Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Erdoğan'ın bölge projesi

Erdoğan'ın bölgedeki projesi, özellikle Suriye'deki gerginlik bölgelerinde oynadığı askeri kumar, sonra Libya'daki bariz müdahale ve savaş stratejisi, daha sonra Avrupa Birliği ve bölge ülkelerine yönelik sert diplomasisi, başta Suudi Arabistan olmak üzere ılımlı ülkeleri hedef alması düzeyinde derin çatlaklara maruz kaldı. Aynı şekilde, Arap Baharında siyasal İslam ideolojisinin çökmesi, Müslüman Kardeşler ve seküler solun bağımlılık rolünü oynamayı kabul eden bazı kanatlarını desteklemek yoluyla iktidara çökme planlarının başarısızlığa uğraması ile de projesinde derin yarıklar oluştu. Seküler solun bahsettiğimiz kanatları, bağlılık rolünü, başka güçler tarafından rehin alınmış sokaklarda, yankı bulmayan totaliter sloganlarına uygun siyasi kırıntılara sahip olmak karşılığında kabul etmişlerdi. Çünkü Enver Sedat suikastından sonra, muhalif seküler solculuk ile siyasal İslamcılık arasında, söylemlerini yayma araçları ve referanslar yönünden bir eşitsizlik ortaya çıkmıştı. Siyasal alan küçüldükçe dini bir kaldıraca sahip siyasi kesinlik iddiaları güçlenmişti.
Erdoğan ve müttefiklerinin projesi başarısız olurken, Türk ekonomisinin yükselişinin gerilemeye başlaması ve ekonomik açıdan Doha'dan alınan paraya güvenir hale gelmesiyle rakiplerinin daha sabırlı projesi ile üst üste yenilgiler alıyordu. Tahran’daki Mollalar rejimi yaptırımların başladığı andan Kasım Süleymani’nin tasfiye edilmesine kadar, Hizbullah’tan Husilere kollarını ve paralel yapılarını aktive etme üzerine oynadı. Ancak Erdoğan, bölgedeki büyük siyasi boşluktan, birçok ülkenin içeriyi güçlendirme ve istikrarı takviye etmeye odaklanmayı, siyasi tarafsızlığı ve diğer ülkelerin egemenliklerine müdahale etmemeyi önceleyen bir politikayı seçerek içe kapanmasından yararlanmayı tercih etti. Bu strateji, aldığı askeri yenilgilerin alternatifiydi. Erdoğan, Mollalar rejimini taklit ederek ülkesi içinde kendisine yönelik öfkeden ve küresel güçlerin engellerinden muzdarip olan üslerine alternatif olarak İstanbul dışında siyasi üsler inşa etmeye çalışıyor. Lübnan İçişleri Bakanı’nın bu yılın başlarında, doğrudan uçuşlarla Lübnan’a milyonlar kaçırmaya çalışan Türk uyruklu kişilerin tutuklandığına dair açıklaması bunun örneğidir. Keza, eski Lübnan içişleri bakanının Lübnan’daki Sünnileri kontrol etmek için dernekler ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla Türkiye’nin Trablusşam’a yönelik yumuşak işgal projesinden bahsettiği raporlar da. Türkiye, Yemen’de de aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Geçmişte Abdurabbu Mansur Hadi’nin meşru yönetimini desteklerken şimdi, İhvan’a (Müslüman Kardeşler) yakınlığıyla bilinen Islah Partisi’nden isimleri desteklemeye başladı. Bunların başında da Türkiye’den yayınlanan büyük medya projelerini yöneten Tevekkül Karman geliyor. Ne var ki, bütün bunlar Türk buzdağının sadece görünen tarafıdır. Asıl amaç, İstanbul’u Erdoğan’ın bölge ülkelerini hedef alan, finans ve insan kaynaklarından yararlanmak isteyen siyasi muhalefetin başkentine dönüştürmektir. Bu sayede askeri maceralarına alternatif projesinin hedef aldığı ülkelerde toplum, parti ve politik ilişkileri örmektir.
