Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan-İsrail anlaşması İran’ın ABD mürekkebi ile attığı imzayla mı mühürlendi?

Lübnan ile İsrail arasında deniz sınırlarıyla ilgili müzakereler haftaya çarşamba günü başlayacak. Müzakereler, Macron’un tüm siyasi güçlerle görüştüğü ve onların da kabul ettiği, Mustafa Edib’in yozlaşmış siyasi sistem dışından, uzmanlardan oluşan bir “görev hükümeti”ni kurmasına dair Fransız inisiyatifinin, bizzat Hizbullah tarafından başarısızlığa uğratılmasıyla artan siyasi karmaşa ortasında ve yeni bir hükümetin kurulup kurulmayacağının belli olmadığı bir zamanda gerçekleşecek.
Bu noktada, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın hükümeti kurmaya hazırlık olarak yürüteceği bağlayıcı meclis istişareleri için belirlediği tarih üzerinde durmak gerekiyor. Avn, bu görüşmelerin gelecek perşembe günü, yani Nakura’da BM’nin gözetiminde İsrail ile müzakerelerin başlamasından bir gün sonra yapılacağını açıkladı. Lübnanlı politikacılar arasındaki bölünmeler ve komplikasyonlar düşünüldüğünde bu zamanlama, soru işaretleri doğuruyor. Hükümetin yokluğunun, İsrail ile müzakerelerde Lübnanlı müzakerecilerin manevra kapasitesini genişleteceği düşünüldüğü için mi bu zamanda yürütülecek? Anayasaya göre cumhurbaşkanının anlaşma yapma ve imzalama yetkisi olsa da Beyrut’taki bazı siyasi çevrelerin değindiği gibi bu zamanlama manidar mı?
Pratikte bütün bu manevralar, Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri’nin “çerçeve anlaşması” adını verdiği anlaşmanın açıklanmasından sonra Hizbullah’ın karşı karşıya kaldığı zor durumu hafifleten bir kalkan sunmuyor. Bütün göstergeler anlaşmanın dolaylı olarak gerçekleşmiş olduğunu ve müzakerelerin onu gün yüzüne çıkaracak bir araçtan ibaret olduğunu gösteriyor. Keza, geriye sadece bir sorunun, Şebaa Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri ile ilgili anlaşmazlığın kaldığına işaret ediyor. Zira bu konudaki herhangi bir uzlaşı pratik olarak Hizbullah’ın silahını koruma gerekçelerini de ortadan kaldıracak.
İki gün önce ABD eski Lübnan büyükelçisi Jeffrey Feltman, Hizbullah’ın anlaşmayı kabul etme gerekçelerini açıkladı ama en son önemli bir soru da sordu: Hizbullah, İngiliz atasözünde olduğu gibi aynı zamanda hem kekini muhafaza etmek hem de yemek mi istiyor? Diğer bir deyişle, deniz sınırlarını belirleme anlaşmasını kabul ederek Lübnan’ın güneydeki parsellerde bulunan doğalgaz rezervlerinden yararlanmayı isterken, diğer yandan kara sınırlarını belirlemekten kaçınarak Şebaa Çiftliklerini kurtarmak bahanesi ile silahının varlığını korumak mı istiyor diye soruyor. Oysa İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinden bu yana, Golan Tepeleri işgal edildiğinde Suriye kontrolü altında olan bu bölgenin Lübnan toprağı olup olmadığına dair tartışmaların sürdüğü biliniyor. Nitekim Suriye, 20 yıldır Şebaa Çiftlikleri’nin Lübnan’a ait olduğunu kabul etmeyi ama aynı zamanda da BM’ye bunu kanıtlayan haritaları sunmayı reddediyor.
Yeni hükümetin kurulması probleminin, Nakura’daki müzakerelere odaklanılmasının önüne geçmek ve sisleştirmek için kullanılmaya devam edileceği kesin. Fakat bu, en nihayetinde Berri’nin anlaşmayı duyurmasından itibaren Hizbullah’ın hiçbir yorum yapmadığı ve İran’dan da herhangi bir yorum duymadığımız gerçeğini değiştirmiyor. Halbuki bu konu, ABD ile çekişmesinde İran’ın elindeki önemli kartlardan birini oluşturuyor. Mesela Macron’un Beyrut’u ziyaretinden birkaç saat sonra İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif de Beyrut’u ziyaret edip Lübnan hükümetinin kurulmasına yönelik herhangi bir dış inisiyatif ve müdahaleyi eleştirmişken, bugün Lübnan ile İsrail arasında bir anlaşmaya varıldığının açıklanması karşısında Tahran’da sessizliğin hâkim olması oldukça şaşırtıcı. Bu, daha öncede belirttiğimiz gibi örtülü olarak söz konusu anlaşmanın, Berri’nin deyimiyle bir “çerçeve” anlaşmasından ziyade ABD yaptırımlarının İran ve Hizbullah’a yapacağını yaptıktan  sonra varılmış ve sadece deklare edilmesi gereken bir anlaşmadır.
