Arap Sultanlığına dair edebiyat kitapları, Makedon İskender’in Hindistan’a gidip şartları gördüğünde krallarından birine şaşkınlıkla şu soruyu sorduğundan bahseder: Kanunlarınızın azlığının sebebi nedir? Kitaplarda yetkilinin, “Çünkü buradaki hakim normlar birbirimize karşı ileri gitmemizi engelliyor” şeklinde yanıt verdiği ifade edilir. Olay elbette bir efsane. İskender büyük olasılıkla fetihlerinde Hindistan’a hatta Afganistan’a bile ulaşmadı. Dahası, büyük fatih, yasaları kaybetmekten korkacak kadar onlara bağlı değildi ki fethettiği ülkelerde bunları sorsun. Hikayenin ana fikri, Orta Çağ Müslümanları açısından adaletin bağlayıcı kanunlara ihtiyaç duymadığıdır. Aksine, bir pasifizm ve adalet etiğine ‘gönüllü’ bağlılık, insanlar arasındaki tanışıklığın gücüne bağlı olduğudur.
Burada bahsedilen elbette ki modern ve çağdaş zamanlardaki insanların kültürü değil. Aksine, adalet hukukun üstünlüğüdür. İyi bilindiği üzere adalet, göz kapalı veya kör, önünde insanlar için adaleti sağlamak için eylemlerini doğru bir şekilde tartan bir terazi bulunan bir kadın ile tasvir edilmekte. Bununla birlikte, geçtiğimiz onlarca yıl, Batı liberal dünyasındaki hukuk filozofları arasında neyin adaletin üstünde olduğu veya ahlaki ve etik ilkeleri hakkında düşünmede dikkate değer bir katılıma tanık oldu.
Amerikalı ünlü hukuk filozofu John Rawls'ın kitabı; Adalet Teorisi’nde (1971) ele aldığı sorun da buydu. Kitabının ilk bölümünün başlığı ‘insaf vasfıyla adalet’ ve kitabın tamamına hakim olan birincil değerin eşitlik olmasına rağmen kitap, bugün bile devam eden tartışmaları ateşledi. Özellikle de bu konuda bugün de devam eden tartışmaların asıl sorusu; liberal hükümet rejimlerinde öncelik sadece hukukun üstünlüğü mü? Hukuk üstünlüğünün adaleti, siyasi ve hukuki sistemde zayıf ve dışlanmış olanlar için de insafı sağlar mı? Kitabı tartışan ve eleştirenler arasında büyük filozoflar, ilahiyatçılar, sosyolog ve ahlak bilimcilerinin bulunması nedeniyle John Rawls, 2001 yılında ilk kitabının ilk bölümüyle aynı başlığa sahip başka bir kitap yayınlamak zorunda kaldı: ‘İnsaf Vasfıyla Adalet: Bir Reformülasyon’. Önemli olan Rawls, ikinci kitabında kendisi ve polemikçilerine başka sorular sordu: İçlerinde hukukun üstünlüğü olmazsa toplumlara ne olur? Kamu yararı için çabalamak elinde bir terazi bulunan kör kadın metaforunun öngördüğü cezalandırıcı veya kör eşitlik karakterinin ötesinde devletin görevi mi? Üçüncü soru: Adalet intikam veya misilleme niteliği kazanamaz mı? Dördüncü soru: Adalet (yargı), kanun önünde eşitliğe dayanır. Peki kamu yararı hangi değere dayanır? 40 yıldır Rawls’ın en büyük hayranları arasında yer alan, 2008 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Amartya Sen, hemen bu sorulara yanıt verdi. Sen’e göre bugün sorun, daha ziyade eski çağlardan beri, değer ile gerçek arasında neredeyse kalıcı hale gelen ve hala devam eden bir ayrımda. Bazı değerler üzerinde fikir birliği vardır. Bunlardan en önemlisi de adalettir. Ancak sorun, geniş insan gruplarının, hatta vatandaşların bile, değeri, adalet değeri, özgürlük değeri, vatandaşlık değeri, barış değeri ve benzerlerini paylaşma yeteneğine sahip olmamasıdır. Bu, tüm siyasi sistemlerdeki en büyük zorluktur. Ancak daha ziyade uluslararası sistemde… Yani sorun değer ile doğru arasındaki boşluğu yakınlaştırmak ve daraltmakta. Bu nedenle, iki meseleyi veya iki değeri birleştirmek için her zaman çaba sarf etmek gerekir. Bu, Amartya Sen ve kolektif düşünürlerin söylediği kamu yararıdır. Kamu yararına ne kadar yakınlaşılırsa, insanların haysiyet, adalet, özgürlük ve barıştan yararlanma şansı o kadar artar. İnsaf da tam olarak budur.
