Selam Feyyaz
Eski Filistin Başbakanı
TT

İsrail’in Batı Şeria’yı ABD ürün etiketi ile ilhakı

ABD Büyükelçiliği 19 Kasım’da yaptığı bir basın açıklamasıyla, İsrailli ve Filistinli ürünlerin menşeini belirtecek etiketlerle ilgili yeni yönergesini açıkladı. Ancak, 4 ABD’li Senatörün açıklamadan 3 gün önce Başkan Trump’a gönderdikleri konuyla ilgili mektupta da belirtildiği gibi söz konusu basın açıklamasının, iddia ettiği amacın çok ötesinde tehlikeli hedefleri olduğu aşikar. Bunlardan biri de İsrailli yerleşim birimlerinde üretilen ürünlerin üzerinde Batı Şeria’da üretildikleri bilgisinin yer almasını zorunlu kılan mevcut ABD yönergesini değiştirmek.
Söz konusu açıklamaya göre, ilgili tarihten itibaren “İsrail yetkilerine tabi bütün bölgelerdeki üreticiler” ABD’ye ihraç edecekleri ürünlerini şu ifadelerden biriyle etiketlemeliler: “İsrail”, “İsrail malı” veya “İsrail’de üretildi.” Sanırım bu özel yönergenin ABD politikasında neden olacağı değişikliklerin bir formalite veya prosedür meselesi olmadığını belirtmeye gerek yok. Zira özü, formatı ve genel bağlamındaki kötülüğü ile tek bir anlamı var; ürün etiketleri meselesini, bütün Filistin topraklarını İsrail’in ayrılmaz bir parçası olarak etiketlemek şeklindeki gerçek hedefe hemen ve hızlı bir biçimde ulaşmak için bir giriş ve enstrüman olarak kullanmak. Bu değişimi, mevcut ABD yönetiminin “dış politikayı gerçeklere göre kurma” ilkesini uygulamasının doğal bir sonucu olduğu gerekçesiyle haklı göstermeye çalışarak, bizzat açıklamanın kendisi asıl amacın bu olduğunu açıkça belirtiyor.
Filistinlilerin söz konusu yönergeye şüpheyle bakmaları, hatta doğal ve mantıklı bir sonuç olarak pazarlanmaya çalışılmasına rağmen aslında haklarına ve çıkarlarına zarar vermek için tasarlandığını düşünmeleri şaşırtıcı olmamalıdır. Kurmaya çalıştığı gerçeklik, İsrail’in kolonyalist yayılmacı politikalarının, işgalinin ve zorbalığının ürünü iken Filistinliler buna başka hangi gözle bakabilir? Gerçek budur ve biz onu böyle görmekte tamamen haklıyız.
Bu varsayıma daha fazla ışık tutmak adına, bahse konu basın açıklamasının hiçbir şekilde doğrudan yerleşim birimleri veya ürünlerine değinmediğini belirtmeliyiz. Oysa bu konu esasında, neredeyse uluslararası bir uzlaşıyla uluslararası hukuku açıkça ihlal ettiği kabul edilen İsrail yerleşim yerlerinin yasallaşmasını engellemeye ilişkin meşru çabanın başlattığı tartışmanın merkezinde yer alıyor. Ancak basın açıklaması yerleşim yerlerine açıkça değinmek yerine, yukarıda da belirtildiği gibi kendisine “ilgili İsrail yetkilerine tabi bütün bölgeler” şeklinde atıfta bulunma yoluna gitmiştir. Daha vahim ve acı olan ise, bu bölgeleri açıkça “özellikle C bölgesinden oluşmaktadır” şeklinde tanımlayarak kapsamını genişletmesidir. Zira böylece yönerge, Oslo Anlaşması’nda Batı Şeria toprakları olarak tanımlanan ve yüzölçümünün yaklaşık yüzde 60’nı oluşturan, Temmuz 1997’den itibaren kademeli olarak yetkisinin Filistinlilere devredilmesi gereken bölgelerden fazlasını kapsamı altına almaktadır.
Bu noktada şu soru sorulabilir: yeni ABD yönergesinin kapsayacağı bölgenin –Batı Şeria topraklarının çoğunu kapsayacak şekilde- genişletilmesi, mesela söz konusu bölgedeki Filistinli üreticilere uygulanabilirliği gibi bazı teknik zorluklara yol açabilecek olmasına rağmen, yerleşim yerleri ve ürünleri neden bu şekilde görmezden gelindi? Bu soru mantıklı görünebilir, ancak sadece bir durumda sebepsizdir veya herhangi bir pratik yansıması yoktur. O da, bahse konu olan ABD yönergesinin gerçek amacı söz konusu olduğunda. Gerçek amaç, İsrail’in Batı Şeria’da bu yılın başında açıklanan “Trump’ın Planı”nın önerdiğinden daha fazla toprağı ilhak etmesini sağlamaktır.
Yukarıda zikredilen analiz, asıl amacın ürünleri değil Batı Şeria’yı İsrail toprakları olarak etiketlemek olduğunu kanıtlamak için yeterli değilse, bunu destekleyen başka kanıtlar da vardır. Hatta bahsettiğimiz kanıtlar bu analizin ötesine geçip, asıl amacın, 1967’den beri işgal altında olan Filistin toprakları üzerinde Batı Şeria’nın bir parçası olacağı bir Filistin devleti inşası olasılığını tamamen ortadan kaldırmak olduğunu göstermektedir. Böyle bir devlet ancak Filistinlilerin,  Trump’ın Planı’nda önerilen hilkat garibesi devletten daha beter bir oluşumu kabul etmeleri halinde kurulacaktır.
