Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Angajman kuralları, barışçıl angajman ve savaşın tehlikeleri

İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesinin eşiğinde, Süleymani'nin halefi ve Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'nin Irak ve Lübnan'ı ziyaret ettiği, İran'ın iki ülkedeki silahlı milislerinden kendilerine hakim olmalarını ve düşmanları olan ABD ve İsrail'in kışkırtmamalarına dikkat etmelerini istedi. Bununla amacı, Beyaz Saray'da iki aylık bir süresi kalan Başkan Trump’ın bu süre zarfında İran'a ve bölgedeki destekçilerine karşı bir savaş çağrısı için bahane bulmasının önüne geçmekti.
Trump yönetimi çelişkili sinyaller gönderdi ve göndermeye de devam ediyor. Çünkü Afganistan’dan ve Irak’tan askerlerini çektiği bir zamanda Lübnan ile İsrail arasındaki sınırların çizilmesi için görüşmeler başlatıyor. Ayrıca Süleymani'nin ardından Fahrizade’yi öldürüyor. İran'ın askeri ve güvenlik kurumları ile enerji merkezlerinde aylarca devam eden yangınların ardından, İsrail'in Suriye'deki İran ve Hizbullah merkezlerine yönelik saldırıları arttı. Sonra Iraklı milislerin Yeşil Bölge ve koalisyon güçlerine yönelik saldırıları yeniden baş gösterdi. Husilerin, Yemen ve Suudi Arabistan Krallığı’na yönelik saldırılarında tırmanış gözlendi.
Bu durum dikkatlerimizi iki şeye çekiyor. Birincisi, İsrail'e yönelik her türlü (hatta İran içinde) saldırıda artışın yaşanması ve ABD ile İsrail tarafları arasındaki koordinasyonun her yönden kabul edilmesidir. İkincisi, Hizbullah ile İsrail arasındaki cephenin sakin kalmasıdır. Hizbullah, 2006 savaşından sonra her fırsatta -her iki tarafça hesaba katılan- angajman kuralları hakkında konuştu. Angajman kuralları sadece Lübnan'ın güney cephesi için mi geçerli olacak? Yoksa Hizbullah milislerinin Kudüs Gücü'nün önemli bir parçası olması hasebiyle söz konusu angajman kuralları İran ile ABD arasındaki kuralar mı?
Şimdi başka bir husustan bahsedelim. Sınırların çizilmesine dair görüşmeler, Başkan Trump’ın gidişinin sonrasına ertelendi. Fakat Trump yönetimi yetkilileri üç tehlikeli durumdan bahsettiler. Birincisi, Güney Lübnan’daki güvenlikle ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1701 sayılı kararının uygulanmamasıdır. Zira Hizbullah kuvvetleri, Litani Nehri'nin güneyinde serbestçe dolaşmaktadır. Bu, ya uluslararası güçlerin daha etkili hale gelecek şekilde değişmesini ya da başka bir çözüm düşünmeyi gerektirmektedir.
Diğer çözüm, uluslararası güçlerin geri çekilmesi olabilir. ABD bunun uluslararası bir karar olduğu yönünde başkalarını ikna edemezse, kararın uygulanması için yapılan harcamalara katkıda bulunmayı bırakabilir. Oysa ABD’nin bu kapsamdaki harcaması, toplam harcamanın üçte birinden daha fazlasını oluşturuyor.
İkincisi, Amerikalıların ilk kez Lübnan ordusuna yapılan yardımı gözden geçirme konusunda konuşmalarıdır. Bu yardımlar uzun yıllardır devam etmekte olup yıllık yüz milyonlarca dolar tutarındadır. Bunun sebebi, Amerikan istihbaratının ‘Hizbullah’ın ordunun kararları üzerinde etki sahibi olduğu yönündeki şüpheleri’ ve Amerikalıların değişime etki etmekte başarısız olmalarıdır. Üçüncüsü, Amerikalıların Lübnan bankalarına, Merkez Bankası'na ve siyasi sınıfa yönelik devam eden baskısı ile tüm bu tarafları Hizbullah lehine yolsuzluk faaliyetleriyle ilişkilendiren sebeplerdir. Merkez Bankası'nın rezerv tehdidi nedeniyle ciddi bir krizde olduğu ve Lübnan’daki bankaların, yaklaşık bir yıldır mevduat sahiplerinin parasına el koyduğu biliniyor. Amerikalılar, 2004’ten bu yana doğrudan veya dolaylı olarak Hizbullah’a destek oldukları gerekçesiyle 15 büyük bankadan hesap sorulmasını istiyor. Diğer taraftan Amerikalılar kademeli olarak yaptırım uygulamak amacıyla buradaki siyasi sınıfın en etkili isimlerin bir listesini hazırladılar. Listenin başında, cumhurbaşkanının damadı ve parlamentodaki en büyük bloğun başkanı Cibran Basil yer alıyor. Eğer bu üç seçenek, özellikle de orduyla ve bankalarla ilgili olan madde uygulanırsa, rejim ve paralarına el konan yüzbinlerce vatandaş zayi olacak.
