Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Ankara bölgeye yönelik davranışını gözden mi geçiriyor?

Geçen yıl Türkiye olayların ön cephesinde yer aldı. 2020 yılının tamamına Türkiye’nin birçok cephede yarattığı huzursuzluklar yılıydı. Ankara Ortadoğu, Avrupa ve Orta Asya’nın istikrarını tehdit eden bir mayına dönüştü.
-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 3 cephede askeri müdahalede bulundu; Libya, Azerbaycan ve Kuzey Suriye.
-Kışkırtıcı manevralar ve sınırları Suriyeli mültecilere açma tehdidi yoluyla Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ülkesi arasındaki siyasi çekişmeyi militarize etmeye yaklaştı.
-Doğu Akdeniz'deki doğalgaz ve petrol kaynakları konusundaki anlaşmazlığı, savaş gemileri eşliğinde tartışmalı Yunan sularında yapılan sondajlarla alevlendirdi.
-Rus S-400 füzelerini satın alıp test ederek "NATO" sistemine dolaylı bir savaş ilanında bulundu.
-Müslümanların Peygamberlerine hakaret olarak gördükleri ve yeniden basılması bir Fransız öğretmenin öldürülmesine yol açan karikatürler meselesinin arka planında Fransa ve genel olarak Batı ile kültürel bir savaşa girdi.
Ancak, geçen yılın son haftaları ve yeni yılın başlangıcı, Türkiye'nin üç stratejik bileşene karşı ilerleyebileceği bir yeniden konumlanmanın sinyallerini taşıyordu.
-Avrupa Birliği (AB) Doğu Akdeniz'deki davranışları nedeniyle ülkesine yeni yaptırımlar uyguladıktan sonra bile Erdoğan, birden fazla siyasi açıklamasında ülkesinin AB ile ilişkilerinde "yeni bir sayfa" açmak istediğinin altını çizdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Türkiye ile Fransa arasındaki ikili ilişkilerin normalleşmesi için bir yol haritası açıkladı.
-Erdoğan, İsrail ile ilişkilerin daha iyi olmasını istediğini deklare etti. Bu bağlamda 2018'de iki ülkenin karşılıklı olarak büyükelçilerini çekmelerinin ardından, Ankara'da Erdoğan'a yakın yeni bir İsrail büyükelçisinin atandığı ortaya çıktı. İki ülkenin müttefikleri Azerbaycan’ın yanında yer aldıkları Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki kısa savaşta, Türkiye ile İsrail arasında yaşanan stratejik ve askeri yakınlaşmayı hatırlatmayı da unutmamalıyız.

Suudi Arabistan'ın el Ula şehrinde düzenlenen Körfez zirvesine karşı İran'ın tutumunun aksine, Türkiye, Katar ile Körfez krizini çözmeye dönük adımı memnuniyetle karşıladı. Bu bağlamda, Kasım ayında Riyad tarafından düzenlenen sanal G20 zirvesinin arifesinde Kral Selman bin Abdülaziz ile Türkiye Cumhurbaşkanı arasında yapılan telefon görüşmesine ve Türk basınında bu görüşmenin siyasi ve medyatik olarak olumlu karşılandığına da atıfta bulunmalıyız.
Yine bu bağlamda BAE Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş’ın “BAE, Türkiye'nin Ortadoğu'daki birinci ticari ortağıdır. Türkiye ile herhangi bir ihtilaftan gurur duymuyoruz” şeklindeki açıklamalarının da üzerinde durmalıyız.
Peki, ne değişti de Türkiye kendisini yeniden konumlandırıyor veya başta Abu Dabi olmak üzere özellikle Körfez ülkelerine olumlu mesajlar gönderiyor?
Birincisi, Donald Trump’ın Beyaz Saray’dan ayrılmasıyla Erdoğan sadece kişisel bir müttefikini kaybetmedi, doğrudan kurduğu ikili ilişkileri sayesinde birçok sorunu hasarsız atlatmayı başarabildiği birini de kaybetti. Nitekim Ankara, Joe Biden’ın gelişiyle Beyaz Saray ile ilişkilerin kötü olacağı bir döneme de hazırlanıyor.
Biden, 2016'da Türkiye'yi ziyaret ettiğinde kendisini karşılamaya Ankara vali yardımcısını göndererek Erdoğan'ın kendisine yönelttiği kasıtlı hakaretini kesinlikle unutmadı. Yine Biden daha önce Erdoğan'ı bir "otokrat" olarak tanımlamış ve kendisini politikalarının "bedelini ödemekle" tehdit etmişti. Bununla kalmayıp ülkesine “Erdoğan’a karşı koyarak onu seçimlerde yenilgiye uğratması için” Türk muhalefetini güçlendirme çağrısında bulunmuştu.
Biden ayrıca Türkiye için çok hassas bir konu olan ve ABD başkanlarının geçtiğimiz yüzyıl boyunca tanımaktan kaçındıkları Ermeni Soykırımı'nı tanıma sözü de verdi.
