Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Uzun başarısızlık sonrası farkındalık

İzleyicilere ‘koronavirüsler’ sinek, hamamböceği veya akrep gibi gösterilince, sanki aşı olmasa ve tedavi bulunmasa bile tehlikeyle başa çıkılabileceği ve bununla birlikte yaşanabileceği düşünülüyor. Herhangi bir mağazaya tek bir akrep girmiş olsaydı, insanlar oradan kaçar ve akrebin saklanabileceği her mekândan korkarlardı. Ancak virüs çıplak gözle görülmediğinden insan içgüdüsel olarak durumu küçümsüyor. Zira biz insanlar sadece gördüğümüz tehlikelerden korkarız.
Ayrıca sokaklarda cenazelerin görünmemesi ve enfekte olanların çoğunun ‘iyileşmesi’ böyle bir algıya yol açıyor. Aslında burada koronavirüsün varlığından şüphe edenler bile var. Korona, kayıtsızlığın söz konusu olduğu garip bir olay değil. Mesela kadınların erken muayene edilmeleri halinde meme kanseri riski büyük ölçüde azaltılabiliyor. Yani bir şeye ilişkin farkındalık onunla başa çıkmaya yardımcı oluyor.
Sağlık konusunda ‘farkındalık’ sahibi olmanın karantinadan daha önemi olduğunu düşünüyorum. Böyle bir farkındalık, vakaların azalmasında büyük bir rol oynayabilir ve dikkatli bir şekilde normale dönmeyi kolaylaştırabilir. Sağlık yetkilileri, sosyal hareket üzerindeki kısıtlamaları hafifletirken, salgınla ilgili uyarıların seviyesini artırmalıdır. Sorunun farkında olan bir toplum, nasıl hareket etmesi gerektiğinden sorumludur. Hükümetler nüfusu sonsuza kadar karantina altına alamazlar. Olası tehlikelerle ilgili olarak farkındalık yarattıktan sonra tüm sorumluluğun insanların omuzlarına yükleneceği bir aşamaya geldik.
İnsanlar her adımda yahut her köşede bu hastalığa yakalanabileceklerinin farkında olmalılar. Bütün bu olasılıklar yalnızca eve kapanmakla değil; önlemlerin ve dikkatin artırılmasıyla azaltılabilir. New York Mount Sinai Hastanesi’nde beyin cerrahı Christopher Kellner, ölüm oranının düşük olmasının hastalığın ve iyileşmenin kolay olduğu anlamına gelmediğini, bazı yan etkilerin ölümcül olabileceğini söylüyor. Kellner, hastaların hastaneye yatırılmasını gerektirmeyen fakat kan pıhtılaşmasına ve felce neden olan ‘hafif’ korona vakalarından bahsediyor. Onun açıklamasına göre bu kimseler arasında gençler de var.
Sağlık kurumları, salgının her ne kadar büyük ölçüde ölümcül olmasa da çok zararlı olduğu, akciğerleri, kanı, böbrekleri, karaciğeri ve beyni de etkileyebileceği konusunda halkı uyarmalı. The Guardian’daki haberde, koronadan kurtulanların böbrek, beyin ve kalp gibi organlarında bazı rahatsızlıklar yaşadıkları ve ciddi diyabet ve stres sorunları yaşadıkları belirtildi. Geçen yaz bir aşı veya tedavi bulma ümidi vardı. Kışı, baharı ve yazı ardımızda bıraktık. Önümüzde sonbahar var. Dünya zorlu bir durumdan geçiyor ve mucize aşı bulunana kadar salgın devam edecek gibi görünüyor.
Soru: Önümüzdeki bir ay, bir yıl ya da yıllar boyunca ne yapılabilir?
İnsanları uzun süre karantinaya almak mümkün değil. Dünya ekonomilerin çöküşünün etkilerinin inkâr edilmesi mümkün değil. Ayrıca karantina uygulaması hafifletildikçe vakaların arttığı da bir gerçektir. Acı çözüm, normal yaşama dönmektir. Hastalık sadece tek bir grubu tehdit etmiyor. Enfekte olanların her ne kadar yüzde 3’ü hayatını kaybediyor olsa da, kurtulanlar da iyi bir durumda olmayabilirler. Çoğu hastaneye kaldırılmamış olmak üzere 5 bin 600 kişiden oluşan bir forum var. Bu kişilerden çoğu 50 yaşının altında olduğunu söylüyor. Yüz felci, nöbetler, işitme ve görme kaybı, baş ağrısı, hafıza kaybı, ishal, kilo kaybı ve daha bir dizi rahatsızlıktan mustaripler.   Önemli olan virüsü karantinaya almaktır; sterilizasyon ve uzaklaşma ile insanları değil.