Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

ABD seçimleri ve İran: Mollalar neden şeytanlarını önemsiyor?

Dünya, geçmişte dünyanın jandarması gibi görünen ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarını bekliyor. Geçmişte dedik, çünkü, koronavirüs salgını, korku ve beklenti içindeki dünya ile küreselleşmesini etkileyen belirsizlik durumundan sonra, bugün ABD bir jandarmadan ziyade temel olarak küresel siyaset düzeyindeki değişim tahtasındaki bir zar gibi görünüyor. Bu değişim, zengin fakir ülke ayrımı yapmayan, kurban sayısı milyonlara ulaşan ve dünya üzerindeki etkileri şiddetli olan koronavirüs ile mücadelede araştırma merkezilerine ve büyük şirketlere de farklı ölçülerde baskı yapıyor.
Sadece ABD içinde değil, katı politikalarına düşman ittifaklar içinde de Trump’ın popülerliğine karşı olanların bekleyiş heyecanı gitgide artıyor ve yükseliyor. Özellikle de Tahran’daki Mollalar rejimi liderliğindeki krizler ittifakı, Trump’ın kendisini sıkıştırmış olduğu köşeden çıkmasını sağladığı müddetçe politikalar bir yana, kişiler düzeyinde bir değişime bile razı. Mollalar rejimi, Kasım Süleymani’nin tasfiye edilmesi, boğucu yaptırımların etkileri, başta Dini Lider olmak üzere İran devriminin ana aktörlerinin yaşlanması, devrimi ihraç etme düşüncesinin eskimesinden sonra iyice darboğaza girdi. Devrimi ihraç etme düşüncesi artık terör ve silahlı örgütlere yatırım yapma, bölgeyi yangınlara sürükleme, uluslararası deniz trafiğini ve dünyanın ekonomi çarkını tehdit etme, bölge ülkelerinin egemenliğine müdahale etme, Lübnan, Irak ve Yemen’de halkın çoğunun onaylamadığı paralel siyasi yapılar aracılığıyla bölge ülkelerinin istikrarlarını zayıflatma çabaları olarak görülmeye başlandı.
İran rejimi yeni bir ABD yönetimi arzu etse de, asıl arzusu, İslam Cumhuriyeti ve ideolojisinin içeride devlet kavramının doğasına karşıt, dışarıda ise terör dosyası, destekçileri ve küresel finansman ağının genişlemesinden sonra uluslararası ilişkilerin dönüşümünü tehdit eden bir siyasi sistem olarak hayatta kalmasının ötesine geçmemektedir. Uluslararası ilişkilerdeki dönüşüm ile her ülke iç ve bölgesel güvenliğini birincil önceliği olarak görmeye başladı. Özellikle de ülkelerin egemenliğini tehdit eden projelerin çeşitlenmesi ve Mollaların devrimine benzer yönetimlerin ortaya çıkmasıyla içi boş siyasi, dini ve milliyetçi sloganlar kullanan rejimler, yeni ittifak arayışına giriyorlar.
ABD politikasında beklenmedik bir stratejik veya dramatik bir değişim olasılığı ile birlikte, kriz ülkeleri ve ittifaklarının çoğu aslında yalnızca durumun olduğu gibi devam etmesini arzu ediyorlar. Bilhassa her iki başkan adayının da vaatlerinin; içe kapanma, yaptırım ve baskı politikalarıyla yetinme, yüksek askeri maliyete sahip krizlere müdahale etmemek gibi alışılmışın dışında yeni bir stratejinin temellerini atmaktan ziyade, içeriye ve seçmenlere dönük adımlar atıyor.
