Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Entelektüel çöküşün eşiği

İdealist olmanın iyi yanı, her şeye rağmen etik olandan yana olmaya çalışmanızda size yol gösterici bir motivasyon aracı olmasıdır. Kötü yanı ise sürekli bir hayal kırıklığından diğerine doğru sürüklenmenize neden olmasıdır. Dolayısı ile idealist olmak nihayeti olmayan ve oldukça meşakkatli bir yolculuktur. Aynı zamanda dikkat gerektirir, sorumluluk alabilme yeteneği gerektirir, sabır ve gözlem gerektirir. Mağaranın dışını, kendini ve gerçekliği görebilmeyi gerektirir. Bu nedenle alıcısı da taraftarı da azdır. Çünkü insanların kahir ekseriyeti, daha az düşünme, kısa vadede somut kazançlar elde etme, daha az çalışma, kendini yargılamama, medenileştiği (sosyalleştiği) ortamdaki kişilere karşı üstünlük elde etme gibi kusurlu hasletlere sahiptir. Aslında sorun buna sahip olunması değil, bundan nasıl arınılacağı ile alakalıdır. İdealist kişiler, hem kendileri hem de yaşadıkları dünya için her anlamda müreffeh olana ulaşmanın, kusurları ıslah etmenin yollarını ararken, yolun zorluğu yanında “kusurlu hasletlerini huy edinmiş ve değiştirmeyi hiç düşünmeyenlerin” de yüklerini taşımak zorunda kalırlar. Bu nedenle taraftarı az olan bu kesim için yalnızlık aynı zamanda katlanılması gereken bir başka zorluktur.
Toplumlar, çoğu kez siyasi iktidarlar tarafından şekillendirilir. Bir diğer deyişle toplum, tarihsel süreç içinde kolektif bilinçaltının da etkisiyle oluşurken, diğer yandan tavandan/yönetici sınıftan, tabana/halka yayılan söylemlerin de ürünü olarak oluşur. Burada bir istisna olarak aydınlar/entelektüeller, pusula görevi görerek sürü mantığı içinde oluşturulmuş toplumlarda sürüden ayrılmayı becerebilen kişilerin oluşmasını sağlayabilir. Bu entelektüeli, siyasi elitin, iktidar gücüne sahip olanların hedefine koyar. Zira toplumları ve bireyleri kendi isteği doğrultusunda şekillendiren, kendi varlığına sorgulamaksızın teslim olan kitleler konusunda fire verilmesine neden olan istisnalar aydınlar/entelektüellerdir. Bu durumda iktidarlar iki tercihe başvurur; ilki entelektüelleri de kendi propaganda araçları haline getirmek, ikincisi ise entelektüeli şeytanlaştırmak. Ki bu konuda da maalesef oldukça başarılıdırlar zira kitleler sık sık farklı nedenlerle biriken problemlerin ağırlığından kurtulmak için birini/birilerini günah keçisi ilan ederek, onları linç ederek deşarj olmak isterler. Ancak bu kötü tablo içerisinde bile “kitle ve iktidar” arasında bir nefes alma mesafesi kadar kısa süreçli de olsa idealist, aydın/entelektüel kişilere alan bırakılır. Bu, bireysel varlığını her şeyin üzerinde tutanların dahi geleceğe yönelik mirası korumak için açtığı bir nefes alma alanıdır. Tehlikeli olan ise bu kadar küçük bir alanın bile kalmamış olmasıdır, çöküşün eşiği de işte tam olarak burasıdır.
Gramsci, “organik aydın” kavramıyla, mevcut sistemin/rejimin propagandasını yapan, devamlılığını sağlayan “rıza üretimi” oluşturanları kast eder. Yani organik aydınlar, egemen sınıfın, güç tekelini elinde bulunduranların hegemonyasının devamlılığını sağlarlar. Edward Said’e göre organik aydınlar, belli kesimlerin çıkarlarını korumakla yükümlüdürler, bu görevi yerine getirebilmek için iktidar odakları tarafından korunur kollanırlar, özellikle desteklenirler. Günümüzde çok etkin bir alan olan medya, özellikle bu aydın olmayan kesimin aydın olarak gösterildiği, pazarlandığı alan haline gelmiştir ve hem aydın yapılmaları, hem organik aydınlık vazifeleri medya üzerinden yürütülmektedir. Tabi bu bahsettiğim basit bir şey de değildir. Bu sistem biraz gizlilik ve itina ister, belli edilmeden yapılır, kitlelerin iknası “doğal bir süreçmiş” gibi sunulur yani göze sokula sokula yapılmaz ya da aşırı propagandacı forma getirilmez. Getirildiği nokta varsa ve getirildiği noktanın oluşturduğu kriz tespit edilemiyorsa işte orada ciddi bir entelektüel çöküş yaşandığı görülmektedir. Ancak bunu tespit etmek için asgari bir fehmetme kapasitesine sahip olmak, kısmen idealist olmak, bir miktar gözlemci olmak gerekmektedir.