Tüm bunlar Trump yönetimi ile İran ve bölgedeki destekçileri arasındaki karşılıklı baskının detaylarıdır. Ancak 2006'dan beri ilk kez ABD’nin güçlü bir üstünlüğü var. Nitekim İran’ın elle tutulur ve etkili bir tepkisi yok. İran içindeki patlamalar, yangınlar ve Fahrizade suikastına karşılık milisler, Irak ile Yemen arasında oradan oraya füze, drone veya Katyuşa ile cevap veriyor!
Cepheler İran aleyhinde bir araya gelmiş gibi görünüyor. Irak'taki milisler ölüm ve seçimle karşı karşıya. Ölümler, onlara karşı olan nefreti artırıyor. Seçimler umut verici değil ve halkın çoğunluğu buna karşı. Suriye'de tüm insanlar İranlılara karşı bir pozisyonda. Silahlar İran’a karşı. İsrail onu yok etmeyi taahhüt ediyor. Lübnan'da Şii ikili bir arada duruyor, fakat rejim çöküşün eşiğinde ve çatı Şiiler de dahil olmak üzere herkesin üzerine yıkılıyor. Yemen'de Griffiths dışında kimse Husilere tahammül edemez. Yemen, koalisyon güçlerinin desteğiyle kuzey ve güney arasında birlik sağlayabilirse, Taiz üzerindeki kuşatmayı kaldırabilir, Ibb’i geri alabilir ve Stockholm Anlaşması’nı siyasi bir çözüme giden yol olarak uygulamak mümkün olur. Ayrıca İranlıların Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah’ı -misilleme şiddetinin korkusuyla- özgürce istihdam edemediğini zikretmek gerekiyor.
Bölge, bir tarafta ABD ile İsrail, diğer tarafta ise İran ve milisleri arasındaki bir savaşa mı sürükleniyor? Muhtemelen hayır. Çünkü ABD-İsrail cephesi savaşsız kazanır. Ayrıca İranlılar uzun süredir sabrediyor ve sonuçları garanti olmayan bir savaş riskine girmek istemiyorlar.
Peki barışçıl angajmanla ne demek istiyoruz? İranlıların Biden dönemindeki barışçıl angajmanı üç şeye dayanıyor: Nükleer dosya, balistik füze dosyası ve Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Gazze'deki etki alanı dosyası! Arapların barışçıl angajmanı da yine bu dönemde gerçekleşiyor. Araplar dünyanın nükleer ile ilgili endişelerini paylaşıyorlar, Avrupalılarla ortak olan endişeleri ise balistik füzelerdir. Nükleer dosya ilgili zaten genel bir baskı var. Ancak balistik füzeler ortak bir meta olduğu için güçlü baskıların olması gerekiyor. Arapların bu barışçıl angajmandan elde edecekleri büyük fayda ise 50 veya 60 Arap'ın ‘İran'ın ülkeleri, halkları ve stratejik alanları kullanmasından’ kurtarılmasında yatıyor. İran'ın etkisi altında olan her ülkenin kendine has özellikleri vardır. Ancak Araplar bu ülkelerin hepsinde girişimde bulunabilirler. Suudi Arabistan ile Irak arasında yaşananlar umut verici. Libya için de benzer bir durum geçerli.
Filistin dosyasında da barışçıl angajman için alanlar olabilir. İsrail ile barış antlaşması yapan dört Arap ülkesi var ve bu ülkelerden ikisi çevre ülkelerden. Gözlemciler, bu ülkelerin başkanları arasındaki son toplantılara dikkat çekti. Trump, Filistin ve Suriye pahasına İsrail'e çok şey verdi. Barış cephesi ülkeleri Kudüs, Mescid-i Aksa ve iki devletli çözüm için baskı yapamaz mı?
İran gerçekten zor bir dönemden geçiyor. İran'ın nüfuz ettiği ülkeler ve Filistinliler için ise durum daha da zor. Herkes topyekun bir savaştan kaçındıktan sonra ‘barışçıl angajman’ dışında hiçbir şey mümkün değil.