Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Tahran, şeytanın mutfağını mı inşa ediyor?

Vurarak mı yanıt veriyoruz? Bu durum, yaklaşık bir hafta boyunca Tahran’daki Humeyni iktidarı çevrelerinde hararetli tartışmalara yol açan bir sorudur. Tartışma, Tahran iktidarının üst düzey yetkilileri arasındaki muğlak isimlerden biri olan Muhsin Fahrizade’nin gizemle çevrili suikastının ardından patlak verdi.
Olaya dair yayılan ölüm haberi mesajları ve raporlar seline rağmen Fahrizade’nin kim olduğu ve ne yaptığı şu ana kadar belirsizliğini korudu. Resmi açıklamalarda Fahrizade askeri bir isim olarak nitelenmeye başlamıştı. Tuğgeneral rütbesi taşıdığı ve savunma bakanı yardımcısı unvanına sahip olduğu söylendi.
Ardından Savunma Bakanı Tuğgeneral Amir Hatami’yi, Fahrizade’yi çok az tanıyormuş gibi, adını vermeden ‘muazzam hizmetlerini’ överken gördük. Ardından konuşma, Fahrizade’nin bir nükleer bilimci olduğu sunumuna geçti. Bahislere göre kendisi, ‘İran’ın nükleer bilimin barışçıl şekilde kullanımına doğru ilerlemesini yavaşlatmaya çalışan düşmanların’ kurbanı olmuştu. Bu durum, Fahrizade’nin son 10 yılda faili meçhul saldırganlar tarafından suikasta kurban giden İranlı nükleer bilim adamlarının uzun listesine katıldığı anlamına geliyor.
Bununla birlikte İran Atom Enerjisi Kurumu’nun başında bulunan Ali Ekber Salihi, Fahrizade’nin ana nükleer programla ilgisi olmayan paralel bir program üzerinde çalıştığını açıkladı. İlginç bir şekilde Salihi, Fahrizade’nin çalışmasının ‘nükleer savunma’ ile ilgili olduğunu ve bu nedenle askeri bir boyutu bulunduğunu ortaya koydu.
Daha sonra Devrim Muhafızları Komutanı General Hüseyin Selami’nin Fahrizade’nin İran füze programında oynadığı ‘önemli rolü’ övmesiyle duruma yeni bir belirsizlik katmanı daha eklendi.
Ancak mesele bununla da bitmedi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, Fahrizade’nin ‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na (yani Obama döneminde Dışişleri Bakanı John Kerry aracılığıyla imzalanan nükleer anlaşmaya) katılan İran müzakere heyetinin bir üyesi’ olduğunu iddia etti.
Son olarak belki de başlangıçta Fahrizade’nin resmettiği görüntünün gerekli derecede sempati uyandırmayacağını anladıkları için rejim propagandacıları, onu bir bilim adamı, şair, filozof ve ahlaki rehber olarak sunmaya başladı. Hatta Kovid-19 virüsünü yenmek ve enfekte olanları tedavi etmek için kapsamlı bir plan önerdiği bir videosunu bile yayınladılar.
Fahrizade’nin bir bilim adamı, asker, diplomat, filozof, epidemiyolog ve ahlaki rehber olup olmadığına bakılmaksızın, bunu kesin olarak bilmiyoruz ve asla bilemeyebiliriz.
Ancak iki şey açık... İlk olarak Fahrizade, gerçek bir güce sahip paralel bir hükümete daha yakın bir oluşum yaratan Rehber Ali Hameney’in yakın çevresinin bir üyesiydi. Oysa ki liderler ve diğer ‘seçilmiş’ yetkililer, yalnızca gerçek gücün kullanılacağı bir cepheydi. Hamaney, bazı ‘özel ilgi alanlarında’ neredeyse bir avuç güvenilir yardımcıya itimat ediyor.
Bu nedenle Rusya ile ilişkiler söz konusu olduğunda, örneğin Hamaney, eski Dışişleri Bakanı Ekber Velayeti’ye güveniyor. Çin ile ilişkiler hususunda ise İslam Meclisi’nin (parlamento) eski başkanı Ali Erdeşir Laricani’yi sorumlu olarak atadı. Aynı şekilde suikasta uğrayan Kasım Süleymani de komşu Arap ülkeleri ve Afganistan ile ilişkiler meselesini yönetiyordu. Tuğgeneral İsmail Kaani’nin bu konuyu miras alıp almadığı henüz bilinmiyor.
Türkiye ve Pakistan ile ilişkiler, görünüşe göre Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakiri tarafından yönetiliyor. Bu nedenle Salihi ve ondan önceki yetkililerin, nükleer programın sivil yönünden sorumlu olduğu bir dönemde, Fahrizade’nin askeri yönden sorumluluğu üstlendiği anlaşılıyor.