Koronavirüs salgınından sonra bugün dünyada yaşanan dönüşümlerin, ondan önce de ABD’nin bölgeye yönelik stratejilerinin değişmesinin, gergin alanlardan geri çekilme ve bu bağdan kurtulma stratejisinin öne çıkmasının, müdahaleler yerine boyun eğdirme ve yaptırım stratejisinin benimsenmesinin, bir boşluk oluşmasına, bazı ülkelerin diğerlerinin hesabına geri çekilmesine katkıda bulunduğu kesindir. İşte Erdoğan, bundan yararlanarak kapsayıcı, dini ve milli bir karaktere sahip projesinin temelini pekiştirmeye çalışıyor. Başarılı olması durumunda bu, ekonomik gerileme ve askeri müdahalelerden dolayı içeride kendisine karşı oluşmuş öfkeye, siyasi davranışlarından dolayı Avrupa'nın kendisine yönelik sürekli eleştirilerine karşı kendisi için bir ödül olabilir.
Kuşkusuz, Erdoğan Türkiye'si, hükümetin bu siyasi bölünmelerle yüzleşmek için zorladığı ekonomik koşullar olsa bile, istikrarlı devletin kimliğini etkileyecek şekilde, Türk toplumundaki siyasi yapı ve aktif güçler düzeyinde değişmiştir.
Kesin olan şey, Erdoğan Türkiyesi’nin devletin istikrarlı kimliğini zedeleyecek şekilde siyasi yapı ve Türk toplumundaki aktif güçler düzeyinde değiştiğidir. Hükümet, bu siyasi bölünmelerle yüzleşmek için para biriminin değer kaybetmesinden yabancı yatırımların azalmasına kadar çok sayıdaki soruna rağmen halen ekonomik koşulları zorluyor. Yabancı yatırımın azalmasının arka planında ise, Erdoğan’ın Avrupa karşıtı söylemleri, ABD ile ilişkilerinin gerilemesi, bilhassa Yunanistan ile gerilimin ardından Avrupa ülkelerinin bundan rahatsız olan tavırları vardır.
Devrimci İran kimliği gibi Osmanlı milli kimliğini ihya etmeye, etkenler, araçlar ve koşulları farklı olsa da Humeyni devrimi gibi Türk devrimini ihraç etmeye çalışmak, tehlikeli sınırlara yaklaşmak ve kumar oynamak hiçbir şekilde gerçekçi politikalar değildir. Bunlar ancak politik küçümseme, ülkeleri zayıflatma, yıkımdan yararlanmayı amaçlıyor olabilir. AK Parti şu anda, geçmişte kendisini destekleyen Türk İslamcıların ve dünün dostlarının kurduğu partilerin ortaya çıkardığı rekabetle kuşatılmış bulunuyor. Bu partiler, Erdoğan’ın davranışlarına ve Atatürkçü mirası değiştirme çabasına, geçmişte ekonomik yükseliş nedeniyle sessiz kalmak zorunda kalan ulusal güçlere yönelik düşmanca eylemlerine karşı çıkıyorlar.
Dışarıya gelince, Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölge ülkelerini düşmanlaştırması, Mısır’ı açık ve sürekli bir biçimde hedef alması, Erdoğan’ın bölgeye yönelik projesinin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Özellikle de bölge ülkelerindeki siyasi muhalefetin devletin mantığına ve istikrarına karşı söylemlerini desteklediğinin meydana çıkmasından sonra. Küresel lider propagandası başta olmak üzere projesindeki temel çelişkilerin gün yüzüne çıkması da Erdoğan’ın projesinin gerçek amacını herkese gösterdi. Çünkü küresel lider propagandası, onlardan geriye tarihin lanetleri ve halkların bunların yazdığı tarihten duydukları utanç, yıkım, ölüm, pervasızlıkları nedeniyle yıkılan ülkeler dışında bir şey kalmayan totaliter şahsiyetleri akıllara getirdi.
Diğer bir deyişle, Erdoğan’ın ilk yükselişi, içeride ekonomik koşulları iyileştirmesine, dünya ekonomileri ile barışmasına, yeni rakip pazarlar inşa etmesine, bölge ülkeleriyle anlaşmazlıklara rağmen dengeli ve rasyonel ilişkiler kurmasına, dış politikalarını pazarlamak için diplomasi silahını kullanmasına bağlıydı. Bugün elinde sadece iç politikada oynayabileceği kartları, ülkelerin egemenliğini ihlal eden askeri müdahaleleri, herkese düşman söylemleri, bazı ülkelerin içe çekilmesinden ve bölgedeki siyasi boşluktan yararlanmayı kapsayan siyasi maceraları kaldı. Çünkü Erdoğan, bugün bölge halklarının çoğunun, istikrarın erdemini, geleceğe yönelmenin değerini ve önemini takdir etmeye başladıklarını gözden kaçırıyor.