İstemi Yılmaz
TT

İçimizdeki Trump’çılar

Dünyanın nefesini tutarak takip ettiği 59’uncu Amerikan başkanlık seçimleri gerçekleştirildi. Oy verme işlemi bitti ama süreç henüz neticelenmedi. En azından bu yazı kaleme alınırken Demokratların başkan adayı Joe Biden, Cumhuriyetçilerin adayı ve mevcut Başkan Donald Trump karşısında yarışı kazanacak gibi gözüküyordu. Genellikle Biden lehine çıkan posta yoluyla kullanılmış oylar nedeniyle Trump, rekabetin yoğun olduğu eyaletlerde Yüksek Mahkemeye itirazda bulunacağını açıkladı. Bu da seçim sonuçlarının resmen belli olmasının zaman alacağına veya tartışmanın uzayacağına işaret ediyor. Yine de bu haliyle bile seçim sonuçları birtakım değerlendirmeler yapmamıza kapı aralıyor.
ABD’de bir başkan adayının aldığı en yüksek oy oranına ulaşmasına rağmen, varlık nedeni Trump’ı durdurmak olan, Biden’ın elde ettiği sonuçlar beklenenin altında. Biden’ın ezici bir zafer kazanamaması, Trump’ın ve temsil ettiği sağ popülist değerlerin siyaset arenasında hatırı sayılır bir güç olduğunun kanıtı. Elbette bütün bir Cumhuriyetçi seçmen popülist saiklerle hareket etmiyor. Ancak evanjelik Hristiyan kitle ile aşırı sağcı kitlenin popülist ideolojinin kesişim kümesinde yer alıyor. Bu anlamda elimizdeki seçim verileriyle Trump kaybetse dahi temsil ettiği siyasi hareketin yenilmediği söylenebilir. Nitekim ana akımda gözden kaçsa da başkanlık seçimleri ile beraber gerçekleştirilen Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçiler adına meclise girmeyi başaran adaylar arasında popülist akımın temsilcilerini görmek mümkün. Örneğin Georgia eyaleti adaylarından ve Trump’ı devirmeye çalışan “derin devletle mücadele ettiğini” savunan Marjorie Taylor Greene Cumhuriyetçilerin yeni vekili oldu. Greene, Trump’ın “Şeytan'a tapan pedofil bir elite karşı mücadele ettiğini” öne süren “QAnon” isimli komplocu hareketin bir üyesi. Greene’nin Kongre’ye adım atacak olması, Trump kazansa da kaybetse de sağ popülist dalganın Amerikan siyasetini vurduğunu gösteriyor.
Aslında bu ilginç ve korkutucu düşünce biçimi dünyanın her coğrafyasında kendisine taraftar buluyor. Fransa’ya gittiğinizde aşırı sağcı Ulusal Birlik’e oy veren biri, “liberal” etiketiyle tanımladığı bir “seçilmişler” tabakasının ülkesini göç üzerinden “Müslümanlaştırdığına” inanıyor. İtalya’da Lig partisinin bir taraftarı, Avrupa Birliği’ni yöneten elitlerin Roma’ya hakkı olan mali yardımları vermediğini ve Brüksel’den tam olarak kopulması gerektiğini savunuyor.
Komplocu sağ popülizmin 21’inci yüzyılın bir gerçeği olduğunu kabul etmeliyiz. Fakat enteresan olan bu düşüncenin Türkiye’de de karşılık bulması ve İslamofobinin bayrak taşıyıcısı Trump’ın birtakım kesimlerce desteklenmesi. Türkiye’deki Trump destekçisi kesime göre ana çatışma “küreselciler” ile karşısındakiler arasında. Joe Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un temsilcisi olduğu “küreselciler” her şeyi belirleme kapasitesine sahip. İklim krizine karşı gençlerin direnişi veya Black Lives Matter olarak bilinen ABD’li siyahilerin öfkesi “bir kurgu”. Yine bu görüşe göre dünyadaki bütün toplumsal hareketler küreselcilerin düğmeye basmasıyla sokaklara dökülüyor. ABD’deki Trump karşıtı gösteriler ile Türkiye’deki, Venezuela’daki ya da Brezilya’daki protestolar “aynı merkezden” yönetiliyor. Siyasi pozisyonları izin verse neredeyse Suriye’deki muhalifleri, Mısır’da Mübarek’i deviren gösterileri, İran’da rejim karşıtı hareketleri dahi bu kefeye koyacaklar. Ne sosyolojiyle ne siyaset bilimiyle uyuşan bu toplumsal gerçeklikten kopuk görüş, açıkça komplodan beslenen sağ popülizmin bir varyantı.
Komplo teorilerinden beslenseler de sağ popülizmin her söyleminin yanlış olduğunu söylemek güç. ABD’deki Demokratlara angaje medyanın ve sözde ifade özgürlüğü mecraları olan Silikon Vadisi’nin sosyal medya devlerinin Trump’ın sesini kısmaya çalıştığı bir gerçek. Bununla birlikte siyasette ve diplomaside yaşanan her şeyin bir merkezden kontrol edildiğine inanmak aslında ABD’yi ve emperyalizmi “yenilmez” kılmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu senaryoya göre Suriye’de YPG/PKK kantonu çoktan kurulmuş olmalı, Irak üçe bölünmeli, Venezuela’da Maduro devrilmeli veya Çin yaptırımlara boyun eğmeliydi. Ancak hiçbiri gerçekleşmedi.
Siyaset ve diplomasi çeşitli güçlerin hamleleriyle birbirlerini sınadığı bir satranç oyunu gibi. Fakat halkın istek ve arzularının hesap edilmediği bu oyunda zaman zaman toplumsal öfke patlamaları satranç tahtasını yerle bir edebiliyor. Emperyalizmin alamet-i farikası ise oyunu belirlemesi değil, değişen dengelere çabucak adapte olup hamle yapabilmesi.
Sonuç olarak eldeki verilere göre ABD seçimlerini kim kazanırsa kazansın Trump’ın aldığı oy oranı, 2016’daki seçim sonuçlarından daha büyük bir değişimin habercisi. Trump Beyaz Saray’dan ayrılabilir ama sağ popülizm hiçbir yere gitmeyecek. Enformasyon çağında dezenformasyon ve komplo teorilerinin yönlendirdiği yepyeni bir siyaset biçimi bizleri bekliyor.