Sınırları belirleme dosyası, on yıllardır Meclis Başkanı Nebih Berri’nin çekmecesinde duruyor. Feltman, kendisinin daha önce bu konuyu Berri ile görüştüğünü, aynı şekilde büyükelçiler David Satterfield, Frederick Hof, Elizabeth Richard’ın ve son olarak, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker’ın da kendisi ile görüştüklerini ama dosyanın çekmecedeki derin uykusuna devam ettiğini belirtiyor. Ama sonra Berri birden bir açıklama yapıp çerçeve anlaşmasına varıldığını açıklıyor ve şunu vurguluyor “ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Lübnan ziyareti, sınırları belirleme meselesini hayata döndürdü. Biz de, Nisan ayındaki anlaşma ve 1701 sayılı BM kararını içeren girişime bağlı kalınmasını, toplantıların BM merkezinde ve himayesinde yürütülmesini, deniz ve kara sınırları süreçlerinin birlikte ilerlemesini kabul ettik.”
İş gerçekten de “çerçeve anlaşması” ile sınırlı olsaydı Pompeo hemen bunun “tarihi bir anlaşma olduğunu ve müzakerelerin Lübnan, İsrail ve bölgenin çıkarlarına hizmet edecek bir ortak işbirliği çerçevesini sunacağını” açıklayabilir miydi? Pratik olarak gerçekleşmemiş bir anlaşmayı tarihi olarak niteleyebilir miydi? Bu dosya uzun süredir Berri’nin çekmecesinde sönmüş bir durumdayken nasıl birden köze dönüşüp Avn’a intikal etti. Kuralları, söylemleri, hassas güdümlü füzeleri ve Kudüs’ün kurtarılması sloganlarıyla karşılaştırıldığında, Hizbullah’ın karşı karşıya olduğu etik utançtan bahsetmiyoruz bile. Bunlara, İsrail’in 2000 yılında çekilmesinden itibaren Hizbullah’ın sürekli dillendirdiği şu ifadeleri de eklemeliyiz: “ABD’nin desteğiyle ve bariz bir şekilde onun ve çıkarlarının tarafını tutmasıyla, düşmanlarını ve muhaliflerini kendi şartlarına ve taleplerine boyun eğdirmeye çalışan İbrani oluşuma karşı barışçıl, diplomatik ve müzakere araçlarının hiçbiri bir işe yaramaz. Dolayısıyla bir toprak ancak silah ve onunla birlikte yaratılan korku dengesiyle kurtarılabilir. Deniz ve karadaki herhangi bir hak yalnızca böyle elde edilebilir.”
Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri, anlaşmanın aynı zamanda 1559 sayılı kararın maddelerini de içeren 1701 sayılı karara bağlı olduğunu açıkladığında yukarıda yer verdiğimiz ifadelerin ne anlamı kalıyor? Zira bu iki karar da bütün partilerin ve gayrı meşru güçlerin silahsızlandırılmasını ve silahın sadece Lübnan devletinde olması çağrısında bulunuyor. Bu ve tarihi anlaşmadan sonra, Hizbullah’ın “ordu, halk ve direniş” denklemini pekiştirmek için yararlandığı politik, yıkıcı ve şiddetli çatışma süreci devam edebilir mi? 1701 sayılı kararın maddeleri uygulanmadan ve Hizbullah silahsızlandırılmadan, deniz sınırlarından, kara sınırındaki Mavi Hattaki 13 anlaşmazlık noktasına ve Şebaa Çiftliklerine kadar sınır sorunlarında nasıl uzlaşıya varılabilir?
İşte Feltman, tam olarak bu noktadan hareketle Hizbullah’ın aynı anda hem kekini muhafaza etmesinden hem de yemesinden korkuyor. Yani bir yandan İsrail ile anlaşırken diğer yandan Güney’deki misyonunu kaybetse de içeride bir siyasi yatırım olarak kalmayı sürdürecek silahını korumasından endişeleniyor. Bütün bunların temelinde de Suriye’nin Şebaa Çiftlikleri ile ilgili haritaları BM’ye teslim etmeyi reddetmesi yer alacak.
Yeni hükümetin kurulması sürecinin karşı karşıya kalabileceği komplikasyonlara karşı siyasi tartışmalar, İsrail ile müzakerelerin başlaması ile aynı zamana denk gelse de bu, pratikte birbiriyle bağlantılı bir dizi soru sormayı engellemiyor. Hizbullah kabul etmemiş olsaydı Berri anlaşmayı açıklayabilir miydi? Peki, Beyrut’u kontrol ettiğini iddia eden Tahran kabul etmeseydi Hizbullah kabul eder miydi? Son olarak, açık ve net hesaplar ve bahislerden yola çıkarak ABD ile müzakereler masasına oturarak boğucu yaptırımların pençesinden kurtulabileceğine yönelik güveni artmasaydı Tahran bunu kabul eder miydi?
Tahran’ın bahsettiğimiz hesabı ve oynadığı bahis şu: Donald Trump kazanırsa kendisi daha önce İran ile ön koşulsuz müzakerelere hazır olduğunu açıklamıştı. Joe Biden kazanırsa, kendisi zaten Trump’ın iptal ettiği anlaşmada Obama’nın ortağıydı. Dolayısıyla şunu sormamız çok doğal: Lübnan-İsrail anlaşması gerçekten de İran’ın ABD mürekkebi ile attığı imzayla mı mühürlenmiş?