Bu kadar soyut anlatımdan sonra daha somutlaştırarak ve basitleştirerek ifade edecek olursam; bu endişe verici tabloda göze batanlar, sürüden ayrılanlar, “neden?” diye sorma cüreti gösterenler doğrudan hedef alınır. Genellikle “ulusal çıkar ve güvenlik” bahanesi ortaya sürülerek üzeri kapatılmaya çalışılan maden faciaları, doğaya verilen zarar, yaygınlaştırılmış rant, ekonomik eşitsizlikler, hukuksal krizler, siyasi baskı mekanizmalarının artması gibi problemler, bu problemleri krizler ile örtmeye çalışanlara karşı gündem konusu haline gelmesin diye idealist aydınlar susturulur. Bu susturulma bazen kokutulma, bazen itibarsızlaştırılma ama en çok terörle ilişkilendirme sureti ile yapılır. Bu işlemleri de siyasi iktidarlar adına organik aydınlar yapar, homurtuları o kadar yüksek çıkar ki gerçek sesleri duymak imkânsızlaşır.
Oysa görünen ayan beyan ortadadır; desteklenen ve fonlanan sermaye odakları, ekonomik problemleri yaşayan halktır. Lüks rezidanslarda yaşayan organik aydınlarken o sitede ancak güvenlik görevlisi olabilen halktır. Özel uçaklarla gezen zerre-i miskal kadar birikimi olmayan şişirilmiş kadrolu savunucularken yerin yedi kat altında madende çalışan halktır. Otel yapılsın diye ormanlık alan yakılarak ranta açılırken, o yangında koyunu diri diri yanarak ölen halktır. Din adı altında bir otorite olarak gösterilmeye çalışılan, “geleneksel aydın” rolü verilmeye çalışılan kişiler yatlarda tatil yaparken bir lokma ve bir hırka ile cennete gideceği öğütlenen halktır. Korkan, korkutulan, sınırlı imkânlar içine yaşaması beklenen halktır. Fedakarlık beklenen halktır. Sabretmesi beklenen halktır. Cefa çeken halktır. Ancak sürekli sefa sürenler tarafından, tüm cefaların halkın sefası sürmesi için çekildiği masalı organik aydınlar tarafından öyle yoğun biçimde anlatılarak rıza üretimi sağlanır ki, cefa içindeki halk sefa sürdüğünü zanneder hatta bu sefanın elden gideceğini düşünerek korkuya, endişeye kapılır. Ve dahi kendisinin çektiği cefayı az biraz fark etmiş olsa bile bu cefanın kutsal bir görevin getirisi olduğunu düşünerek kendisini ulvi bir konumda hisseder. Çünkü sızısını dindirmek için farkında olmaksızın sürdüğü yegâne merhem budur.
İdealist olup acı çekmenize gerek yok, Platon’un mağara duvarlarında anlattığı gölgeler olduğunuzu fark edecek kadar felsefe bilmenize gerek yok, hür olmanız gerektiğine kanaat getirmek için haklarınızı teminat altına alan evrensel beyannameleri hatmetmenize gerek yok, bir hadisin sıhhatini araştıracak kadar ilme sahip olmanıza gerek yok, siyaset bilimi lisansına, ekonomi doktorasına sahip olmanıza gerek yok… Sadece size rağmen sizin için uğraştığını söyleyenlerin yaşamlarına ve kendi yaşamlarınıza; onların çocuklarına ve kendi çocuklarınıza şöyle bir bakın, kimin, kimin için çalıştığını görmeniz beş dakikadan fazla sürmeyecektir. Ayrıca, tüm bunları düşünmemeniz için üretilen, içinde boğulduğunuz suni krizlerden kafayı çıkarabilirseniz, neden bu kadar fazla derecede “halk” vurgusu yapıldığını, neden bu kadar fazla pohpohlandığınızı ama günün sonunda elinizde o pohpohlamaların oluşturduğu afyondan başka bir şey olmadığını da unutmayın. Sanmıyorum ancak, eğer hâlâ ikna olmadıysanız, neden düşünsel anlamda size hiçbir katkı yapmayan, uzun süredir papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayan, sizi uyuşturan, rıza üretimi sağlayan organik aydınların çokluğuna rağmen gerçek anlamda düşünsel dünyamıza katkı yapabilecek gerçek münevverlerin yetişmediğini, onları göremediğinizi, duyamadığınızı, entelektüel çöküşün sınırına gelindiğini, bunun bilinçli bir şekilde yapıldığını düşünün… şimdi eğer derinden bir üzüntü takatinizi kesmediyse kalan izanınızla gelecek için endişelenmeye başlayabilirsiniz.