Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Demokratik çatlaklar: ABD seçimlerinin taşıdığı mesajlar

Popülizm, bütün dünyada artıyor. Trump'ın “Ben halkım” ifadesiyle azınlıklar arasında Cumhuriyetçilerin daha önce sahip olmadıkları bir sadakat oluşturarak seçimlerde büyük farklar yaratan güveni ile tezahür eden versiyonuyla giderek sıkılaşıyor. “Ben halkım” ifadesi,  popülizm ve yükselişiyle ilgili siyasi çalışmalar alanında yayınlanan bir tezin de başlığı. Tez ayrıca popülizmin demokrasinin gidişatını alışılmış, bilindik bağlamından nasıl saptırdığını, popülist "lider" ile onun bakış açısına göre "dürüst" insanlar arasında, medya, partiler, hatta seçim kampanyaları gibi aracılar olmadan, sağlam ve doğrudan ilişkiler kuran yeni bir temsili yönetim modelini nasıl ortaya çıkardığını da ele alıyor. Trump döneminde demokratik kurum ve düşüncede meydana gelen derin çatlaklar bu sayede anlaşılabilir. Söz konusu derin çatlakların nedenleri arasında partiler arasında düşünce, program ve sonuçlar temelinde yaşanan rekabet, rekabetin kişiselleştirilmesi, rekabetin övme ya da yerme açısından olsun merkezi popülist figürün ezici varlığıyla bağlantılı bir kazanımlar savaşına dönüştürülmesi vardır. Nitekim tanınmış analistlerden biri bağımsız bir dergiye verdiği röportajda bunu, Trump’a karşı birleşenlerin hedefinin belirli bir kişiyi seçmek değil, sadece onu Beyaz Saray’dan çıkarmak olduğu şeklinde yorumladı. Yaşananlar düşünüldüğünde çok bir yararı olmayacak iç hukuki meseleleri bir yana bırakıp bu perspektiften baktığımızda var olan bölünme ve savaşın nedenlerini anlayabiliriz. ABD’de yaşanan, kendisi dışında gelişen küresel bir akım olarak ülkeye nüfuz eden popülizmin kırılganlığının üstesinden gelmeyi başaran Amerikan demokrasisinin, kendisinin kırılgan ve parçalanmış bir versiyonunu tesis etmesidir. Florida’da görüldüğü gibi Trump her ne kadar benzeri görülmemiş oranlarda oy alsa da koronavirüs salgını ve sonuçları kadar onu Beyaz Saray’dan çıkarmaya önem veren yeni bir seçmen kitlesinin (posta yoluyla oy kullanan) doğuşu, yeniden başkan olmasının önüne geçti.
Tony Blair’den alıntı yapmak ilerici olmayan demokratik bir paradokstur. Çünkü posta yoluyla oylama kabul edilmesinden bu yana geçen 20 yıl içinde başarısızlığını kanıtladı. Nitekim korona salgının olmadığı o dönemde dahi felaket sonuçları olmuştu. Seçim felsefesi uzmanlarına göre bu, politika ve seçim kültürünün kirlenmesinin de sebebiydi. Trump’ın açtığı davalardan herhangi birini kazanma gücünün sınırlı olduğu bir yana, büyük ölçüde yemek, eğlence ve ulaşımda görülen eve servis hizmetine benzeyen posta yoluyla oy kullanma yöntemine yöneltilen eleştirinin nedeni, belirli bir kitleyi cezp etmesidir. Bu kitle, başkanını seçmek için uzun sıralarda durmakla ilgilenmiyor ama seçmen kitlelerini seçimlerinde akılcı olmayan spor takımlarının taraftarları gibi fanatiklere dönüştüren dijital medya söylemleri ve sonuçları kendisini epey cezp ediyor. Bu ayrıca Demokrat Parti içinde diğer tartışmalı isimlerin geri çekilmesi ve Trump karşıtlarını birleştirebilecek bir isim olabileceği için Biden’ın öne çıkarılmasına rağmen Cumhuriyetçilerin yasama organlarında çoğunluğu ele geçirecek kadar yüksek oy almalarını ve kendilerine verilen desteği de açıklıyor. Ancak bu isimlerin akıllılaştırılması ve solculuklarının törpülenmesi yeni Demokrat başkanlık ekibinin önünde büyük bir sorun teşkil edecek. Yine de bu ekip, siyasi tarihi ve kültürü sayesinde bu pragmatik rolü oynayabilir.
Koronavirüs salgını sonrası seçimler, devlet fikri, siyaset ve güdümlü medya konusunda birçok büyük ve önemli ders taşıyordu. Trump’ın medya ve güvenirliğine dair sert pozisyonları ve kendisine karşı yürüttüğü dramatik ve teatral eleştirileri ve saldırıları, onun masum olduğu anlamına gelmiyor. Bugün, seçkinlerin siyasi içeriği yönetme, sokak ve halk üzerindeki etkisinin boyutunu yansıtmayacak biçimde pazarlama oyunlarına karşı akıllı eleştirel sesler artıyor. Bu, Trump’ın hukuki iddialarını sunma ya da ele alma biçimiyle, konuk ve yorumcuların seçimiyle, kendisini değil politikalarını destekleyen seslerin bile Twitter mesajlarının engellenmesi ve kendilerine karşı yürütülen McCarthyci kampanyalarla açıkça görüldü. 2016 yılında başkanlığı kazandığında şok yaşayanlar, şaşkına dönenler ve meşruiyetini kabullenmekte tereddüt edenler, bugün kendisini “sportmen ruha sahip olmamakla” eleştiriyorlar. Bu, siyasi bir içeriğe sahip olmayı ihmal eden, kişisel karizmaya güvendikleri, bir medya sistemi kurmayı veya karşıt ve alternatif medya endüstrisini kontrol eden sol görüşlü elitlerin tarafını tutan ve siyasallaşmış sistemi sorgulamayı ihmal eden popülistler ve Trump için iyi bir ders olmuştur. Ayrıca istikrar ve devlet kavramıyla ilgili de önemli bir ders vermiştir. O da bölünmelerin ve kişisel rekabetin devletin kurumlarını, yapılarını ve yapısını etkilememesi gerektiğidir. Aynı şekilde medya ve önyargılarının da...
Buradan yola çıkarak, eyaletlerdeki yerli medyanın performansının, büyük platformlar, kanallar, gazeteler ve ABD halkının çıkarları pahasına Trump'ta cisim bulmuş popülizmle savaşma yarışına katılan platformlardan farklı olduğunu söyleyebiliriz. Demokratlar kendisini insani ve ahlaki gibi göstermeye çalışsalar da bu savaş, seçim yarışı ve sloganlarıyla örtüşmeyen pratik seçimler lehine oy kullanan işçi sınıfı ve azınlıkların çıkarlarına hiçe sayıyordu. Bu yönelim, detaylara ve kritik bağlamlara bakılmaksızın insan hakları ve çoğulculukla bağlantılı aynı sloganlarla pazarlanan ABD’nin dış politikasında da görülüyor. Nitekim, örneğin Obama döneminde bu sloganlar ve yeni Ortadoğu anlatısı, bölgeyi yangınlara sürüklemişti.
Biden'in deneyimi ve politik pragmatizmi, sloganlara dayanan bu tezlere yaklaşımın Obama dönemindeki şekliyle geri dönmesinin önüne geçebilir. Cumhuriyetçilerin Senato’da çoğunluğa sahip olmaları ve herhangi bir aşırı ve keskin yasanın geçmesini önleyebilme güçleri de buna katkı sağlayabilir. Bu ikisi güvenilir bir şekilde yükselen piyasaları etkileyebilir. Piyasalar genellikle beklenen politikaların sadık bir aynasıdır. Cumhuriyetçiler şu anda özellikle büyük eyaletlerde, eyalet yasama organlarının kontrolünü hala ellerinde tutuyorlar. Dolayısıyla yeşil ve çevreci politikalar gibi tüm “ilerici” vaatlerin, büyük değişimler gerçekleştirmeye hevesli Demokratların umdukları boyutta bir başarıda gerçekleşmesi olası değil.
İki parti arasında üst düzeye ulaşan bölünme durumu ve çatlaklar, ortaya çıkan yeni durumlardır. Bu, seçim uzmanları tarafından, bölünme durumunun rahatsız edici bir işareti olarak yatay oyların dikey ile değiştirilmesi şeklinde ifade edildi. Bu yüzden Biden’ın birinci vazifesi, koronavirüs pandemisine, ırkçılığa ve George Floyd’un öldürülmesinden sonra yaşanan kargaşaya, sosyal sigorta ve her şeyden önemlisi Trump döneminden intikam alma ve kopma çağrılarını görmezden gelmeye, son 4 yılda siyasi hayatın kişiselleştirilmesi ve bunun sonuçlarını göz önünde bulundurmaya kadar iç meseleleri yeniden kategorize etmektir.
Trump’ın temsil ettiği Cumhuriyetçilerin normal bir şekilde kullanılan oylarda Demokratlardan önde oldukları gerçeği, gelenekçi parti içinde işçi ailelerinin geçim sorunları ve vergi indirimleri üzerinde durmak açısından yaşanan dönüşüm hakkında önemli bir ders vermektedir. Trump bu seçimlerde küreselleşme, serbest ticaret ve göç hakkındaki popülist söylemin alışkın olduğumuz eleştirilerini yapmadı. Bunun yerine kanun, düzen ve iş fırsatlarına odaklandı. Diğer bir deyişle Cumhuriyetçi Parti popülist milliyetçiliği terk edip en önemli başarı etkenlerinden olan sahadaki başarılarına odaklanmaya çalıştı. Popülizmden uzaklaştığı için de onun temsilciliğini kaybetti.