Kuzey Mali'den Gana ve Fildişi Sahili sınırlarına kadar uzanan Büyük Sahra Çölü'nde, Cemaat Nusratul İslam vel Müslimin (JNIM) olarak bilinen radikal bir örgüt tarafından yönetilen paralel, kanunsuz bir devlet şekilleniyor. El-Kaide bağlantılı bu örgüt, güvenlik uzmanlarına göre bugün Afrika kıtasının en güçlü terör örgütü haline geldi. Batı Afrika hükümetlerinin kendisine karşı koyamayacak kadar güçsüz göründüğü ve uluslararası toplumun neredeyse yok olduğu bir dönemde, Teksas eyaletinin beş katı büyüklüğünde bir alanı kontrol ediyor.
Bu örgüt, 2017 yılında Mali'de farklı cihatçı örgütleri bir araya getiren bir çatı örgüt olarak ortaya çıktı. Devletin kırılganlığından yararlanarak Burkina Faso ve Nijer'e de yayıldı. Etkisini doğuya ve güneye doğru genişletmeye devam ediyor ve daha önce terörist tehditlere karşı bağışık olduğu düşünülen Benin, Togo, Fildişi Sahili, Senegal ve Gana gibi ülkeleri tehdit ediyor. Güvenlik kaynaklarına göre, örgüt kontrol ettiği topraklarda fiili bir yönetim biçimi uyguluyor, halktan para topluyor ve kaçakçılık, hırsızlık ve adam kaçırma ağları işletiyor. Bu da ona savaşmaya ve genişlemeye devam etmesini sağlayan sürdürülebilir bir finansman sağlıyor.
ABD küresel askeri varlığını yeniden değerlendirmekle meşgulken, Batı Afrika, Washington'un gündeminde alt sıralara geriliyor gibi görünüyor. Bu durum, ABD Afrika Komutanlığı Komutanı General Michael Langley'nin Kongre önünde yaptığı, “Sahel'deki terör tehdidinin kötüleştiğini ve kontrol altına alınmadığı takdirde bölgenin istikrarına ve hatta belki de ABD çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturacağını” söyleyerek uyarmasına rağmen böyle. Bu açıklamaları, ABD'nin Afrika'ya yönelik kalkınma programlarına sağladığı fonları azaltılmasıyla aynı zamana denk geldi.
Tehlike yalnızca hükümet güçlerini ve karargahlarını hedef alan tekrarlanan saldırılarda değil (Burkina Faso'da 2025'in ilk yarısında 280'den fazla saldırı gerçekleşti), aynı zamanda örgütün başarısız devletlere alternatif olarak hizmet veren bir “yönetim modeli”ne dönüşmesinde de yatıyor. Kontrolü altındaki bölgelerde, şeriatın katı bir yorumundan esinlenen yasalar dayatıyor, açık bir güvenlik ve sosyal kontrol sergiliyor ve bu yalnızca güçle değiştirilmesi zor yeni bir gerçeklik yaratıyor.
Güvenlik uzmanları, örgütün projesini dayatmak için şiddeti stratejik bir araç olarak kullandığına inanıyor, fakat Batı çıkarlarını doğrudan hedef almaktan kasıtlı olarak kaçınıyor ve bu da Batı'nın onu acil müdahale gerektirmeyen “yerel” bir tehdit olarak görmesine yol açıyor. Ancak bu değerlendirme yanıltıcı olabilir, çünkü örgütün yönetebilen istikrarlı bir yapıya dönüşmesi, dünyanın dört bir yanından cihatçılar için güvenli bir liman yaratılması ve bununla birlikte kaçakçılık ağlarının, düzensiz göçün ve uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığının genişlemesi anlamına geliyor.
Öte yandan, özellikle Mali, Nijer ve Burkina Faso'da askeri rejimleri iktidara getiren bir dizi darbenin ardından yerel orduların etkinliğinin azalması, durumun tehlikesini daha da artırıyor. Bu rejimler, radikalliğin temel nedenlerini ele almak yerine, köylerde ve kırsal alanlarda şiddetli bir baskı uygulama yoluna gitti. Bu da sahadan değerlendirmelere göre, halkı rejimlere yabancılaştırdı ve kendisini hükümetin saldırganlığına karşı halkın savunucusu olarak sunan örgütün etrafında toplanmasına yol açtı.
ABD, doğrudan müdahalede bulunmadan teknik ve istihbarat desteği sağlamak gibi yeni bir yaklaşım benimsiyor. General Langley, Afrika ülkelerinin “güvenlik yüklerini kendilerinin taşıması” gerektiğini ve “ABD'nin kimsenin egemenliğine müdahale etmeyeceğini” açıkça belirtti. Washington'un geçmişte yaptığı her şeyi yapmaya devam etmeyebileceğini vurguladı. Mayıs ayında düzenlenen bir savunma konferansında da Langley, “bugünkü hedefin, Afrika’nın mücadelenin büyük bir kısmını kendi başına yürütmesine yardımcı olmak” olduğunu açıkladı.
Ancak bu yaklaşım, özellikle kıtada devam eden nüfuz yarışı gölgesinde, gözlemcileri endişelendiriyor. Langley'e göre Çin, Afrika'daki askeri ortaklıklarına Washington'un askeri komutaya harcadığından 100 kat daha fazla harcama yapıyor. Bu arada Rusya, kendisini “Afrika Tugayı” adı altında yeniden yapılandıran Wagner aracılığıyla varlığını genişletiyor. Birçok rejim için güvenlik misyonları yürüterek ve siyasi yardımlarda bulunarak Moskova'ya Batı aleyhine önemli bir nüfuz sağlıyor.
Tehlikeli stratejik boyut burada gizli; Afrika'daki sadakat ve nüfuz haritası yeniden şekillenirken ve Çin ile Rusya boşluğu doldurmaya çalışırken, ABD yavaş yavaş ortadan kayboluyor. General Langley bunu açıkça şöyle ifade etti: “Afrika, büyük güç mücadelesinde önemli bir arena haline geldi.” Bu görüş, Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi Başkanı Mike Rogers tarafından da dile getirildi: “Çin ve Rusya'nın artan etkisini dengelemek için varlığımızı azaltmak değil, Afrika'ya daha fazla yatırım yapmalıyız.”
Bu bağlamda, Cemaat Nusretul İslam vel-Müslimin, silahlı bir örgütten daha fazlası gibi görünüyor. Kırılgan bir bölgede jeopolitik bir denge unsuru olmaya ve genişlemeye devam ederse, yalnızca Batı Afrika'da değil, kıtanın tamamında ve belki de ötesinde stratejik sahneyi tamamen değiştirebilir. Afrika başkentlerinin veya kıyı şehirlerinin örgütün eline geçmesi, Avrupa ve ABD'ye göç dalgalarının büyümesine, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının artmasına ve bölgenin diğer örgütler için bir eğitim sahasına dönüşmesine yol açabilir.
ABD Başkanı Donald Trump bazı Batı Afrika ülkelerindeki yatırım fırsatlarını överken, güvenlik uzmanları terör tehdidini görmezden gelmenin bu fırsatları anlamsız hale getirebileceği konusunda uyarıyor. Yatırım güvenlik olmadan sürdürülemez ve sahada olup bitenlere dair gerçek bir anlayışla desteklenmezse yardımlar da bir işe yaramaz.
Soru şu: Batılı ülkeler, Sahel bölgesi yeni bir Afganistan'a dönüşmeden önce harekete geçecek mi, yoksa bu “cihatçı” genişlemeyle ciddi şekilde yüzleşmek için çok mu geç? Göstergeler pek iç açıcı gözükmüyor ama bölgenin geçici hesaplara dayandırılmaması, olduğu gibi anlaşılması halinde fırsat hâlâ mevcut.