Bu değerlendirmeler doğruysa açığa kavuşan ikinci nokta, İran’ın her zaman paralel bir askeri nükleer programa sahip olması ve bu programın, ülkenin resmi hükümet yetkililerinin gözünden bile gizli tutulmuş olmasıdır. Salihi, Fahrizade’nin ne yaptığını bilmediğini söylerken yaptıklarının ‘bilimsel çalışmalarda bile kamuoyuna açıklanmadığını’ dile getirdi.
Ancak bu durum, İran’ın gizlice bir nükleer bomba inşa ettiği anlamına gelmiyor. Bunu doğrulamanın da bir yolu yok. Bununla birlikte yine de bu paralel programın en azından sınırlı bir hedef güdüyor olabileceği öne sürülüyor. Bu hedefin ise nükleer alandaki bilim adamlarının ‘nükleer eşik’ olarak adlandırdığı şeye, yani bir ülkenin bir nükleer bomba yapmak için gerekli tüm bilimsel ve endüstriyel araçlara sahip olduğu noktaya doğru ilerleme sağlaması olduğu belirtiliyor.
Bu, çorba yapmak için gerekli tüm malzemeleri sağlayan bir mutfak inşa etmeye benzer. Ancak akşam yemeği yiyene kadar hazırlık sürecinden geçilmiyor.
Bu senaryo, İslam Cumhuriyeti’nin füze programını çevreleyen bazı gizemleri ortadan kaldırabilir. Örneğin, 75 kg’dan fazla yük taşıma kapasitesine sahip olmayan uzun menzilli füzeler veya herhangi bir hedefe gerçekten hasar vermeyecek klasik patlayıcılar geliştirmek için neden büyük miktarda para ve çaba harcasın ki? Bununla birlikte söz konusu yük, bir nükleer savaş başlığı şeklinde gelirse plan mantıklı olacaktır. Fahrizade’nin nükleer ve füze projelerinde oldukça önemli role sahip bir adam olarak sunulmasının nedeni de budur.
Şimdi başlangıçtaki sorumuza geri dönelim…
Tahran, bugünlerde Fahrizade suikastının sorumlularına ‘intikam’ ve ‘ceza’ çağrısı yapan seslerle dolu. Hamaney’in görüşlerini yansıtmasıyla ünlü olan günlük ‘Kayhan’ gazetesi, İsrail’in Hayfa limanına karşı büyük çaplı bir saldırı çağrısında bulunurken çok sayıda kişinin öldürülme gerekliliğinde ısrar ediyor. Diğer sesler ise, özellikle Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye yakın olan ‘New York Post, yeni başkan olarak seçilen Joe Biden ile görüşerek ABD’lileri aldatma umudu tehlikeye girmesin diye, kısıtlama çağrısı yapıyor. 
Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşmelerde Tahran’ın, nükleer projesinin sivil kısmından taviz vermeye hazır olduğunu belirtmek gerekir. Anlaşmanın askeri yönünden hiç bahsedilmedi. Bunun yanı sıra Obama, İran’ın füze programına da aldırış etmedi.
Bu durumun yanlış olduğu kanıtlandı. Ancak Tahran’ın çok hafif de olsa ABD’lileri yeniden kandırmayı zorlaştıracağı için gerginliği alevlendirmek üzere hiçbir şey yapmayacağına inanılıyor.
Genel olarak konuşursak, iki gerçek bu görüşü destekleyebilir:
İlk olarak Süleymani suikastında olduğu gibi Fahrizade suikastının da ana suçlusu ABD olarak ilan edilmedi. Parmaklar İsrail’i işaret etti ve intikam vaatleri verildi. Ancak o zaman bile suçun, İranlı muhalif grupların işi olabileceği iddiasına dayalı olayların alternatif versiyonu halen gündemde dolaşıyor. Aynı şekilde saldırının sahadaki unsurların kullanımını değil, uzaktan komuta yöntemini içerdiği başka bir versiyon da mevcut.
İkinci olarak Hamaney, Süleymani’nin öldürülmesi sonrasında ‘sert bir intikam’ sözü vermişti. Ancak bu sefer yalnızca ‘failleri yargılama ve cezalandırma’ sözü verdi. Bu noktada Fahrizade’nin yapmakta olan işin ‘devamlılığına’ odaklandığı açık.
Başka bir deyişle ‘eşiğe’ doğru ilerleme durmadığı sürece kendimizi güçlendirebilir ve Fahrizade’nin suikastına katlanabiliriz.