İran’ın mezhepçi ve askeri kolları aracılığıyla bölgeye yönelik emelleri tüm dünyanın gözleri önüne serildi. Son olarak, İran’ın Yemen’deki savaşı, bölgeye kriz ihraç etme projesinin bir enstrümanı olarak kullandığı ortaya çıktı. Lübnan, Suriye ve Körfez’de etrafındaki çemberin daralmasından, egemenliğine yönelik doğrudan müdahaleler ile kuşatılmasından sonra, yeni cepheler açmak için bundan yararlandığı meydana çıktı. Bütün bunlardan sonra bugün artık İran’ın hayali jeopolitik açgözlülüğünün sınırları sorgulanıyor. Bugün, dün, ve açgözlülüğü göz önüne alındığında bilinmeyen bir zamana kadar sürecek gibi görünen bu endişe verici davranışlarının stratejisini anlamak için çaba harcanıyor. Ortadoğu’da iki projenin başarısızlığa uğramasından sonra kendisini bir krizler imparatorluğu olarak sunma amacı sorgulanıyor. Bu projelerin ilki, el-Kaide’den, DEAŞ ve Şii milis güçlerine kadar kendisinden yararlanmaya çalıştığı siyasi şiddet gruplarının organize terörüdür. İkincisi, İran Baharının gerilemesinden sonra yaşanan Arap Baharı sürecinin devam etmekte başarısız olmasıdır. Dini ve mezhepçi boyutları ile siyasi mezhepçiliği diriltme, azınlıklar meselesinden yararlanma yoluyla bölgenin istikrarından geride kalanları da ortadan kaldırmaya yönelik emellerinin boşa çıkmasıdır.
Gerçek şu ki, Tahran’ın değişmek istediğine dair hiçbir gösterge yok. ABD ile müzakere ya da bölgedeki rejimlerin ve siyasi koşulların patlak vermesine güvenen ideolojik projesinden vazgeçerek herhangi bir olumlu adım atma niyetinde olduğuna dair hiçbir işaret bulunmuyor. Zira, ABD’nin “Büyük Şeytan” olarak resmedilmesi ve ılımlı ülkelere düşmanlık rejimin kimliğinin bir parçasıdır. Kuruluşunun ilk anlarından itibaren rejime göre, olumlu ya da en azından düşmanca olmayan ilişkiler kurma aşamasına geçmek kimliğine karşı bir tehdittir. Buna rağmen, İranlı politikacılar, bölgedeki ilişkilerin geleceğine ilişkin kafa karışıklıklarını, barışsız ve savaşsız bir ortam ile maskelemeye çalışıyorlar. Bunu “tarafsızlık” şeklinde tanımlamaya bile cüret edemiyorlar. Çünkü bu sayede, çatışma kadar müzakere seçenekleri de açık kalmaya devam edecek.
ABD’nin dış politikalarını başkanının değişmesine bağlamanın bir tür saflık olduğu kesindir. Al-Jazeera borazanlarının liderliğindeki krizler ittifakı medya organlarının, Trump’ın kaybetmesi ve bunun bölgeye yönelik etkileri konusundaki abartılı sunumları için de aynı şey geçerlidir. ABD’nin dış politika sabiteleri, bölgenin istikrarını tehdit eden ittifaklara veya ülkelere karşı pozisyonlarında asgari düzeyde bile bu tür bir kayma veya değişim öngörmüyor. Açıklanan nihai hedefleri, bölgeyi küresel ekonomiye yönelik doğrudan tehditlerden kurtarmaktır. Zira küresel ekonomi, koronavirüs salgını nedeniyle yeterince zorluklar yaşıyor, siyasi oluşumları, radikal örgütleri ya da kaosa oynayan ülkelerin, teröre verdikleri destekle bölgenin yeniden alev almasının yükünü kaldıracak bir durumda değil.
Tahran’daki Mollalar rejimine karşı tırmandırma politikası, her ne kadar diğer siyasi, ekonomik ve toplumsal seçeneklerinde olduğu gibi, sahip olduğu popülizm nedeniyle bunu daha fazla ifade etse de salt bir Trump politikası değildir. Tahran’ın çıkmazı, bölgeye yönelik yıkıcı niyet ve projelerinin ortaya çıkmasından sonra büyümeye başladı ve büyük ülkeleri kaygılandıran bir meseleye dönüştü. Bu farkındalığın biraz geciktiği ve özellikle de petrol arzı meselesi nedeniyle ülkelerin ekonomik çıkarlarına göre farklı seviyelerde ortaya çıktığı doğru. Ancak, Mollalar rejiminin bölge ülkelerindeki hakimiyetine duyulan hoşnutsuzluğun artması, bunu takip eden felç durumu, totaliter, ideolojik ve baltalayıcı projelerle çatışan istikrarlı devlet mantığı kavramıyla kötü ilişkileri, büyük ülkelerin Mollalar rejimi ve projelerine karşı pozisyonlarının daha güçlü olmasını sağlamıştır.
Devam edecek…