Bu bağlamda İsrail hükümetinin daha önce belirlediği tarih olan 1 Temmuz'a kadar Batı Şeria topraklarını ilhak kararını uygulayamamasının, kesinlikle bu gayeden vazgeçtiği anlamına gelmediği belirtilmelidir. Aksine, defalarca ifade ettiği ve BAE ile imzaladığı normalleşme anlaşmasında kabul ettiği taahhüt metninde yer aldığı gibi bu kararı sadece ertelemiştir. Bunun ışığında Binyamin Netanyahu ve ABD yönetimindeki yakın müttefiklerinin, belki de son ABD başkanlık seçimlerinden önce bile, bu kararın karşı karşıya kaldığı zorlukları ortadan kaldırabilecek alternatif ilhak formülleri arayışında olduklarını tahmin etmek oldukça mantıklıdır. Bu ittifaka, İsrail koalisyon hükümetinde ve bizzat ABD yönetimi içinde mevcut daha radikal, tamamını İsrail toprağı saydıkları toprakların hiçbir bölümünde yalnızca ismen var olacak bir Filistin devletini bile kabul etmeyecek taraflar da eklenmektedir. Bu, söz konusu basın açıklamasının, yeni yönergeye tabi toprakları tanımlarken, neden sınır belirlemeksizin “C” olarak adlandırılan bölgenin tamamını kapsadığı şeklindeki özel ifadeyi kullandığını açıklamaktadır.
Ancak, her halükarda, yukarıda bahsedilen tüm taraflar, Trump'ın 20 Ocak'ta görevden ayrılacağı netleştikten sonra zamanla yarışmaya başlamış görünüyorlar. Zira ABD’deki geçiş sürecinde ilhakı yasallaştıracak herhangi bir adımdan kaçınmaları halinde, Trump’ın Planının sunduğu fırsatı en azından yakın bir zamanda bir daha ele geçiremeyecek şekilde kaybedebilecekleri ortaya çıktı. Öte yandan, söz konusu süreç içinde ilhakı yasallaştırma kararının pervasızca uygulanmasının, İsrail hükümetini ve kişisel olarak Netanyahu’yu yeni yönetim ile göreve başlar başlamaz zor bir durumda bırakması da mümkün.
Buradan yola çıkarak, Netanyahu ve mevcut ABD yönetimindeki destekçilerinin, Batı Şeria topraklarını ilhak kararını yasallaştırmak için aradıkları çözümü, İsrail yerleşim yerleri ve Filistin topraklarında üretilen ürünlerin etiketine ilişkin ABD yönergesinde değişiklik yapmakta bulduğuna inanmak mantıklıdır. Söz konusu çözüm, yukarıda saydığımız zorluklardan kaçınma imkanı sağlamasının yanı sıra, ilhak konusu için mükemmel bir örtü de sağlıyor. Böylece bu düzenlemenin öncelikle bir prosedür olarak pazarlanmasına, daha sonra yeni yönetim tarafından veto edilmek bir yana tartışılamaz bir icraat olarak kabul edilmesine güvenilerek ilhakın yasallaşması amaçlanıyor diyebiliriz.
Yeni yönergenin Batı Şeria’yı kapsayan bir Filistin devleti kurulması olasılığına karşı gerçek tehlikesine gelince bu, Gazze-Batı Şeria ifadesinin kullanılmasının yasaklanması, bunun yerine Batı Şeria’da Filistinli yetkilere tabi bölgelerde üretilenler için “Batı Şeria”, Gazze ürünleri için de “Gazze” etiketinin kullanılmasını zorunlu kılınması ile cisim bulmaktadır. Bu ancak, Filistin siyasi bölünmesini yasallaştırma, Oslo Anlaşması’nda yer alan Batı Şeria ve Gazze’nin tek bir coğrafi oluşumun, iki devletli çözüm kapsamında kurulacak Filistin devletinin parçaları olduğu maddesinden vazgeçmeye dönük bir İsrail ve ABD çabası olarak tanımlanabilir.
Yeni yönergenin ve Trump döneminde alınan Filistin halkına  karşı haksız ve eski ABD yönetimlerinin benimsediği sınırların açıkça ötesine geçen karar ve icraatların temsil ettiği her şeye rağmen, barış sürecinin iyi olduğunu ve ABD’de Trump yönetime gelmemiş olsaydı Filistin halkının haklarını elde etmesi için yeterli olduğunu düşünmek hatadır. Bu süreç başarısız olmasaydı ve kendisine eşlik eden referanslar aşınmasaydı, Trump yönetimi tamamen İsrail'deki en fanatik ve aşırılık yanlısı grupların tarafını tutan bir tavır benimsemez ve yine buna göre hareket etmezdi. Filistinlilerin haklarını açıkça inkar etmez ve çıkarlarına yıkıcı bir şekilde zarar vermezdi.
Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde barış süreci ile ilgili ABD politikalarını seyrine geri döndürmekle yetinmeyip, uluslararası hukuk ve meşruiyete bağlılığın temel dayanağını oluşturacağı yeni bir metot üzerinde çalışmalıyız. Şüphesiz, Biden yönetiminin görev süresinin başlangıcında söz konusu değişikliği iptal etmesi, arzu edilen dönüşümü gerçekleştirme ve başarılı olmasını sağlama çabalarının ciddiyetinin olumlu bir göstergesi olarak görülebilir.