Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Bir takım fitneler, kumpaslar

Müslümanlarla ilgili iki şeytanlaştırma problemi mevcut; bunlardan bir tanesi ABD merkezli neo-con zihniyetinin, güvenlik bahanesiyle dilediği yere müdahale etmek için Müslümanların yaşadığı coğrafyaları “terör merkezi”, Müslümanları ise “terörist” olarak itham etme problemi. Diğer problem ise bir takım mezhep, tarikat ve cemaatlerin etki alanlarını arttırmak için kendileri dışındaki cemaat, mezhep ve grupları “tekfir etmeleri, şiddetle bağdaştırma” problemi. İkinci problem her ne kadar Müslümanlar arasından neşet etse de burada Müslümanların arasına sızmış derin yapıların ve yabancıların etkisi de var; örneğin sömürgeciler bu ayrımları çok fazla kullanarak Orta Doğu’da sonu gelmeyen problemler üretmiştir ya da FETÖ ve benzeri gruplar oluşturulmuş ve desteklenmiştir.
Elbette Müslümanları ve İslam’ı şiddet, terör ile ilişkilendirerek şeytanlaştırma projesi Batılı ülkelere mahsus değil. 28 Şubat döneminde “İBDA-C örgütü, irtica” gibi söylemlerle, FETÖ’nün “Selam Tevhid” kumpaslarıyla Türkiye’de bir çeşit Müslüman/İslam karşıtlığı oluşturulduğu da malum. Tam olarak bu badireleri atlattık diye düşünürken aslında bu problemleri atlatamadığımız da geçen hafta ortaya çıktı.
Televizyonlarda neden bilinmez fazlaca görünen, PR’ı yapılan, bir şekilde tuhaf işlerle önü açılan, sık sık lüks hayat tarzıyla gündeme gelen,  “yakmayan kefen” gibi İslam akidesine aykırı söylemleri/ticareti olan kişi, geçtiğimiz haftalarda “2000 Selefi dernek silahlanıyor” diye bir açıklama yaptı. Tam olarak 28 Şubat’taki irtica söylemine, cadı avına benzeyen bu söylemin sonrasında sayı 150’ye düştü, farklı kişi ve grupların adı geçti, nihayetinde bu iddialarda bulunan şahıs savcılığa verdiği ifadede herhangi bir dernek ismi veremedi. Şimdi söylediği doğru olmayan bir kişiye “hoca” muamelesi yapılmasına mı şaşıralım, yoksa İslam ve Müslüman karşıtlarının kullandığı şeklide Müslümanların ve İslam’ın şiddet ile bağdaştırılmasına mı şaşıralım, yoksa Müslümanlar arasında düşmanlık çıkarılmasına mı şaşıralım bilemedik.
Bu mevzuda “Selefilik nedir?” meselesine girmeyeceğim, düşünsel tartışmalardan bahsetmeye de niyetim yok zira meselenin özü ve problemi bunlar değil. Mesele, verdiği vaazları dinlediğinizde televizyonu haram, dinden çıkma meselesi olmayan konuyu dinden çıkma meselesi olarak görmeye bayılan ve kişileri tekfir eden, Batı’yı, laik düzeni falan “şeytan işi, küffar” olarak görecek kadar “hassas, itinalı” olan kişinin ve grubunun, Irak Savaşı’na girmeden önce Bush’un yaptığı konuşmadan, 28 Şubat için düğmeye basan bazı paşaların yazdırdığı gazete manşetlerinden farkı olmayan bir şekilde “Selefiler silahlanıyor” demesi, dahası bu meseleye dair bir delilinin de olmaması.
11 Eylül 2001 Saldırıları sonrası ABD ve sonrasında Avrupa, Müslümanları takip etmeye, fişlemeye ağırlık vermişti. Bu nedenle istihbarat kurumları bazı kişi ve grupları kullanmaktaydı. Özellikle ABD’de FETÖ, bu tarz fişlemeler konusunda kendisine biat etmeyen kişi, grup ve cemaatleri ABD istihbaratına jurnalliyor ve fişletiyordu.
28 Şubat döneminde ve öncesinde bazı derin kişi ve kurumlar, dini sohbet verilen yerleri takip ediyordu, imamların vaazları (şimdiki gibi cep telefonu, kamera teknolojisi gelişmiş olmadığı için) kişilerce takip ettiriliyordu. Bazen delille ama çoğu kez delilsiz olarak kişi, kurum ve cemaatler fişleniyordu.
