlerinin çıkarlarını olumsuz bir şekilde etkilediğini dile getirmiştim. Verilen karşılık geneldi ama mesajımla birlikte Körfez vatandaşları olarak gerçek endişelerimiz de yerine ulaşmış oldu.
Filistin davasının tarihi boyunca Arap, özellikle Körfez ülkelerinin pozisyonu, 1979’da Kuveyt’in delegesi ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisi Abdullah Bişara’nın, Filistin davasını görüşmek için ABD temsilcisi Andrew Young ile dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temsilcisi Zuhdi Terzi’yi bir akşam yemeğinde görüştürmesinden beri siyasi ve ekonomik yardım açısından en derin pozisyon olmuştur. O zamanlar FKÖ gözlemci statüsündeydi. Medyanın söz konusu toplantıyı öğrenmesi üzerine ABD temsilcisi görevini bırakmak zorunda kalmıştı. Ayrıca, Arap Birliği’nin Filistin’in yönetimi için onayladığı Arap Güvenlik Ağı kapsamında aylık yapılan 100 milyon dolarlık ödemenin büyük bir bölümü de Körfez ülkeleri tarafından karşılanıyor. Salı günü imzalanan anlaşma çeşitli Filistinli grupları ve muhalifleri birleştirecekse, bunu sağlayan bir faktör olacağı için teşekkürü hak ediyor. Her ne kadar, Filistinli gruplar arasında ne yazık ki farklı çıkarlardan oluşan kalın duvarlar bulunduğu için bundan şüphe duysam da.
Öte yandan, Filistin Ulusal Otorite’si mevcut Arap gerçekliğine yönelik kör bir okuma ve BAE’nin bu adımına yönelik sağduyusuz bir algıyla, Arap Birliği’ne İsrail ile anlaşma imzaladığı için BAE’yi kınaması çağrısında bulundu. Ortada mantıklı bir zihin olsaydı, Filistin Ulusal Otoritesi Arap Birliği’ne danışmadan ve onun bilgisi dışında İsrail’i tanımak anlamına gelen Oslo Anlaşması’nı imzaladığında (ki iki devletli çözümü kabul etmek zaten İsrail’i tanımak demektir) Arapların duydukları memnuniyet ile bu tutumu karşılaştırırdı. BAE ve Bahreyn’in son adımları olması gerektiği gibi okunabilirdi. Zira bu adım bir “kriz” olsa da mevcut ve hüküm süren küresel koşullar ışığında, beraberinde dava için bir fırsat taşımaktadır ve kendisine siyasi zemin kazandırmaktadır. Keza İsrail'den talep edilenleri tahsil etmek için kullanılabilecek bir adımdır.
Bu adımın gerçekleştirmesi umulan bir diğer hedef, bazı İsrailli politikacıların ortak “Getto” tuzağından kurtularak düşman olmayan ülkelerle ilişkilerin sağlayacağı açıklığa ulaşmalarıdır. Nitekim BAE Dışişleri Bakanı da salı günü Beyaz Saray’da yaptığı konuşmada, Filistin davasına değinmekten ve Filistin topraklarını ilhak kararını ve genişlemeyi dondurduğu için İsrail Başbakanı’na teşekkür etmekten kaçınmadı. Unutmayalım, barış yapıcılar hedef alınırlar. Daha fazla kriz yaratmaları için belki de cepleri İran parası ile doldurulacak olanlar ya da güdümlü medya organları olacak. Bu yüzden, en kötüsünden barışa yönelen herkes, kaçınmak için “önlemler ve korunma” meselesini göz önünde bulundurmalıdır.
Son olarak; İsrail ile barış anlaşmasının imzalanması sırasında katılımcıların vücut diline değinecek olursak, Şeyh Abdullah bin Zayed’in daha kıdemli olmasına rağmen birden fazla kez Bahreyn Dışişleri Bakanı ez-Zeyyani’yi fotoğraflarda öne çıkarması, kendi önüne geçirmesi ahlaki seviyesi, kibar ve nazik karakteriyle uyumludur ki bu, şövalyelerin karakteridir.