Suriye'deki durum, ülkenin üç fiili otoriteye tabi olduğunu gösteriyor. Görünüşte Beşşar Esed rejimi batı kesiminin çoğunu kontrol ediyor. Fakat gerçekte bu bölgeler, İran, Rusya ve rejimi içeren üç taraflı bir otoritenin kontrolündedir.
Fırat'ın doğusuna kadar uzanan alanlar görünürde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol ediliyor, ancak vakıada ABD'nin etkisi altındadır. Son olarak İdlib'in önemli bir bölümünü ve Halep ve Lazkiye de dahil olmak üzere komşu illerdeki kırsal alanların kontrolü, esas olarak silahlı grupların da katılımıyla Türklere ait ise, bölgeyi kontrol eden Türklerin en önemli ortağı Heyet Tahrir eş-Şam’dır.
Rejimden, muhaliflerden ve aşırılık yanlısı güçlerden olan Suriyeli oyuncular, -vakıada açık bir şekilde görüldüğü üzere- yalnızca küçük birer değişkendirler ve önlerindeki ihtimaller askeri ya da siyasi olması fark etmeksizin bir çözüm yolu seçmektir. Rejimin söz konusu iki durumda vereceği herhangi bir karar, Rusya ve İran müttefiklerinin onayını almalıdır. Çünkü Suriye devrimine cevaben seçtiği askeri çözümü tek başına uygulamıyor ve karar veremiyor. Suriyelilerin etkisinin kenarda kalması, onlara yer olmadığı anlamına gelmiyor. Bilakis ister rejimin İran ve Rusya ilişkisinde olduğu gibi açık kartlar olsun isterse kapalı kartlardan söz edelim, her iki durumda da Suriye meselelerine müdahalede bulunanların önündeki kartlarda yerleri vardır. Fırat'ın doğusundaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ABD’nin ilişkisi ya da Türk nüfuz alanındaki silahlı oluşumlarda olduğu gibi iki durumun iç içe geçmesi de aynı şekildedir. Bu nedenle her biri Suriye kartını tüm olasılıkların önünde hazır tutmaya çalışıyor. Rusya, İran, Türkiye ve ABD'nin (Suriye'ye müdahale eden büyük dörtlü) yanı sıra İngiltere, Fransa ve Almanya da müdahale edenler arasındadır.
Tarafların çoğu, ABD’nin geri çekildiği ve ağırdan aldığı her seferinde hayal kırıklığı yaşadı. Neticede ne bir çözüm dikte edebildi ne de rolünü bir kenara bırakıp dosyayı diğerlerine terk ederek çözümlerini kabul edebildi. Avrupalılar, 2013 yılının sonlarından bu yana Obama'nın belirlediği ABD pozisyonuna gönülsüzce katlanmak zorunda kaldılar. Trump da aralarındaki pek çok farklılığa rağmen ona yakın bir şekilde hareket etti.
Aslında Suriye meselesiyle doğrudan ilgili olanlara ve müdahaleciler grubuna gölge düşüren büyük bir olay olmasaydı işler olduğu gibi devam edebilirdi. Bu olay, Joe Biden’nin başkanlığa gelmesidir. Biden, temsil ettiği politikalarla, hem başkan yardımcılığını yaptığı Obama hem de her konuda ona muhalefet eden Trump’tan farklılık gösteriyor. Her ikisi de, ‘ABD’nin Ortadoğu ve Suriye meselesindeki rolünün’ teyidi adına Biden'i, ‘sopa ile havuç’ arasında değişen çeşitli siyasi tutumlar takınmaya sevk ediyor. Öte taraftan Biden’in politikaları bu yönde bir seyir izlerse, Avrupa biraz nefes alacak ve onu destekleyecek gücü bulacaktır. Elbette bu, Avrupa'daki kafa karışıklığına son vermeyecek ve Avrupalıları -özellikle göç, terör ve koronanın siyasi, ekonomik ve sosyal yansımalarıyla karşı karşıya oldukları bir zamanda- Suriye'nin durumunun yansımalarıyla başa çıkma konusunda daha güçlü bir hale getiremeyecektir.
Avrupa, Biden’in Ortadoğu’daki politika değişikliklerini memnuniyetle karşılamada tek olmayacaktır. Bilakis bölgedeki pek çok ülke bunu memnuniyetle karşılayacaktır. İran’ın nükleer projesi ve bölgesel politikalarıyla yüzleşmek adına ABD ile irtibatlarının doğrudan çıkarlarını etkilediği Körfezi ülkeleri ve Mısır, bu ülkelerin başında yer almaktadır. İran Suriye'deki gibi silahlı kuvvetleri, Devrim Muhafızları ve milisler aracılığıyla ya da Lübnan, Irak, Yemen ve diğer yerlerde olduğu gibi silahlı milisler ve siyasi gruplar aracılığıyla nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Türkler, ABD’nin geri çekilme politikası sebebiyle katılımlarının bir dizi sarsıntıya maruz kaldığı NATO’daki ortaklarıyla birlikte manevra kabiliyetlerini kullanarak Rusların üzerlerindeki baskısını hafifletme fırsatına sahip olacak. Nitekim Rusya, Suriye'deki varlığının ve politikalarının sonuçları dolayısıyla uluslararası politikalarla olumlu etkileşime yanaşmaya yakındır. Çünkü Soçi ve Astana’da Suriye’yle ilgili çözüm vizyonunu gerçekleştiremedi ve İranlılar ile Esed rejiminin yükünü taşıdı.
İsrail, Biden yönetimindeki ABD’nin politikalarına en yakın bölgesel taraftır. Bu, geleneksel ABD-İsrail ilişkilerinin bir sonucu değil, İran ve İran’ın Suriye'deki mevcudiyetine ilişkin tutumların örtüşmesinden kaynaklanmaktadır. İsrailliler, İran’la aralıklı olarak savaşa girmekte ve iki yıldır hava operasyonlarını sürdürmektedir. Ayrıca füzelerle İran’ın askeri bölgelerini ve Lübnan Hizbullahı'na ait mevkileri hedef almaktadır. Taraflar bu saldırılara cevap vermekten kaçındılar. Esed rejimi ise Birleşmiş Milletler’deki -hiçbir yankısı olmayan- protestolarıyla yetindi.
Joe Biden'ın Washington'da yakın zamanda gücü eline alacak olması, kendisinin ve ekibinin bölge için üzerinde çalıştıkları politikalar, kronikleşen tıkanıklıklardan ve sorunlardan musdarip olan bir bölgedeki önemli değişikliklere işaret ediyor. Bu durum, bölgedeki tüm tarafları olmasa da çoğunluğunu, kartlarını ve politikalarını gözden geçirmeye ve dönüştürmeye itecektir. Washington yeni politikalarına etkili ve aktif bir başlangıç yaptığı takdirde bu ikisinde değişiklik yapmak zor olmayacaktır. Fakat ‘Önce ABD” sloganıyla hareket eden Obama ve Trump yönetiminin acı deneyimleri nedeniyle tarafların politikaları ihtiyatla çevrelenmeye devam edecek.
TT
Suriye’ye müdahale edenler politikalarını değiştiriyorlar mı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة