Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Millet, milliyetçilik ve vatanseverlik kavramlarını yeniden gözden geçirmek

Bugünlerde İngiliz düşünür David Miller'in On Nationality isimli kitabını okuyorum. 1995 yılında yayınlanan bu kitap yaklaşık 200 sayfadan ve 7 bölümden oluşuyor. Yazar, kitabın yayınlandığı sıradaki güncel bir sorunu ele alıyor: İngiltere'nin çok kültürlü bir ülkeye dönüşme eğilimi. Şimdi olgunlaşan bu yol, onu başlangıçta benimseyen siyasi elitin bilgeliğini gösteriyor. Fakat vatanseverlik, milliyetçilik ve ulusal kimlik meselesi bugün hala tartışmalı. İngilizlerin Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı ise kendini abartılı bir şekilde büyük gören bir eğilimin yükseldiğini göstermekle birlikte kendi içine doğru küçülme ile sonuçlanmaya mahkumdur.
2016 referandumunda oylamanın yönünü ekonomik faktörlerin belirlediğini biliyoruz. Ancak İngilizler, Britanya'yı ifade eden tek kimliğin Anglosakson kimliği olduğunu iddia edenlerle Britanya'yı kültürlerin ve medeniyetlerin buluştuğu yeni bir dünya için model olarak görenler arasında bölünmektedir. Profesör Miller hakkında daha önce yazmıştım. O zamanlar onun, bilimsel araştırmalarının önemli bir bölümünü soyut teorik tartışmalar ile kamusal yaşamdaki tartışmalı konular arasındaki bağlantıya adayan nispeten küçük bir siyaset felsefesi profesörü sınıfına ait olduğundan bahsetmiştim. Bugün bahsettiğimiz husus, bu eğilimin bir başka örneğidir.
Bu kitap, milliyetçilik ve vatanseverlik meselesini okuyucuyu önceki kanaatlerini sorgulamaya zorlayan açılardan gündeme getiriyor. İnsanlar bu bölümleri okuyunca bedihi ve müsellem olarak kabul ettikleri inanç ve kanaatleri yeniden gözden geçiriyorlar. Miller, vatanseverlik-ulusalcılık ilkeleri ile liberalizm ilkelerini birleştiren bir vizyon sunmak istiyor ve sivil ulusalcılık ya da liberal vatanseverlik olarak adlandırdığı şeye çağrıda bulunuyor. Daha önceki milliyetçilik varsayımı, milletler arası farklılaşmanın kabulüne dayalıdır. Bu çerçevede herhangi bir millete mensup olanlar, başka milletlerin yararlanmadığı hakları kendilerine tanırlar. Liberalizm, tüm hakların insanlar arasında eşit olduğu ve içinde doğum veya ırkla bağlantılı bir ayrıcalığın olmadığı bir varsayımla başlar. Bu iki kavramın birleştirilmesi, her birinin eleştirel bir şekilde okunmasını ve karşılıklı ödünler vermesini gerektirir.
Eski ‘ulus’ kavramının artık kültürel bir unsur dışında var olmadığını, yeni konseptinin siyasal- anayasal bir bağlam olduğunu biliyoruz. Kültürel bir kavram, sınır ötesi olup herhangi bir siyasi hak gerektirmez. Çünkü modern dünyanın hukuk sistemi, toprak sınırlarının ulusları ayıran çizgiler oluşturduğu örtük bir kabul temelinde inşa edildi. Dolayısıyla modern ulus kavramı vatan kavramıyla eşleşir. Yani devletin tüm vatandaşları anlamına gelir ve hükümete milletin devleti ya da ulus-devlet adı verilir.
Burada açıklamaya değer pek çok şey var. Ancak burada, Arapların kütüphanesinin ulus ve ulus-devlet hususunda derinlemesine çalışmalardan yoksun olduğunu belirtmek istiyorum. Milliyetçiliğin, vatanın, vatandaşlığın yeni anlamları konusunun ele alındığı çalışmalar yok denecek kadar az. Arapların bu tür çalışmalara en çok ihtiyaç duyan halklar arasında yer aldığını düşünüyorum.  Millet ve vatan kavramları arasındaki sorunlu ilişkiden mustaripler. Entelektüel mirasları bu iki kavramın yeni formülasyonları için uygun bir temel sağlamıyor. Bu temel ilkelere uygun entelektüel ve etik bir temel eksikliğimizin, modern perspektifleri benimseyen taraflar ile geleneksel akımlar arasındaki gerilimin sebeplerinden biri olduğu kanaatindeyim.