Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Doğru soru

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Genel Sekreteri Saib Ureykat (65 yaşında) koronavirüse yakalandığı için nakledildiği hastanede durumunun kötüleşmesi üzerine İsrail’in Hadassah Hastanesi’ne nakledildi.
Bu haber öncelikle kişisel anlamda beni oldukça fazla etkiledi. Çünkü Ureykat benim için müzakereci, Filistin haberlerini analiz etme kaynağı, yayınlanmak için önceden hazırlanmış açıklamaların metinleri dışında durumun derinlerine açılan bir pencere, tesadüfen veya planlanmış bir şekilde farklı şehir ve başkentlerde buluştuğum bir arkadaş, ondan başka bir tutkusunun olmadığı bilindiği davasının ateşli bir savunucusudur.
Genel anlamda ise beni sembolik yoğunluğu ve çağrışımlarıyla etkiledi. Filistinlilerin baş müzakerecisi, Müzakere Departmanı Başkanı, FKÖ Genel Sekreteri, hem merhum Yaser Arafat’ın hem de Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın danışmanı bu zorlu anlarında bir İsrail sağlık merkezinde tedavi görüyor ve yanında onu tedavi edecek ve hayatını kurtarmaya çalışacak İsrailli bir sağlık ekibi dışında kimse yok.
Saib ile ilgili haberin bu bölümü nasıl da kendisini aşıp hikayenin bütünü haline gelmesin?
Aşırı sağcı bir grup İsrailli, taşıdıkları bir pankartta yazılı olduğu gibi “İyileştiğinde geri dönüp bizden daha fazlasını öldürecek” bir adama tıbbi bakım sunulmasını protesto etmek için Hadassa Hastanesi’nin önünde gösteri düzenledi. Böyle bir söz, aşırı sağcı siyasi metindeki bir siyasi söylemden ibaret olmadan önce ahlaki bir kusuru ifade etmektedir. Onlara göre Saib ve benzerleri ile yaşamak mümkün değil. Peki, genel olarak herhangi bir Filistinli ile yaşamaya tahammülleri var mı? O zaman barışın nesnel içeriğinden, iki devletli çözümden ve çatışmayı insani bir şekilde çözme ufkundan geriye ne kaldı?
Diğer yandan bu haber, Filistin Ulusal Otoritesi ile Körfez ülkelerinin İsrail ile ilişkileri normalleştirmesini savunanlar arasındaki çekişme ve tartışmaya da konu oldu. BAE ve Bahreyn, İsrail ile barış anlaşmasını reddeden pozisyonunun devamı olarak Ureykat’tan İsrail’in tıbbi bakımı reddetmesi, normalleşme karşısında canını sunması istendi. Burada siyasi kusur ahlaki kusura üstün gelmektedir. Özellikle de Filistinlilerin İsrail ile tam bir normalleşme içinde oldukları gerçeğini unutma ya da öyle görünme çabası içinde olan bazıları açısından.
Bu haberde beni ilgilendiren nokta, söz konusu iki tartışmanın da ötesine geçiyor.
Filistin ulusal projesinin başarıları arasında Filistinlileri tedavi edebilecek bir hastane olmaması inanılabilir bir şey mi? Filistin topraklarında bir Filistinli oluşumun doğmasının üzerinden geçen çeyrek yüzyıl içinde Körfez’den ABD, Kanada, Avustralya, Fransa, Almanya ve Yunanistan’a bütün dünyadaki hastanelerde ve bütün önemli ihtisas alanlarında çalışan seçkin Filistinli kadrolara layık gösterişli bir sağlık merkezinin inşa edilmemiş olması inanılır bir şey mi?
Yaser Arafat ile özel bir ilişkisi olan siyasi yazarlardan biri bana Arafat’ın asker ceketinin cebinde her zaman iki şey taşıdığını söylemişti. Bunlar; eski bir Filistin madeni parası ile her zaman içindeki bilgileri yenilemeye önem verdiği bir kağıttı. Kağıtta dünya geneline yayılmış Filistinli doktorların ve mühendislerin adları yazılıydı.
Bunlar, Filistin dışında yaşıyor ve çalışıyorlardı.
Peki, asıl zafer hastane, okul, üniversite, havalimanı ve altyapı inşa etmek değil midir?
Bu doğru soru, bir devletin idari başarısı konusunun ötesindedir. Toprağın kendisi, varlık ve vatan sorununun merkezinde yatan bir sorudur. Davayı tanımlama sorusudur: Filistinliler daha çok toprak talebiyle daha fazla nesil mi kaybetmeli yoksa ellerindeki toprak üzerinde bir başarı hikayesi mi yazmalıdır? Dava toprak mı yoksa üzerindeki mi olmalıdır?
ABD Başkanı Donald Trump’ın planına göre Batı Şeria’nın yüzde 70’i, buna ek olarak Batı Şeria ile Gazze Şeridi'nde gerçekleşecek yüzde15'e varan toprak takası ile Filistin devletinin toplam yüzölçümü yaklaşık 5 bin 170 kilometre kareye ulaşmaktadır. Bu, Filistin topraklarında 7 Singapur (Singapur’un yüzölçümü 726 kilometre karedir) ya da 5 Hong Kong (bin 106 kilometre kare) inşa edilebilir demektir. Ancak gerçek şu ki Singapur’un milli geliri 372 milyar dolar ve Hong Kong'un 366 milyar dolar iken Filistin’in milli geliri 2019 verilerine göre sadece 15 milyar dolardır.
Adil olmak gerekirse, bunun Filistinli ve Filistinli olmayan nedenlerini detaylandırabiliriz. Ancak yine de en büyük sorumluluk Filistinlilerindir. Filistin liderliği ile Filistin ulusal projesinin zihniyeti, ideolojinin her şeyin üstünde tutulmasıyla ilgilidir.
Gazze Şeridi’nin tamamı Filistinlilere ait. Ama onlar burayı 365 kilometre kare büyüklüğünde, yani Dubai’deki Cebel Ali Limanı’ndan yaklaşık 8 kat büyük bir serbest ekonomi\sanayi bölgesine dönüştürmek yerine siyasal İslam’ın umutsuz bir kampına, Filistin iç savaşının savaş alanı haline getirdiler. Bu kaderden İsrail, İran ve siyasal İslam sisteminden ziyade Filistinliler sorumludur.
Bu bana gerçek bahsi anlamadan kelimenin dar, fırsatçı anlamıyla barış üzerine bahse girmekle suçlanan merhum Refik Hariri'nin projesinin derin anlamını hatırlatıyor. Hariri üstü örtülü bir şekilde şöyle diyordu: İsrail ile savaşıp kendimizi yok ederek 50 yılımızı boşa harcadık. Gelin önümüzdeki 50 yılı, devletler ve ekonomiler inşa edip tıp, eğitim, üretim ve bankacılık sektörlerindeki kapasitemizi geliştirmekle geçirelim. Daha sonra zayıf bir konum ve söylemler yerine güçlü bir konumdan onunla yüzleşelim.
Bir an için BAE'nin halkı ve toprağıyla devleti ilerletmek yerine ülkenin bütün kapasitesini ve Körfez'in güvenliğini İran'ın işgal ettiği üç adayı kurtarmaya adamaya karar verdiğini hayal edelim.
Ama hayal etmemize gerek yok. Ortadoğu'da hizmet konusunda bir dönüm noktası oluşturan hastanelerinin çöküşüyle ​​direniş eksenine yönelen Lübnan'ın bugünkü kaderine bakmamız yeterli. Zayıf Lübnan, Ortadoğu'nun çağdaş tarihinde benzeri görülmemiş bir altyapı ve hizmetlerle yükselmişti. Direnişiyle güçlü Lübnan’da ise sağlık kadroları iç savaşın zirvede olduğu dönemlerde bile olmadığı kadar kan kaybediyor. Amerikan Üniversitesi Hastanesi, en iyi kadrolarının yüzde 10’unu kaybetti. Daha az kapasiteli hastaneler ise tam bir iflasın eşiğindeler.
Saib’e dönecek olursak…
Saib Ureykat ile sohbetin tadı her zaman başka olmuştur. Onunla konuşma veya oturma fırsatınız olduğunda önceden hazırlanmış Filistinli yanıtları üzerinize boşaltmazdı. Bana göre onun alışılmışın dışında düşünce ve yanıtları topladığı bir sürpriz kutusu vardı. Uygun zaman geldiğinde bunları ortaya çıkarırdı.
Ebu Ammar'ın pragmatizmi ile sonuna kadar direniş ilkesinin özel bir karışımıydı. Konuşmaları her zaman az derecede iddialıydı.
FKÖ Genel Sekreteri Saib, 2017 yılında kendisine nakledilen tek akciğeri Kovid-19 virüsü tarafından hedef alındığı için şu anda ölüm ile yaşam arasında gidip geliyor. 2017’deki operasyon sırasında da kısa bir ölüm hali yaşamıştı. Kalbi 3 dakikadan uzun bir süre atmayı bırakmıştı.
Saib şimdi ölüme karşı bir savaş daha veriyor. Ona ve ailesine bu savaşta zafer diliyorum.
İnsanlar onu Madrid Zirvesi’ni neredeyse iptal edecek tavrı ile hatırlayacaklar. İsrailliler onun zirveye katılmasına karşı çıkarken o ise çıkarmamakta diretmiş ve sonunda da istediği olmuştu. Ne var ki vatanlar sadece metafor üzerine kurulmaz ve sadece sembollerin gücüyle yaşamazlar.
Doğru soru işte bu noktada durmakta, metafor ile gerçeklik testi sınırlarında dolaşmaktadır.
O doğru soru da şudur: Filistin Ulusal Otoritesi’nin kuruluşunun üzerinden çeyrek yüzyıl geçmişken bir Filistinli neden halen daha iyi bir tedavi için İsrail hastanesinde yatıyor?