Nihayetinde çoğu kez herhangi bir delil olmadan Müslümanların fişlendiğine, yıllarca hapis yattığına (Bugün bile 28 Şubat nedeniyle hapiste olan kişiler var, Guantanamo’da olan kişiler var) şahit olduk. Elbette bu kişilerin hepsinin masum olduğunu iddia edemeyiz, silahlananlar, şiddet içerikli çözüm arayanlar mutlaka vardır. Ancak toplu şeytanlaştırma, bir çeşit sürek avıyla Müslümanları fişlemenin ne denli zararlı olduğunu tecrübe ettik. Durum bu iken, topluma karşı din dersi verdiği iddia edilen, Müslümanlar için rehber olduğu iddia edilen ve çok sayıda kişi tarafından takip edilen kişi, nasıl olur da haktan, İslam’dan uzak, içerisinde fitneyi barındıran açıklamalar yapabilir? Ya kendi cemaatinin daha etkin olmasını istiyordur ya da Bülent Şahin Erdeğer Bey’in İndependent Türkçe’deki yazısında ifade ettiği gibi “kendisiyle ilgili problemlerin üzerini örtmeye çalışıyordur.” Başka nedenler de olabilir…
Bir de ısınmak için komşusunun evini yakmakta dahi beis görmeyen bu tip kişilerin oluşturduğu etkiye bakalım; “Selefiler silahlanıyor” iddiası sonrası, çok az kişi ve yayın Selefilik üzerine makul konuşmalar yaptı. Çoğunluk meseleyi şu şekilde ele aldı; “Cemaat ve tarikatler silahlanıyor mu?”
Mekke’deki Müslümanlar 600’lü yıllarda bunu tecrübe etti, Haçlıların saldırılarına maruz kalan Müslümanlar bunu tecrübe etti, sömürgecilerin ülkelerini tarumar ettiği Müslümanlar bunu tecrübe etti, 11 Eylül sonrası terörle hiçbir ilişkisi olmadığı halde işkencelerden geçirilen Müslümanlar bunu tecrübe etti, FETÖ’nün hedef aldığı Müslümanlar bunu tecrübe etti, 28 Şubat’ın tank gibi üzerinden geçtiği Müslümanlar bunu tecrübe etti… Bu acı tecrübeler, kalbinde zerre kadar İslam nuru olan kişiler için ibrettir ve bu acı tecrübelere bakarak aynı fitne ateşini yakmazlar ancak birileri çıkıp bir yerlere dinamit koyuyorsa onlarla adaleti ayakta tutmaya çalışanlar arasında mesafe olması gerektiği de ortadadır.
Çok abartılı bir örnekle bitireyim, elbette kimin mümin, kimin münafık olduğunun bilgisine asla sahip değilim, birilerini münafık ilan etmekten de Allah’a sığınırım zira bu çok büyük bir iddiadır. Zaten vereceğim örnekten maksat münafık, mümin ayrımı yapmak değildir. Ancak Rasulullah (SAV)’den gelen bir rivayet, zan konusunda nasıl davranılması gerektiğine dair bir örnektir. Ayrıca bu yanlış bilinen rivayeti de vesile ile düzeltmiş olurum. Genellikle “Rasulullah’a bir adam geldi ve bir münafığı öldürmek için izin istedi. Adama, münafık dediği kişinin şehadetini ve namazını sorduğunda adamdan “yoktur” cevabı alınca, “Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor dedirtmem” diyerek men ettiği rivayet edilir ancak meselenin doğrusu öyle değildir. Rasulullah’a bir adam gelir ve bir münafığı öldürmek için izin ister, Rasulullah münafık denilen kişinin şehadetini ve namazını sorduğunda “namazı şehadeti vardır ama geçersizdir” cevabı alınca şöyle buyurur: “İşte Allah’ın bana öldürmeyi yasakladığı kimseler böyleleridir.”
İslam karşıtlığını temel politika olarak belirleyenlere değil, iman ettiğine şahit olunan kişilere bakınca, o kişilerin elinden ve dilinden emin olunması gerekirken, hem bu emniyetten uzaklaşmalarına hem de göz göre göre fitne ve haksızlığa kapı aralama heveslerine hayret ediyorum.