Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Biden ve bölge: İyileşme ve siyasi bağışıklığın öncelikleri

Ülkelerin büyük çoğunluğu, her birinin temsil ettiği siyasi ağırlığa göre, korona sonrası dünyada iyileşme evresini, ABD başkanlık seçimleri ve Biden’ın yükselişi sonrasına dair beklentiler ile gözlemliyor. Biden’ın seçim kampanyası sırasındaki vaatleri ve söylemleri, önemli ölçüde değişen bir dünyada yalnızca geniş seçim vaatlerinin bir yansıması olsa da bölge ülkelerinde bazı korkular uyandırdı. Buna ilaveten ABD’deki kurumlar şimdi, büyük dosyaların, menfaatlerin ve sözleşmelerin canlılığını koruma konusundaki küçük bölünmelerini yaşıyor. BAE ile silah anlaşmasının Trump’ın veto hakkını kullanarak müdahalede bulunmasına bile izin verilmeden geçirilmesi, bunu belirgin bir şekilde gösterdi. Bu aynı zamanda, gerçekçi ve pragmatik yeni bir dönemi yansıtıyor. Belki de Biden, bu dönemde görevi üstlenecek en uygun kişi. Bu yönde bölgesel korkular olsa da Biden dönemi, Obama döneminin bir kopyası olmayacak. Nitekim Biden’ın Arap Baharı devrimleri hakkındaki tutumunu, o dönemde eski Mısır devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e güvendiğine dair sözlerini ve onun hakkındaki olumlu tavrını hatırlamak, Obama döneminin bir kopyası olmayacağını tahmin etmek için yeterlidir. Bu, başka dosyalar için de geçerli. Biden’ın bunlara dair kişisel tutumları da Demokrat Parti içinde medya organlarını ve platformlarını daha etkili ve onları kontrol eden fakat siyasi kararların gerçekliği üzerinde kayda değer etkisi olmayan solcu seslerle uyumlu değil. Bu paradoksla birlikte önümüzdeki dönemde de diplomatik ve siyasi olarak yine aynı konuya yatırım yapılacak ve aynı baskı kartları kullanılacak. İnsan hakları, demokrasi ve liberalizm sloganları.
Koronavirüse karşı bağışıklık ve beklenen aşıya paralel olarak genelleştirilmiş insan hakları ve demokrasi sloganları yoluyla herhangi bir egemenlik ihlaline veya istikrara zarar vermeye yönelik bir girişime karşı bölgede siyasi bir bağışıklık da oluştu. Bu bağışıklığı kazanan ülkelerin başında da Arap Baharı’ndaki kırılmalardan sonra kurumsal uyumu sayesinde istikrarını korumasının meyvelerini toplayan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri geliyor. Söz konusu kurumsal uyum; yönetişim konusunda atılan adımlar, teknik üstünlük, kamu kurumlarının sağlamlığı ve geliştirilmesi, yolsuzluk ve kara para aklama dosyalarının ele alınması, güvenliğin sağlanması, aşırılık yanlısı ideolojiden ve terörizmden kopmak, kriz ittifakı ülkelerinin desteklediği örgütleri terör örgütü kabul etmekle açık ve net bir biçimde ortaya kondu. Suudi Arabistan Veliaht Prensi de söz konusu ülkeler ile terör örgütleri ve aşırılık arasındaki ilişkiyi  “sıfır toplamlı bir denklem” olarak tanımlamıştı.
Biden’ın deneyimi ve politik pragmatizmi, sloganlara dayanan tez ve yaklaşımların Obama dönemindeki aynı ivmeyle geri dönmesini engelleyebilir. Cumhuriyetçi Parti’nin Senato’daki çoğunluğunu kullanma ve herhangi bir ağır yasaya karşı birleşme gücü de buna katkıda bulunacaktır. Bu ayrıca güven verici görünen piyasaları da etkileyecektir. Piyasalar genellikle olası politikaların en güvenilir aynasıdır. Diğer yandan Cumhuriyetçilerin, özellikle büyük eyaletlerde eyalet yasama meclislerindeki çoğunluklarını korumaları nedeniyle çevre konusundaki bütün vaatlerin, büyük dönüşümlere heveslenen Demokratların istediği boyutta bir başarıyla gerçekleşmesi söz konusu olmayabilir.
Biden ve İran ile bölgedeki yayılmasıyla ilgili vaatlerine gelince… Biden’ın da aralarında olduğu Beyaz Saray’daki karar yapıcılarının neredeyse mutlak korumasına alışmış olan ülkeler dahil bölgede meşru ve ciddi korkular uyandırdı. İsrail araştırma merkezleri bu konuda görüşler, çalışmalar ve analizler sundu. Bunlar, Biden’ın İran meselesine yaklaşımı, İran’ın hareketleri, genişlemesi ve her yerde küresel güvenlik, enerji kaynakları ve petrol için bir tehdit haline gelmesi, kollarının dikte ettiği farklı koşullar altında olsa da nükleer anlaşmaya dönülmesini ele alıyordu. İran bunların yanı sıra Husi milislerine de tam destek veriyor, Körfez bölgesi ve Suudi Arabistan’ın güvenliğini hedef almak için Yemen’e uzmanlarını gönderip Husileri eğitiyor, silahlandırıyor ve insansız hava araçlarıyla destekliyor.
Biden’ın başkanlık seçimleri kampanyası sırasında dile getirdiği vaatleri, bölgedeki dönüşümlerin uzun bağlamından izole edilemez. Bu vaatler, ABD yönetiminin terör gibi önemli ve dokunulamaz dosyalara karşı tutumunda büyük değişiklikler olacağının işaretlerini vermiyor. Biden’ın kendisi, Foreign Policy dergisinde yayınlanan ünlü makalesinde dış politikasını, pragmatik ve gerçekçi okula bağlı bir politika olarak tanımladı ve ABD’nin yeniden dünyayı yönetmesi çağrısında bulundu. Bu, Trump döneminin en öne çıkan ve kendisini ABD tarihindeki diğer dönemlerden büyük farklarla ayıran özelliği olan ekonomik öncelik hesabına yeniden politikaya öncelik verileceği anlamına geliyor. Ancak korona sonrası dünyada bu ikisini birbirinden ayırmak zor görünüyor. Ülkelerin çoğu pandemi dönemindeki ekonomik başarısızlığın sonuçlarından kurtulmaya çalışıyor. Doğu’da Çin’den, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerine kadar salgını kontrol altına almakta başarılı olan ülkeler ise kurumlarının gücü ve küresel ekonomiye katkıda bulunarak toparlanmayı sağlama konusundaki güçlü isteği sayesinde siyasi bağışıklık kazandı. Suudi Arabistan’ın yeterli katılım, faaliyetler, belgeler, dosyalar ve çevre gibi alışılmadık bir dosyada bile alınan önemli kararlar ile G20 Zirvesi başkanlığı, özellikle de ekonomik alandaki kapsamlı anlamıyla bu acil toparlanma ve bağışıklık arzusunun kanıtıydı. Nitekim Biden da bahsettiğimiz ünlü makalesinde ekonomiyi unutmadı. Orta sınıfın rolünü güçlendirme, inovasyon, yaratıcılık, liderlik ve küreselleşmenin verdiği değerler aracılığıyla Çin ile rekabetin üstesinden gelmeye çalışılması çağrısında bulundu. Bu, küresel meselelere yaklaşımda yumuşak diplomasiye, terörizm, radikalizm, egemenlik ihlalleri, silahlı örgütler ve Mollalar rejiminin bölgedeki kolları dahil milis güçler düşüncesini ortadan kaldırmak gibi engellerle yüzleşmekte ise sert diplomasiye öncelik verileceği anlamına geliyor.
Amerikan diplomasisinin önümüzdeki aşamada önceliklerini formüle etmek, bölgedeki bazı ülkeleri endişelendirse bile, bunlar daha ziyade seçkinlerin ve medyadaki (özellikle de sosyal medya platformları ve büyük televizyon kanallarındaki) seslerin yönlendirdiği seçim safhasının sloganlarına ve kendisine eşlik eden siyasi seferberliğe dayanıyordu. Bahsi geçen medya organları ise Trump döneminin aşılmasından sonra rahat bir nefes aldı. Trump’ı kendilerine karşı bir varoluşsal tehdit olarak görüyorlardı. Çünkü seçim kampanyası benzeri görülmemiş bir şekilde kendisine karşı taraf tutan medya ile savaşa dayanıyordu.
Obama rüzgarının ve zamanın geri döneceğini ümit eden kriz ittifakı içindeki bazı seslerin ve siyasi İslam destekçisi ideolojik müttefiklerinin sevinçleri, bölge ülkelerinin en büyük korkusunu temsil etti. Ancak bunlar, tarihin tekerrür etmediğini, devlet kavramı düzeyinde büyük dönüşümlerin yaşandığını, devlet ve merkezileşmesi mantığının yükseldiğini görmezden geliyorlar. Devlet ve kurumlarını zayıflatma ve yıkma projelerinin açığa çıktığını ve toplumların gerçek yüzlerini gördüklerini, siyasi İslam projesinin ve Mağrip ülkelerindeki bazı hükümetlere ortak olan sınırlı modellerinin dahi (büyük bölgesel projelere güvendikleri için) başarısız olduğunu bilmezden geliyorlar.
İnsan hakları yaklaşımları, bölgesel çatışmaları uzlaştırma, Körfez’deki siyasi anlaşmazlıklardan Mısır ile Etiyopya arasında Nahda Barajı’ndan kaynaklanan gerilimlere ve Türkiye ile Tahran’ın bölgedeki adımlarına gelince, mevcut ABD yönetiminin benimseyeceği herhangi bir yaklaşımın uzun vadeli stratejik çıkarları göz önünde bulunduracağına şüphe yok. Buna ilaveten yeni yönetim tutumlarını, ilerleme ve muhalefete, her ülkenin egemenliğine saygı duyan ve ona özel, siyasi ve yasal gerekçelere göre ve en azından pragmatik bir perspektifle yeniden değerlendirecektir. Zira tartışma konusu, uluslararası sözleşmeler tarafından garanti edilen temel insan hakları ve kavramları değil, özel bağlamlarıyla ilgili uygulamalardır. Bazı bölge ülkelerinin değişen boyutlarla barışa yönelmeleri, temel olarak kavramların tartışma konusu olmadığının göstergesidir. Biden dönemi, politikaları ve diplomatik yaklaşımı, Arap Baharı enkazı sonrasında inşa edilenlere ve koronanın etkilerinden iyileşmeye temas etmeden ele alınamaz. Zira bu iki önemli an her şeyden önce sağlam istikrar, refah devleti ve sosyal uyum özelliğini yaratmıştır.