ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden bu yana, ister başkanın alenen söyledikleri, ister yönetimi veya İsrailliler tarafından sızdırılanlar, aynı zamanda -ayrı bir konu olan- Washington'daki İran lobisinin sızdırdıkları olsun, İran ve nükleer dosyasıyla ilgili sızıntılar durmuyor.
Dün Roma'da gerçekleşen müzakerelerin ikinci turu ile birlikte sızıntılar da arttı. Bu sızıntılar arasında Tahran'ın kendisi veya bölgede kendisine bağlı olanlar tarafından sızdırılan bilgiler de yer alıyor.
Bütün bunlar, İran haberlerini takip edenler için bu medyatik hikâyeyi, pervanesinin hangi yöne döndüğünü ayırt etmenin zor olduğu bir helikoptere benzetiyor. Peki İran dosyası diplomatik bir atılımın mı yoksa kaçınılmaz bir savaşın mı eşiğinde?
Bu sızıntıların çokluğu ve özellikle de ABD ve İsrail'den gelenler, bazı iddiaların aksine Amerikan ve İsrailli müttefikler arasında bir ayrışma olduğu anlamına gelmiyor. Ben bunları daha ziyade içerik olarak birlik içinde olan ve tıpkı 2003'teki Irak Savaşı öncesinde yaşananlara benzer mesajlar olarak görüyorum.
O dönemde de sızıntıları ve açıklamalardaki ayrışmayı ilk yanlış yorumlayan kişi Saddam Hüseyin'in kendisi olmuştu. Merhum Prens Suud el-Faysal'ın işgalden önce söylediği “Amerikan çözümü Irak'ın kafasını kesmek, Fransız çözümü ise onu boğarak öldürmek anlamına geliyor” sözünü asla unutamam.
O zamanlar bu gazetenin Cidde bürosunun başındaydım. Haberi yazdım, gazetenin birinci sayfasında yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı.O sırada AFP’nin bölgedeki yetkililerinden biri beni arayıp, “Haberin doğru olduğundan emin misiniz? Bu savaşın kaçınılmaz olduğu anlamına geliyor” demişti.
Ben de kendisine, “Haber aynı aktardığım gibidir, ben bu olayın tarafı değilim, ne yalanlıyorum ne de doğruluyorum” dedim. Hadiselerin nasıl geliştiğini ve savaşın çıktığını biliyoruz. İşte bugünkü sızıntılar bana tam da o zamanı hatırlatıyor. Rejimi devirecek bir savaşa doğru gittiğimizi söylemiyorum, ama farklı bir savaş ihtimalinden bahsediyorum.
Müttefiklerin İran'a karşı tutumlarında herhangi bir çelişki görmüyorum ve Tahran'ın da bu hususun farkında olduğu anlaşılıyor. İran'ın kendi içindeki çelişkili açıklamalara ve ABD ile İsrail'in gerilimi tırmandırmasına rağmen, ikinci tur müzakerelere katılması da bunun delili.
Tahran tehditleri kesinlikle ciddiye alıyor. Sızıntıların İran karşısında geri adım atmaktan değil, İran'ın nükleer projesinin nasıl durdurulacağından bahsettiği kesin. Başkan Trump, diplomatik çözümü tercih ettiğini açıkça söylüyor ama savaş olasılığını da dışlamıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise İran'a karşı tutumunu gizlemiyor ve Amerikan desteği ve koruması altında İran ile savaş istiyor. Yaklaşık yedi yıldır, sabotaj veya istihbarat operasyonlarıyla İran tesislerini, nükleer proje çalışanlarını hedef almaktan vazgeçmedi.
Netanyahu, 7 Ekim 2023'ten bu yana da İran’ın bölgedeki tüm kollarını hedef alıyor ve aktif taraflar olarak Hamas ve Hizbullah'ı kendisi denklem dışı bırakırken, şimdi de Washington, Yemen'deki Husileri bitirmeye hazırlanıyor.
Bütün bunlar, gelecekteki herhangi bir askeri çatışmanın İran coğrafyasıyla sınırlı kalacağını gösteriyor. Bu nedenle İran, tehditleri ciddiye alıyor ve sızıntılarla dikkatini dağıtmıyor. Kimse de bu sızıntılar ile oyalanmamalı, çünkü askeri çatışma ihtimali her zamankinden daha gerçek hale geldi.