Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Cevaplar ve açık uçlar

Bazen okuyucularımın yazımla ilgili mülahazalarını kaydetmeye çalışıyorum. Böylece değerlendirmeyi, okumayı ve sonrasında bir tartışma yapmayı umuyordum. Açıkçası bu hususta nadiren başarılı oldum. Bu mülahazaların gözden geçirilmesi genellikle yeni sorular doğurdu. Bu şekilde önceki, bir sonrakinin gölgesinde kayboldu. Zamanla sorulan sorulara odaklanmaktan tat almaya başladım. Ardından -düşünce ve tefekkürle meşgul olan okuyuculara- araştırmaları ve ihtimaller üzerinde düşünmeleri için cevapları onlara bıraktım. Olayları derinlemesine düşünmeyi ve fikirleri kovalamayı seven okuyucularımdan çok şey kazandığımın farkındayım. Ancak diğer okuyucular, bunu açık cevaplardan kaçış olarak gördükleri için rahatsızlıklarını dile getirdiler. Muhtemelen istedikleri, toplumda gündeme gelen sorunlara yönelik açık ve belirli bir fikir, duruş ya da gerekçelendirmeydi. Yani bu okuyucular, bir yazardan ucu açık olan sözler söylemesini ya da soruları artırmasını değil, başkası tarafından sorulan sorulara cevap vermesini isterler.
2002’de “açık uçlar” fikri üzerine düşünüyordum. Cevap vermeye çalışmak yerine sorulara odaklanma deneyimi bana tekrar bunu hatırlattı. Fakat o sıralar buna ikna olmamıştım. Bu fikrin özü, ilerlemenin bir görev ve belirli bir zamanda başarılması gereken bir görevler dizisi değil, açık uçlu bir yol olmasıdır. İleriye doğru bir adım atar ve daha geniş dünyaları keşfedersiniz. Bilim açık uçlu bir yoldur. Ekonomi de hakeza. Çeşitli tezahürlerinde maddi güç de aynı şekilledir. İnsanın beklentileri gibi…
Toplumsal ortaklık üzerine derin kavrayış hakkındaki bir tartışma sırasında hocalarımdan biri tarafından gündeme getirilen bu ‘açık uçlar’ fikrine o sıra ikna olmadım. O zamanki düşüncem ve gerekçem, ortaya bir fikir koyan kimselerin insanları doğru yola yönlendirmekle görevli olduğu yönündeydi. Hocam, bir fikrin ‘yüksek bir zihinden’ ‘daha aşağı derecedeki bir zihne’ aktarılmasıyla gelişmeyeceği konusunda ısrar ediyordu. Ona göre bir düşünür, mütefekkir ya da profesör, arabalara hangi yöne gideceğini gösteren bir trafik polisi değildir. O daha ziyade oyunculara kendince en iyi olduğunu düşündüğünü uygulamaları gösteren futbol takımı koçu gibidir. Ancak bu onların kişisel becerilerine ve birbirleriyle etkileşimlerine, yani takım ruhuna bağlıdır. Aydınlar ile halk arasında ‘ekip ruhundan’ esinlenerek bir etkileşim ortaya çıkarabilirsek yeni fikirler daha hızlı bir gelişim gösterecektir.
Zihinleri etkileşime geçirmenin en doğal yolu, insanlara sorular sormak ve onları olası yanıtları aramak için düşünmeye davet etmektir. Fikri ortaya koyanın alıcıdan daha büyük bir kapasiteye sahip olduğunu varsayacağız, ancak onun rolü insanlar adına düşünmek ve onlara hazır cevaplar vermek olmayacaktır. Yazar bunun yerine düşünme yollarını gösterecek ve genel tematik çerçeveyi gösterecektir. Kesin veya nihai cevaplara ulaşamayacağımızı düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse bu gibi cevaplara ihtiyacımız yok. Yürüyeceğimiz yolu bilmek bizim için yeterlidir. Bildiklerimizle bilmediklerimiz arasındaki oranın bir damlanın denize oranıyla aynı olduğuna ikna olmamız yeterli. Bununla birlikte kendimizi cehaletle ve aklımızı başarısızlıklarla suçlamayacağız. Ne kadar çok ilerlersek, yol o kadar netleşir. Ne kadar cahil olduğumuzu fark etmemiz, başlı başına önemli bir aşamadır.