Biden yönetimi, Türkiye'ye muhalif olan pek çok radikal ismi içeriyor. Bunların sonuncusu, Ulusal Güvenlik Konseyi'nde Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü olarak atanan Brett McGurk. McGurk, eski Başkan Barack Obama döneminde 2015 yılında DEAŞ’a karşı uluslararası askeri koalisyonun oluşumunu denetledi ve Trump'ın Aralık 2018’de ABD güçlerini Suriye'den çekmeye yönelik ani kararını protesto edip istifa edene kadar Trump yönetiminde de pozisyonunu korudu. Trump’ın söz konusu kararı, Washington’da hala büyük bir siyasi ve askeri tartışma konusu olan Türkiye’nin Kürtlere karşı askeri operasyonunun önünü açmıştı. Türk yetkililer, McGurk'ün, DEAŞ ile mücadelede Kürt Halk Koruma Birimlerini (YPG) silahlandırmayı destekleyen tavrından endişeliler. Zira Ankara, YPG’yi 1984'ten bu yana Türk hükümetine karşı aralıklı bir isyan yürüten ve terör örgütü saydığı PKK'nın uzantısı olarak görüyor.
İkincisi, Türk devletine ve Erdoğan'a yakın isimlere yönelik İran'ın ABD yaptırımlarını delmeye yardım etme, İranlıların 2012 ile 2016 arasında yaklaşık 20 milyar dolara erişimini kolaylaştırma suçlamasıyla yapılacak olan Halkbank davasının duruşmaları 1 Mart 2021’de başlayacak. Foreign Policy dergisi konuyla ilgili kapsamlı bir haberinde, Erdoğan'ın eski Başkan Barack Obama ve yardımcısı Joe Biden’ı müdahale etmek için ikna etmeye çalıştığını, ancak gerek Biden gerekse Obama’nın davayı düşürmek için müdahale etmeyi kesinlikle reddettiklerini kaydetti. Eğer banka suçlu bulunursa, bunun zaten sarsılmış bulunan Türkiye ekonomisine büyük yansımaları olacak.
Dolayısıyla Erdoğan'ın Washington'la bir arabulucuya ihtiyacı var ve ABD başkentinin kapılarının "Abu Dabi- Tel Aviv" ekseninden geçtiğinden artık emin. Türkiye Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz haftalarda tek başına İsrail ile yakınlaşma girişimlerinin kayda değer hiçbir sonuç vermediğini, gerçekçi sonuçlara ulaşmak istiyorsa, BAE-İsrail arasındaki üst düzey koordinasyonunun Ankara ve Abu Dabi arasında bir anlaşmayı kaçınılmaz hale getirdiğini somut bir şekilde gördü. Bölgedeki stratejik gerçeklik, BAE-İsrail barış anlaşması ve Fas, Sudan, Bahreyn gibi diğer ülkelerin de bu sürece katılmasından sonra değişti. Buna ek olarak BAE, merkezi Kahire'de bulunan ve Mısır, İsrail, Yunanistan, GKRY, İtalya, Ürdün ve Filistin Otoritesi’ni içeren Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na gözlemci olarak katılarak Türkiye'nin stratejik alanının bir parçası haline geldi.
Üçüncüsü, büyüklüğü 760 milyar dolar olarak tahmin edilen Türkiye ekonomisi, yüzde 14'ü aşan enflasyon oranı ve temel tüketim malları fiyatlarındaki enflasyon artışıyla karşı karşıya bulunuyor. Türk lirası 2018'de başladığı değer kaybından daha kurtulamadı ve sadece geçen yıl yüzde 30 değer kaybetti. Türkiye’nin döviz rezervleri de yakında duracağına dair hiçbir göstergenin bulunmadığı bir kan kaybı yaşıyor. Bütün bunlara bir de ödemeler dengesindeki büyük bozukluk ekleniyor.
Kamuoyu yoklamaları, AK Parti’den geriye kalanın, 19 yıl önce iktidara gelmesinden bu yana en düşük destek oranına sahip olduğunu gösteriyor.
Erdoğan'ın dış politikaları, Türkiye'yi ekonomik büyümenin yıldızlarından, ekonomik, finansal ve parasal kriz yaşayan bir devlete dönüştüren nedenler arasından çıkarılamaz. Bu, Erdoğan'ın son zamanlarda neden çatışmacı politikalarının çoğundan geri adım atma konusunda istekli olduğunu da açıklıyor. Zira koronavirüs salgını sonrası dünyada çok az ülkenin Türkiye'yi krizden çıkarmak için güvenebileceği finansal kaynaklara sahip olduğunun, BAE'nin bu ülkelerin başında geldiğinin farkında. Bu, Abu Dabi'ye karşı gösterilen bazı dostluk belirtilerinin açıklıyor.
Bu sinyaller, bölgeye ihtiyaç duyduğu istikrarın bir kısmını sağlayacak bir politikaya dönüşecek mi?