Zuheyr el-Harisi
TT

Boykot ve komplo: İnsanlık için açılan pencereler!

ABD’li şair T. S. Eliot bundan on yıllar önce Mars (kırmızı gezegen) hakkında güzel bir şiir yazdı. Eliot bu şiirinde barış hayallerini mırıldandı, güzel şeylerin çölde büyüyüp gelişebileceğini fısıldadı ve tozla dolu bir elin bile cömert olabileceğini söyledi. Bu güzel şeyler bize bakış açımızı, önceliklerimizi ve bir bütün olarak hayatımızı belirlerken rehberlik edecek. Yeryüzüne yukarıdan bakıyormuş gibi olacağız.
Şair hoşgörü ve barış kültürüne dikkat çekiyor, her şeyden önce bu dünyanın insani kılınması gerektiğini söylüyor. Ancak Arap dünyasında hâlâ ötekine düşman olanlar, Batı'ya ve medeniyetine hakaret, iftira ve aşağılama yoluyla saldırılarını sürdüren sesler ve zihniyetler var. Bu kimseler aşırıya giderek Batı’nın boykot edilmesi çağrısında bulunma noktasına geldiler.
Bu geçerli bir suçlamadır ve haklı olması muhtemeldir. Ayrıca kesinlikle düşünülmeye değerdir. Bu tür medeniyetler arası çatışmalar her ne kadar bir süreliğine ortadan kalksa da asla kaybolmaz. İnsanların kültürlerini ve inançlarını etkileyen herhangi bir tartışmayla yeninden gün yüzüne çıkar. Hegel, nesneler ve fikirler içinde meydana gelen zamansal olmayan bir gelişmeye inanıyordu. Burada da yalnıza zaman eksenli bir durum değil, zamanı aşan birtakım hususlar var.
Tek taraflı bir düşünme süreci izleyen bu model, söylemleri ve edebiyatları aracılığıyla aşırılık yanlısı gruplar tarafından da sürdürülmektedir. Burada mantığa ve gerçeklere karşı çıkan garip bir eğilim var. Batı’yı ve yeniliklerini boykot etme çağrısında bulunduklarında aslında kendileriyle çelişmektedirler. Şöyle bir etrafına baksa, gördüğü bütün şeylerin Batı’nın ürünü olduğunu fark eder. Aklı başında kimse, şimdinin teknolojisinin ve geleceğin yeniliklerinin Batı medeniyetinin sonuçları olduğunu inkar etmez. Fakat onlar sanki bunun farkında değillermiş gibi davranırlar. Bilimsel bir başarısızlığı avlamak adına pusuya yattıklarını görürsünüz. Sanki bu başarısızlığı iyileştirecekmiş gibidirler!
Burada sorulması gereken bir diğer soru, bu tür davranış ve uygulamalardan kaçınmanın mümkün olup olmadığıdır. Burada, anlayış ve analizde büyük sakatlıklarla malul olan zihniyetlerin olduğuna şüphem yok. Nesnel değerlendirme, özellikle de bilimsel araştırmalar söz konusu olduğunda ideolojik coşkudan ve siyasi tutumlardan arınmış olmalıdır. Bu kimseler kişisel izlenim ile analiz arasında ayrım yapmazlar. Oysa bilimsel araştırma ile -siyaset başta olmak üzere- Batı düşüncesi arasında bir fark vardır. Birincisi, insanlığın menfaati ve refahı içindir. Diğeri ise bir partinin veya hükumetin çıkarlarına ve menfaatlerine dayanır. Ayrıca zorunlu olarak bir halkın arzusunu yahut pozisyonunu yansıtmaz.
Öte taraftan Batılı bazı medya organlarını, özellikle herhangi bir çirkin saldırının ardından, ‘İslamofobi’ olgusunu yeniden hortlatmak için Araplara karşı fikri bir savaşa girmeye hazır buluyoruz. Bazıları bunu birçok kez başardı da. Bütün bunlara ve tarihsel olarak bilinen komplo teorilerine rağmen bir ‘komplo’ destekçisi değilim. Çünkü her iki tarafta da kızgın, öfkeli ve fikren sapkın olan kimselerin bulunduğunu biliyorum.
Batı’nın siyaseti, lobisi ve basını başka bir şeydir; bilimsel araştırmaları ve insani başarısı başka bir şey. Bunlar insanlığın yararına olan şeylerdir. Bizim bazı sorunlarımızla ilgili yaklaşımlarını ve davranışlarını tasvip etmesek bile insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuş ve insan refahı için çok şey yapmışlardır. Fakat bunlar arasında bir ayrım yapamayan arkadaşlarımız bu başarıları küçümsemekte ve nefret çağrılarında bulunmaktadır. Oysa Batı, boş söylemleriyle bizi tüketen ideologlar ve teorisyenler bir yana, çıkarlarına hizmet etmeyecek hiçbir şeyle ilgilenmemektedir.
Batı, terörizm, ılımlılık ve aşırılık hala gündemde olan sıcak meselelerdir. Bununla birlikte günümüzde kültürlerin birbirine yakınlığı, aralarındaki diyaloğu herhangi bir tarihsel dönemde olduğundan daha acil hale getirdi. Ötekine açılmalı, ortak ve bir arada yaşamanın bir yolunu bulmalıyız. Medeniyetler arasında bir uyumun ve birlikteliğin olması onların yok olacağı anlamına gelmez. Her medeniyet kendi hususiyet ve özelliklerini muhafaza ederek bir diğeriyle kısmi bir bütünleşme sağlayabilir. Nitekim İran ve Roma medeniyetlerine nüfuz etmemiş olsaydı İslam medeniyeti parıldamazdı. Grekçe eserlerin tercümesinden bahsetmiyorum bile. Bu, mevcut medeniyetin bilimsel ve edebi çalışmalarına katkıda bulundu. Sorunlar ve zorluklarla ancak eleştiri, araştırma ve deneyim gibi fikri uğraşlarla baş edebiliriz.
Halklar arasında bağ kuracak yeni yaklaşımlara acil ihtiyacımız var. Böylece çatışmaların ve hadiselerin genişlettiği boşluğu, ‘insani boyut’ ile kapatabiliriz. Herhangi bir din, ırk, ülke ayrımı yapmayan ve tüm halklara, uluslara ve kültürlere meydan okuyan salgınla karşı karşıyayız. Hoşgörüyü ve barışı teneffüs eden güzel bir dünya için pencereleri açıp zihinlerimizi berraklaştırmalıyız.