Prens Türki el-Faysal’ın Bahreyn Sempozyumu’ndaki değerlendirmeleri pek çok İsrailliyi rahatsız etti. Çünkü bizzat bu paradoksa işaret etti. Filistin topraklarında, yerleşim yerleri, hapishaneler de hatta çocuk cezaevlerinde bile bir işgal ve savaşçılar var. Öte yandan İsrail tarafında ise barıştan başka hiçbir şey yok. Barış, çok büyük bir değerdir. Hatta çağımızda en büyük değer bu olabilir. Ancak özgürlük veya adalet olmaksızın barış nasıl sağlanabilir? Toplumlarda ve uluslar ile devletler arasında kalıcı barış bu meselelere ihtiyaç duyar; onur, özgürlük ve adalet. Arap Birliği eski Genel Sekreteri Amr Musa'nın, Şarku'l Avsat gazetesinde yayınlanan Arap Barış Girişimi (Beyrut 2020) başlığı altındaki anılarının bulunduğu yazıları takip edersek, bunun yani barış karşılığında toprak ve devlet konusunu yöneticinin önem verdiği konular arasında olduğunu anlayabiliriz. Prens Türki el-Faysal'ın sözlerinden büyük üzüntü duyan İsrail Dışişleri Bakanı, barış karşılığında hiçbir şey ‘vermek’ istemedi. Aksine Netanyahu’nun daha önce defalarca söylediği gibi barış karşılığında yalnızca barış verileceğini ifade etti.
Büyük sahneden Lübnan’daki küçük sahneye geçelim. John Rawls adalet ve eşitlik arasındaki farklar hakkında daha fazla düşünerek, adalet (veya hukukun üstünlüğü) ile eşitlik arasında ayrılık durumunda, değerin (adalet ) isminden yoksun olacağını ve intikama dönüşeceğini söylemektedir. Yolsuzlukla mücadele için aylarca hatta yıllarca bekledik. Ardından, ekonomik çöküşün, geçim kaynaklarının ve insanların çaresizliği içinde cumhurbaşkanın dediği gibi yolsuzlukla mücadele dönemi başladı. Bu nasıl oldu? Merkez Bankası’ndaki cezai soruşturmaya devam ederken, eski Genelkurmay Başkan’ı da dahil olmak üzere, bazı çalışanlar ve ordudan subaylar için suç dosyaları oluşturuldu. Askeri ve sivil mahkemelere sevk edilenlere bakarsak, hepsinin Cumhurbaşkanı ve yoldaşlarına muhalif olduklarını görüyoruz. Lübnanlılar yıllardır elektrik konusunda sorumluluk talep ediyorlar ve bu konuda hiçbir şey olmadı. Olmayacak da çünkü; asıl fail Cumhurbaşkanının damadı ve partisinin lideri. Cumhurbaşkanı’nın şansının güzelliğinden mi kötülüğünden mi desek ABD’liler onu yargılamak için adım attı. O gün Lübnanlı bir yargıca: ABD’liler sizden önce davrandı demiştim. Bana gülerek, “Adam zaten her türlü bize bırakılmayacaktı. Bugün oh olsun demekten başka yapacak bir şeyimiz yok” şeklinde cevap verdi.
Amerika’nın batısındaki düşünürler, onlarca yıldır adalet ve hukukun üstünlüğünün eşitliğe ve kamu yararına nasıl evirileceğini öğrenmekle meşguller. Bizde ise adalet ve hukuk üstünlüğü kalmadığında, iktidardan ayrıldıkça güçsüzleşen güçlüler, adalet ve hukukun üstünlüğüne yönlendiriliyor. Hesap verebilirlikten kurtulanlar sistemde yine güçlü kalıyor. Hukuk üstünlüğünün tarafsızlığı, büyük mesafelerdeki eşitlik ve hakkaniyet nerde kalıyor?
İskender Hindistan’daki kanunların azlığından endişe ediyordu. Fakat biz kanunların çok sayıda olmasından ve fail olsun ya da olmasın yalnızca bir gruba uygulanmasından korkmaktayız.
TT
Adalet, kanun insaf ve intikam!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة